Paylaş
Uyku sersemi olmayıp, aklımı başımda gezdirsem; Hitchcock filminden bir gerilim sahnesini yaşıyormuş gibi telefona dik dik bakardım.
Arayan Fikret Ercan’mış. Hürriyet’in dünya durdukça yerinde durası yazıişleri paşası. Eski arkadaşım. Dış gezilerdeki can yoldaşım.
Biz ona Arap Fikret deriz.
Şahsen neden böyle dediğimi bilmem. Fikret’in Araplığı; gazete içinde muhalif bir intifadaya katılmasından ya da gerilla-yazar Cengiz Çandar’ın terkisine binip, Filistin’e gitmesinden gelmiyor.
Söylemesi ayıptır teni biraz koyudur. Görüntüsü de entelektüel. Uzaktan bakıldığında Bangladeş Merkez Bankası Başkanı gibi durur. Milletin dili, başka milletlere dönmediğinden “Arap Fikret” deyip çıkmışlar, ben de onlara uyuyorum.
BUYUR BAKALIM İŞE..
Arap Fikret lafa yekten girdi “Selo..” dedi. “Ampul Partisi ile Altı Kazık Partileri’nin kongreleri var Ankara’da. Gazete için izler misin?”
Araya bu fikrin, gazetenin başı Vuslat Hanım’dan çıktığını sıkıştırmayı da ihmal etmedi.
Yaptığı teklifin açılımı şöyle:
“Patron gidip izlemeni istiyor. Potkan sıkıyorsa hayır de..”
Yazdıklarım Hürriyet’in kayıtlarına geçsin diye söylemiyorum. Çalışma âşığı bir insanım. İsterim ki birileri bana hep iş versin. Ben de öğleden sonra ikilere kadar uyumayayım, ha babam çalışayım.
“Giderim..” dedim. “Durur muyum?”
Laf ağzımdan böyle çıktı ama içimde başka türlü rüzgârlar esiyordu. Babası mezuniyet törenine gelmediği için bunalım geçiren Amerikan ergeni gibiydim.
Sebebi mi? Söylemesi ayıptır, iştahı açık bir insanım. Bu yetmezmiş gibi “Seyrek bıyıklı asabi şahsiyeti” mutlu etmek için sigarayı bırakmışım.
Hal böyle olunca yirmi kilo aldım. (Paralel yapı otuz kilo diyor ama inanmayın..) Mevcut pantolonlara sığmaz oldum.
Bodrum’daki gece etkinliklerine şortla katılan tek kişi olmaktan utandığım için gidip kendime yeni bir pantolon aldım. Bulabildiğim Bodrum’daki en geniş pantolondu. Çok şık bir şey değildi.
Tasarımcısı pantolonu şekillendirirken Alpullu Şeker Fabrikası’nın çuvallarından esinlenmiş. Çuvalın bele denk gelen yerine dört köprü dikip, yanlara birer cep ekleştirmiş. Olmuş sana pantolon. Giyinip salınması da bana nasip oldu.
SIĞDIRMAYAN ALLAH..
Arap Fikret’ten şifreli talimat gelir gelmez ilk işim kalkıp o pantolonu giymek oldu. İki ay içinde ne yediysek onun da içine sığamadık. Meğer bendeki iştah açıklığı devam ediyormuş. Bu yüzden son pantolona da sığmaz olmuşum.
Aslında giyebiliyorsun.
“Belini iliklemem.. Olur biter” diyorsan sorun yok. Lakin beli kapanmıyor. Tam üç parmaklık kaçak var.
Varsın olsun, moralimi bozmadım. Sadece bu Ankara işini başıma saranlara bir eyyam söylendim.
Gayet de haklıydım. Yazarına görev icat edip “Gidip yazsın..” demesini bilen “Benim yazarımın giyecek pantolonu var mı?” diye sormasını da bilecek.
Koca Ankara’ya, eve temizliğe gelen kadının şalvarını ödünç alıp gidecek halimiz yok. Vurduk kendimizi rejime.
Bir hafta sadece marul, kıvırcık yaprağı, salatalık ve domates yiyerek yaşadık.
Bunlardan başka her gün bir saat yüzme, sekiz kilometre yürüme, üç saat sürekli dedikodu. Bir de baktım, günü geldiğinde pantolonun içine serçeparmak farkıyla girebilmişim. Azmin zaferiydi bu.
* * *
İki partinin birden kongrelerini bir yazdım bu kadar olur.
Birinci kongreden sonra “Peeee!!” çeken Seyrek Bıyıklı Asabi Şahsiyet’in gözleri dolu dolu olmuş ve “Bunları bilseydim Cumhurbaşkanı adayı olmazdım..” demiş. Akif Beki’nin yalancısıyım.
İkinci kongreden sonra da “Mülayim Bakışlı Gözlüklü Şahsiyet” yazılarım üzerine duygusallaşmış “Ben partinin bu durumda olduğunu bilmiyordum..” diye sızlanmış.
İşte ülke demokrasisine ayar veren o risalelerimden sonra gazete yönetimi toplandı. İç sayfalarda da yazmama karar verildi.
Bugün o kararın icabını yerine getiriyorum.
Hürriyet okuruna Merhaba!
Paylaş