Paylaş
FUTBOLCU maçtan önce dikildiği TV kamerasının önünde “Puan veya puanlar almaya geldik” diye özetler ifadesini.
Maçtan sonra da “Önümüzdeki maçlara bakacağız” deyip, o günün bilançosunun altını çizer.
Türkiye futbolunun “Ortak Aklı” bu iki beylik cümle arasına sıkışmıştır.
Başka bir tarifle bu iki cümleyi kurabilenler “Akil Adamlar” sayılır. Kulüplerin yönetimi, federasyonlar bunlara emanet edilir.
“Bunlar” sözcüğünün içine yerleştirdiklerim tabii ki “soydan gelen yönetme hakkını” kullanabilenler, yani cins olarak asil sayılanlar.
* * *
Fukarayı adam hesabına koyan yok zaten. Maaşlı takımını da geç. Geriye baba parası ile ortalıkta gezinenler kalır. Elimizde “asalet ölçen bir post makinası” olmadığından biz bunları “asil” zannederiz.
Nerede yönetici aklı lazımsa, bunlardan birini çağırıp başımıza dikeriz.
Çünkü bunlar siyasi irade ile uyumlu olduklarından, emir komuta zincirinin dışına çıkmazlar.
KATSAYI ÇOK BÜYÜK
Lakin ikinci ve üçüncü kuşak zenginlerde daha çok görülen “sersemlik katsayısı” birinci kuşak zenginlerde yok.
Parayı bilek gücüyle kazanan, paranın değerini daha iyi bilir. Günü geldiğinde de icabını yapar. Tıpkı Ülker’in yaptığı gibi, üstelik lafını da esirgemez.
Ülker’in patronu Murat Bey’in federasyona yazdığı mektup, gündeme bomba gibi düştü. Hürriyet mektubu dibine kadar yayınladı, herkesin gözüne soktu.
Ben hâlâ taşıdığım, ihtiyaç halinde “umut” yerine de geçebilecek safiyetimle medyada kıran kırana bir tartışma bekledim. Bir iki ses çıktı o kadar. Geriye kalanı “Ne işim var benim böyle tartışmalarda” deyip, önüne baktı. Futbol deyimi ile “yan toplara” çıkmadılar.
Murat Ülker, basın ile paylaştığı mektubunda federasyonun başındaki zat-ı muhtereme “Avrupa’daki seyircileri görünce kıskanıyorum. Passolig sistemi daha esnek olabilirdi. On dört yabancı da yanlış karar. Üzülerek futboldan desteğimizi çekiyoruz” diyordu.
Federasyonun başına diktikleri zengin çocuğundan çıt çıkmadı. “Çekersen çek, bizim futbol markadır, sen gidersin onlarcası gelir” diyemedi.
Bir işin batıp batmadığını en iyi o işin başında duran bilir. Federasyon Başkanı da işin çorbaya döndüğünü biliyordu. İşin kötüsü, bu kararları tebliğ eden “Sağlam İrade”ye şunu şöyle yapsam mı acaba, diyecek hali yoktu.
Daha babasının 100 milyonunu eski kulübünden kurtaramamıştı. Başını öne eğip susmak en iyisiydi.
* * *
Bu karar nereden çıktı, derseniz Murat Bey’in mektubunda ayrıntısı var. Murat Ülker en son İngiltere’de bir maça gider.
Kendi ifadesiyle “Ortam inanılmaz güzeldir, müthiş keyif alır” ve tabii bu arada “marka” diye yutturulan Türk futboluna dokuz yıl içinde kaptırdığı 215 milyon dolar gelir aklına. Yaklaşık 500 milyon lira.
Doğal olarak, para kazanmayı bilen her akıllı adamın kendisine soracağı soru aklına gelmiştir.
En kibar tarifiyle “Ben de beslenme yetersizliğinden kaynaklanan algıda seçicilik hali olabilir mi?” sorusu.
GERZEKLiK KATSAYISI
İnsanların “kişisel bilgilerinin kayıt altına alınmasına sebep olan” Passolig sisteminden başlar sorgulamaya, olmayan “marka değerinin” nesine kanıp da para saydığı gerçeğinden başlar.
Bir gecede beş yabancıdan, on dört yabancıya geçişi anlayamadığını söyler. Mantık dışı, akıl dışı bulmuştur.
Biz aklını beğenmediğimiz birine rahatça “Bu yaptığın geri zekâlılıktır” deriz. Murat Bey okumuş ve kibar bir insan olduğundan, bizim gibi şirretleşemez. Nazik ifadeler kullandığı mektubunu okuyanların, ne demek istediğini anlayıp anlamayacakları işini Allah’a bırakır.
Söylediği özetle şudur:
“Spor adı verilen ve milleti gerzek yerine koyan düzeneğe her yıl ortalama 60 milyon lira aktarıyoruz.”
“Bizim grup olmasa voleybol ve basketbol ligleri de olmazdı.”
“Elimize rezillikten başka bir şey geçmedi.”
“Şimdi kendi kendimizi sorgulayıp biz delirmiş miydik, diye soruyoruz.”
“Bundan böyle bu sapkın düzene bir kuruş kaptırmayacağımızı ilân ediyoruz.”
* * *
Spor medyası, olayı olmamış gibi kabul edip önüne baksa da ben kararı alkışlıyorum.
Yılda 60 milyon lira ile onlarca başka iş yapılabilirdi. Misal, sokak çocuklarına kaliteli müzik eğitimi veren Barış İçin Müzik Vakfı’na elden bir 250 bin lira verip, yıl boyunca öğle yemeği yemeleri sağlanırdı.
Ali Nesin’in “Matematik Köyü”ne veya ilgisizlikten açlık sınırına gelen Nesin Vakfı’nın çocuklarına üç beş kuruş ayrılabilirdi. Yahut bilimsel araştırma niteliğinde bir çalışma desteklenirdi. Bundan sonra olur inşallah.
Murat Bey’den beklenen ikinci adım “futbolumuzun marka değeri vardır” diyenlere karşı “nitelikli dolandırıcılıktan” dava açmasıdır.
Şahitlik için hazırım.
Paylaş