Paylaş
“BİZ Menderes gibi şehit olmayı da biliriz.”
Breh, breh, breh!
Seçime çeyrek kala böyle iddialı söz söylemek nereden akıllarına gelir? Bunu söylerken nasıl bir fayda umarlar? Bu lafları duymak zorunda kalanların “Madem öyle, oyum sana” diyeceğine nasıl inanırlar?
Yukarıdaki sorulardan her birinin cevabı, tek başına birer sosyolojik araştırma konusudur.
* * *
“Menderes gibi şehit olma” kararlılığının altını rakamlarla çizmek lazım. O vak’a başımızdan geçeli elli beş sene olmuş.
O idamla biten acı sonu bilenlerin yüzde doksanı “eğer yaşıyorlarsa” bunama eşiğine gelmişlerdir. Çorabın tekini orada, pijamanın altını burada bıraktıkları için karılarından günde beş posta fırça yiyorlardır.
Bu lafla gaza geleceklerini sanmam. Gençlerden ise kimse bir şey ummasın. Daha geçen bir televizyon programında genç seçmenlerimizi izledim.
Mikrofonu ağızlarına dayayıp “Süleyman Demirel kim?” diye soruyorlardı. Soruya muhatap olan her on gençten dokuzu, on beş sene öncesinin cumhurbaşkanını hatırlamadı bile.
ŞEHİTLİK HEVESLİSİ DEĞİLDİ
Halen hayattaki Demirel’i tanımayanlar, Başbakanımız’a şehitlik ilhamı veren Menderes’i hiç tanımaz.
Bana inanmayan vatandaşın genel kültürüne müracaat etsin. Göreceksiniz, Menderes’i diziden belledikleri Kanuni’nin sadrazamı zanneden bile çıkacaktır.
Sevgili Başbakanımız, gereğinde şehit olma konusunda çok kararlı olabilir ancak ona bu ilhamı veren rahmetli Menderes o kadar “şehitlik heveslisi” değildi.
Seçim meydanlarında sesi tokmak gibi çıkan Menderes, götürüldüğü Yassıada’da, ölüm korkusu altında, bambaşka bir adam olup çıkmıştı. Eğilip bükülüyor, başını dik tutamıyor, iyice incelen sesi konuşurken titriyordu.
Yassıada duruşmalarında yaptığı konuşmaları radyodan dinleyen taraftarları hüsrana uğramıştı.
Duruşma hâkimine hitaben “Muhterem reis beyefendi hazretleri” diye başlayan titrek cümleler kuruyordu. Yüz binlerce taraftarı onun yürek parçalayan sesini duymamak için o daha cümlesini bitirmeden radyosunu kapatıyordu.
* * *
Dönemin cumhurbaşkanı Celâl Bayar ise daha kendisini teslim almaya geldiklerinde, cebinde taşıdığı silahı intihar etmek için çekmiş, tabancasını elinden almak isteyen genç subaylarla boğuşmuştu.
Daha ilk duruşmadan itibaren mahkemenin bir “komedi sahnesi” olduğunu anlamış, savunma yapacağım diye kendini paralamamıştı. Hâkimlere soğuk, mesafeliydi ve “Ben hâlâ seçilmiş cumhurbaşkanıyım” kararlılığındaydı. Bu tavrı ile kendisinden nefret edenlerin bile saygısını kazandı.
İP ALTINDA KABADAYILIK
Çocuktum, Menderes’in kırılıp bükülmesini aralarında tartışan büyükler ona acırlardı. Sevilmeyen Bayar içinse “Ne komitacıdır o” deyip kafa sallarlardı. “Komitacılık” tarifinde onun cesaretine ve metanetine duyulan saygı gizliydi.
İdam mahkûmu olarak infaz anını yaşamak, beş-on dakika içinde öldürüleceğini bilmek korkunç bir şey. O dramatik an geldiğinde delikanlılık taslamak kolay şey değil.
Sosyologlar ölüme gidişin son dakikalarını inceleyip kategorize etmişler. Yassıada’nın üç idamlığı, kendi ölümlerine tıpkı bu konuyu araştıran sosyologları haklı çıkarırcasına gittiler. Üçünün de tepkisi gayet insaniydi.
İdam mahkûmunu son yolculuğunda bekleyen üç akıbet vardı. Ya Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu gibi sehpaya soğukkanlılık ve tevekkülle yürüyeceklerdi.
Ya Başbakan Menderes gibi derin bir melankoli içinde, kendisini neyin beklediğini tam mânâsı ile algılamadan, şoka girmiş halde gideceklerdi.
Veya idam gömleği giydirilirken kendinden geçen Maliye Bakanı Hasan Polatkan gibi, sehpaya giden yolu koluna giren iki gardiyan sayesinde bitireceklerdi.
* * *
“İdam cezası” nicedir uygulanmıyor. Ceza yasalarımızdan kalktığı için “Gerekirse asılmayı da biliriz” gibi babalanmaların maddi temeli kalmadı.
Hal böyle olunca sonu ipte bitecek “sanal yiğitlik” beyanlarının aslı var mı yok mu bilemez olduk.
Anlayacağınız “Vurduğu çok, ölüsü yok” yiğitler naralanıyor, biz dinliyoruz.
Paylaş