Paylaş
Ne mi yapardım? Sıkıntıdan dilimden düşürmediğim beytin (ki Fuzuli’nindir) ikinci mısrasını saba makamında söylerdim. “Ne çalar benim kapım bad-ı sabadan gayri” diye diye uluyup, mutfağı inletirdim.
* * *
Hemen bir düzeltme yapayım. Röportajın bir yerinde malumatfuruşluk edip Dolmabahçe Sarayı’nın bulunduğu yerde denizin doldurulduğunu söylemişim.
Denizi doldurtan da Padişah Üçüncü Ahmet, sarayı yaptıran ise Abdülmecid. Ne var ki metindeki cümleden, Abdülmecid hem denizi doldurmuş hem sarayı yaptırmış anlaşılıyor.
Ben doğrusunu söylemiştim. Uğur Vardan da teypten yazdığına göre doğrusunu anlamıştır.
İhtimal ki yazı işlerinden genç bir arkadaş metne baktı, sonra Google ile işbirliği yaptı ve sonucunda “Bunlar yanlış biliyor” dedi. Sarayı yaptıran Abdülmecid’e denizi de doldurttu.
Sonuçta laf üzerime kaldığından “hatamız affola” demek bana düşüyor.
KENDİNİ DAHA İYİ HİSSETMEK
Elimde çay askısı ile röportajın basıldığı sayfanın yarısını işgal etmişim. Boyumuz, Çakırcalı Mehmet Efe’nin boyundan dört parmak fazladır. “Selvi boylu” tarifine girenlerdeniz.
Gazete sayfası üç karış daha uzun olsa, bizim fotoğraf birebir basılmış olacaktı. Kıvanç duyduk efendim. Lakin haberi aynı gün bizim gazeteye giren hükümet adamı Veysel Eroğlu benim kadar kıvanç duymamıştır.
Ak Saraylı Büyük Usta’nın tarımın ve deryanın başına diktiği hükümet adamı Veysel Bey, aynı zamanda İzmir milletvekili.
İzmirli olduğu için buradan aday gösterilmemiş. Gâvur İzmir’i imana getirmek misyonu ile aday yapılmış. O da bayram günü ağzını açmış, başına biriktirdiği gazetecilere, seçim bölgesi için vereceği müjdeleri açıklıyor.
Müjdesi neden dokuz veya on değil de sekizmiş, işe buradan başlamış. İzmirliler Ampul Partisi’ne sekiz milletvekili verdikleri için müjde sayısı bu kadar olmuş. “Ne kadar ekmek o kadar köfte” tekerlemesinden giderek “Ne kadar milletvekili o kadar müjde” diyor.
Türkçemiz lastikli bir dildir. Tekerlemedeki köfteler, milletvekillerini temsil ederken leziz bir benzetme yapılmış. Onları seçenler ise “köfte sevenler” manasına köftehor diye tarif edilebilirdi.
İhtimal ki Sayın Hükümet Adamı, bunun çok zekice bir benzetme olduğunu, gazete yazı işlerinin da bu lafı manşet yapacağını düşünmüştür.
* * *
Lakin müjde müjdeye benzemediği için haber iki sütunda kalınca hesap bozuluyor. Aliağa Kalabak Sulaması inşaatının başlayacağını duymak İzmir’in Alsancak semtinde oturanlarda heyecan yaratmaz.
Kınık’taki meteoroloji istasyonu da Çeşme’de tatilcileri sevinçten sokağa dökmez.
Ayrıca İzmir kentinde oturanları hiç ilgilendirmeyen sekiz müjdenin (!) toplam maliyeti otuz milyon lira. Bu parayı Galatasaray’a hibe etsen, İbrahimoviç’in bonservisini almak için üzerine 18 milyon daha koyması lazım.
İÇ BAYILTAN BİR MÜJDE DAHA
Bir gün önce de başka bir hükümet adamı Taner Yıldız medyanın önündeydi. Bilmem kaç bin Suriyeli mülteci ailesine beleş kömür vereceklerini müjdeliyordu.
Bünyeyi on kuruşluk ısıtıp havayı yüz kuruşluk kirleten o kömürün “müjde” olacağına kendisi de inanmıyor olacaktı ki haberi en baygın sesiyle tekrarlıyordu.
O beleş kömürü nerede yakacakları belli olmayan evsiz Suriyeli mülteciler eğer Türkçe bilselerdi, o sıkıntılı, mutsuzluk telkin eden ses tonuna dayanamayıp ülkelerine dönerlerdi.
“Orada IŞİD var ama hiç değilse adrenalimiz yükseliyor” deyip, arkalarına bile bakmadan giderlerdi.
O haber de iki sütunu geçemedi. Kıyaslarsak, bizim sadece fotoğrafımız bile tam sayfaydı. Yani elimizde görünen çay askısına iki hükümet haberini birden alıp, bardak gibi gezdirmiş olduk. Oley be!
Kıssadan Hisse: Ayağını gevşek basma, boş lafa kulak asma.
Paylaş