Bayramdan sonra nara!

Atasözü yukarıdaki başlık gibi başlıyor “Hoş geldin Bayram Ağa” diye bitiyor. Zamanın kaçmasına, israfına ve değişen hayata dair bir atasözüdür. Her zaman gideri vardır. Kadıköy derbisinde gördük ki bizim her ile modern bir stadyum yapma gayretimize de fena halde uyar!

Haberin Devamı

Kadıköy derbisinde tribünlerin bir kısmı yine boş kaldı.

 

Maç sırasında yaptığımız kafadan hesaba göre sekiz on bin koltuk boştu.

 

Oynanan da Fenerbahçe-Galatarasay maçıydı.Bazılarına göre, Türkiye’de insanların günler öncesinden kutlamaya hazırlandığı tek bayramıydı.

 

Bu maç yirmi beş sene önce, otuz sene önce Saracoğlu gibi harika bir stadyumda oynansaydı, insanlar geceden kuyruğa girerdi.

 

Stadyum önünde yatardı.

 

İçeriye giren seyirci kadar da dışarıda kalırdı.

 

***

 

Haberin Devamı

Yirmi beş sene önce, oturup “Yakında Fenerbahçe Taksim’e iki kilometre mesafede bir stadyumda lig maçı oynayacak.

 

En fazla dört bin seyirci gelecek, şaşmayın” diye yazsam alay konusu olurdum.

 

Yüzüme belki söylemezlerdi ama arkamdan “Yazık oldu, fena koparmış kafanın kayışını” deyip konuşurlardı.

 

Bunlar oldu. Yaşadık gördük.Korkum odur ki şekva konusu olan bu zamanların, gelecekte “Bunlar daha iyi günlermiş” diye anılması.

 

İNSANLAR DOYDU

 

BİR önceki hafta dokuz lig maçını toplam 78 bin seyirci bilet alarak izlemiş.

 

Maç başına sekiz bin seyirciyi bulmuyor.

 

Türkiye Cumhuriyeti hükümeti de haldır huldur stadyum yapıyor.

 

Sanki seyirci mevcut stadyumlardan taşıyormuş da acil yeni ve daha büyüklerine ihtiyacımız varmış gibi.

 

Antalya’da yapılan ve dün hizmete giren stadyumun hikâyesini Lig TV’den izledim.

 

Haberin Devamı

“İnşallah yanılırım” demeyi çok isterdim ne yazık ki o da boş kalacak.

 

Çünkü talebin çok üzerinde arz var.

 

Geçen Cuma yayıncı kuruluşun duayeni “Bir günde otuz iki canlı maç yayını yapıyoruz” diye övünüyordu.

 

Gaflet işte tam bu noktada başlıyor.Günde otuz iki maç.

 

Toplamı 56 saat eder. Yaşadığımız günün uzunluğu 24 saat. İkiye katla 48 saat.

 

Bir gün değil bir hafta yetmez.

 

İnsan futbolun delisi olsa bıkar, kusar.

 

Top gördü mü başını çevirir.

 

***

 

1950’li, 60’lı hatta 70’li yıllarda sinema maceraydı.

 

Bir çocuğun, ergen-in hatta gencin sinemaya gitmesi; kendi hayat dilimi içinde başlı başına bir şölendi.

 

Sonra tek kanal televizyon çıktı.

 

O bile üç sinemadan ikisinin batmasına yol açtı.

 

Haberin Devamı

Başımıza gelen yetmedi. Özel kanallar mantar gibi çoğaldı.

 

Onlarca yerel TV kanalını ayrı tutuyor-um, bugün ülke çapında yayın yapan on altı adet “ulusal” kanalımız var.

 

FİLME BOĞULDUK

 

KİŞİ Digitürk veya D-Smart gibi platformlardan birine üye ise kendisine (ulusal kanallarla birlikte) ayda yedi yüzün üzerinde sinema filmi servis ediliyor.

 

Dışarıdaki DVD piyasasını saymıyorum.

 

O kadar fazla film sununca “Oscar ödüllüsü de dahil” hiçbiri vatandaşı ekran başına toplamıyor.

 

Bu film kaçarsa öbürünü seyrederiz, deyip başka şeylerle ilgileniyorlar.

 

Dış dünyada kıyametler koparan filmlere bile burun kıvırıyorlar.

 

Futbolda geldiğimiz yer de böyle bir şey.

 

Haberin Devamı

Futbol seviyesi olarak bizden ileride kabul edilen, iki dünya şampiyonluğu kucaklamış bir Fransa’da dokuz spor kanalının naklen verdiği maç sayısı bizimkinin onda biri değil.

 

Oradaki stadyum doluluğu, tribün kapasitesinin yarısından fazla.

 

Biz ise “Formasını assa on bin kişi gelir” dediğimiz gişe şampiyonu Fenerbahçe’nin şehrin göbeğinde dört bin kişiye maç oynadığını gördük.

 

Bir başka sebep de “Passolig” aklıydı. 

 

Seyirciyi, cımbızla kaş aldırır gibi birer ikişer stadyumlardan uzaklaştırdı.

 

En hasta taraftar bile stadyumları unuttu.Bu iş böyledir.

 

Her hafta maça giden biri için o ritüeli bir kez bile kaçırmak yıkım gibidir.

 

Bir iki kez gidemeyip de kıyametin kopmadığını görürsen, maç günü geldi mi stadyuma koşturmayı sallarsın.

 

Haberin Devamı

Passolig insanımıza bunu yaptı, maça gitme alışkanlığını köreltti.

 

***

 

İnsanların çığırından çıkmasını, tribünleri terörize etmesini saymıyorum.

 

Kayseri’de gördük. 

 

Fener forması giydiği için kazık kadar bir adamın tacizine uğrayan ve babasının bağrına sığınmaya çalışan beş yaşındaki çocuğun dehşetini gördük. 

 

Yaptığından sıkılacağına o çocuğun üzerine yürüyen, kendisini durdurmaya çalışanlarla boğuşan taraftar müsveddesi bizleri insanlığımızdan utandırdı.

 

Hal böyle olunca, ancak parti kongrelerinde dolacağını bildiğim yeni tesisler beni heyecanlandırmıyor. 

 

Geçmiş olsun Bayram Ağa!

Yazarın Tüm Yazıları