Paylaş
Ben de gündemden kaçtım. Türkiye’nin “derin kültürünün” önemli parçalarından biri olan Raffi Portakal’ın gönderdiği kitaplara sığındım.
Önce tarih dalındaki uluslararası isimlerimizden Profesör Edhem Eldem’in dedesinin kardeşi olan Osman Hamdi Bey üzerine yazdığı “İzlenimler” adlı çalışmasının içine girdim.
* * *
Doğal olarak soy geçmişini bir de onun kaleminden okumak istedim. İbrahim Edhem Paşa’nın adından başka tek satır yok. “Niye”sini merak ettiğimden Raffi’yi telefonla arayıp, sorguya çektim.
Büyük ressamımız ve arkeoloğumuz Osman Hamdi’nin babası olan İbrahim Edhem Paşa, devrin önemli adamı Hurşit Paşa’nın Sakız’dan satın aldığı beş Rum çocuğundan biri.
Çocukları himayesine almış, Müslüman yapmış, okutmuş, ergenlik çağlarında da daha iyi bir tahsil için Paris’e göndermiş.
NİYE SUSULMUŞ?
İbrahim Edhem dönüşünde devlet hizmetine girmiş, hızla yükselmiş, hamisi Hüsrev Paşa gibi sadrazamlık makamına kadar çıkmış. Bu da bizim hürriyet şairimiz Namık Kemal’e şiddetli şekilde dert olmuş.
Oturup babasına bir mektup yazmış ve “Ben Hüsrev Paşa’nın Sakız’dan danesi 50 guruşa aldığı bir Rum kölenin hizmetinde çalışmam” demiş. Bereket versin babasının akil tavsiyeleri üzerine olayı daha ileri götürmemiş.
Okur, bu malumattan sonra Büyük Türk Ressamı Osman Hamdi Bey’in Rum asıllı olduğun anlamıştır. Derdim; bunu kafalara kakarak aidiyet üzerinden ortalığı karıştırmak değil.
Edhem Eldem hocanın bu ayrıntıya kitabında yer vermeyişinin sebebini anlamak, çekincesinin sebebini öğrenmek. Raffi’yi ararken bulmaya çalıştığım cevap buydu. Derdimi anlattığıma göre diğer kitaba geçebiliriz
Elimden bir türlü bırakamadığım, bitirip bitirip yeniden başladığım “Portakal’ın Yüzyılı” aldı kitaba.
* * *
Raffi Portakal’ın anlattığı, Enis Batur’un da editörlüğünü yaptığı bu kitap imparatorluktan Cumhuriyet’e akıp giden “sanat birikimimizin” tutanakları gibi bir şey olmuş.
Dört kuşaktır müzayedecilikle uğraşıp, maddi kültürün el değiştirmesine aracılık yapan Portakal Ailesi’nin fertleri de zamanın tutanaklarına geçen müthiş değişimin canlı tanıkları.
Kitabı koca bir yüzyılın; antikacılık ve sanat üzerine dillendirilmiş resmi tarihi gibi algıladım. Toplumun en alt sıralarından yola çıkıp başaranların, dolayısı ile zirvelere ulaşanların kültür biriktirme hikâyeleri.
ATA’NIN SAATİ
Kitapta yer alan yüzlerce anekdot içinde bayıldığım şey Atatürk’ün New York’ta müzayedeye çıkan Patek Philippe marka
kol saati.
Atatürk giyime kuşama meraklı olduğu kadar kol saatlerine de meraklı ancak onun devrinde ne Ankara’da ne de İstanbul’da “marka kol saati azarı” yok. Zaten bugün servet ödenen markaların o devirde bugünkü kadar kıymet-i harbiyesi de yok.
Atatürk’ün saat birikiminin temeli de ülkeyi ziyarete gelen liderlerin hediyeleri. Bizim iç siyasetin yağcıları da İsviçre’den bir şeyler taşımıştır, o kadar.
Ata’nın sofrasının “özel hallerinde” birinci harpten beri tanıdığı yakın arkadaşları “Paşam bize hiç saat hediye etmedin” diye tuttururlarmış. Hatta “Eliniz biraz sıkı galiba” diye laf da sokarlarmış.
O da sofrada oluşan mahalle baskısına dayanamayıp Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak Bey’den saat çekmecesini getirmesini istermiş. Gelen çekmeceyi arkadaşlarına gösterip, herkesin birer saat seçmesini istermiş.
Sonra Hasan Rıza Bey o çekmeceyi geri götürürmüş. Hesapta saatlerin kime verildiği kayda geçecek, dağıtım öyle yapılacak. Ertesi gün kimse saat alamazmış.
New York Sotheby’s’de 250 bin dolar başlangıç fiyatı ile müzayedeye çıkan saate Raffi Portakal, İstanbul’dan bir işadamı için talip olur. “600 bin dolara kadar çıkabilirsiniz” denen saat için arttırma yapılırken telefon iletişimi kesilir.
Raffi de inisiyatif kullanıp 850 bin dolara kadar çıkar ve Atatürk’ün saatini İstanbul’a geri getirir. Saatin son sahibi hâlâ Raffi’nin sırları arasında.
* * *
Siz de kendinizi bu ortamdan bir süreliğine sıyırmak istiyorsanız “Portakal’ın Yüzyılı” kitabını elinize almakla işe başlayın.
Bitirdiğinizde, sizi bilmediğiniz bir dünyada gezdirecek olan Raffi Portakal’a benim yaptığım gibi teşekkür edeceksiniz.
Paylaş