Paylaş
Gazete bilmeceleri çok yüksek zekâ isteyen şeyler olduğundan üzerime bir “akademisyen ciddiyeti” gelmiş, kare kare boşluk dolduruyorum.
Soru: Gezinme hali.. Cevap: Yedi kare. “Gezinmek”.
Doğal olarak sözcüğü tarif eden başka bir sözcük arayışına giren her “bulmaca sever şahıs” cevabın manasızlığı yüzünden şoklanır.
Ama ben alıştım. O bulmacaları hazırlayan arkadaşın maaşından yana mutlu olmadığını ve insanların zekâsı ile kafa bulmayı hobi edindiğini biliyorum.
***
Bulmacanın tam ortasında telefon çaldı ve yazlık sinema perdesi heybetindeki ekranında Sedat Ergin’in mübarek yüzü göründü.
Huy edinmişim. Kimin numarasını rehbere koyuyorsam, kişi elimin altındaysa fotoğrafını da çekip ekliyorum. Böylece zil çaldığında, ekranda beliren kocaman portresinden kimlik tespiti yapabiliyorum.
Kiminin fotoğrafını da Google’a girip “görselleri” tuşlayarak buluyorum. Sedat Ergin için de öyle yapmışım. Google’dan, isminin altındaki görseller tuşuna basıp oradan bir kare seçmişim.
BOSTANCIBAŞI GELMİŞ GİBİ
Sedat Ergin’in her arayışında o portresini görüp, şöyle bir irkiliyorum. Hani padişah sadaret mührünü geri almak için Bostancısını Sadrazam’a gönderir de o da adamı görmesiyle irkilir ya!
Sedat Ergin’in beni cepten araması benim bünyede “kellesi gitti gidecek sadrazam” etkisi yaratıyor. Sebebi de seçip rehberime eklediğim fotoğrafıdır.
Kabahat bende değil Google’de.
Sedat Ergin’in bir tane gülen portresi yok. Oradaki karelerin tamamında kaşı çatık, suratı asık. Ne zaman biri yüzüne objektifi tutsa “sünnetçisine kızan uslu kaymakam çocuğu gibi” bakmış.
Cep telefonu üzerinden göz göze gelmemiz, her seferinde bünyemde “kelebek etkisi” yaratıyorsa, sebebi bu bakışlardır.
Spor sayfasında Galatasaray yönetiminin “liseli kanadı” için bir yazı yazmıştım.
O yazının anafikri “Herkes gibi Galatasaray Lisesi mezunları da fitrelerini zamanında versinler” şeklindeydi.
Lakin benim yazıdan “o liseyi bitirenlerin kısm-ı umumisi Fransızcayı Gerard Depardieu kadar iyi konuşamaz” gibi bir mânâ çıkmış.
Haliyle lisenin seçkin mezunları alınmışlar.
(Muhtemelen Sedat Bey’i on bin altı yüz kırk yedi kere arayıp hissiyatlarını ifade etmişlerdir.) Genel Yayın Müdürüm de o yazının yeterince objektif olmadığını, kendisinde bile aynı hissiyatı yarattığını söylemek için beni aramış.
***
Fıtratında zarafet mevcut olduğundan “Ulan oğlum! Otur, adam gibi yazı yaz!” diyeceğine üşenmedi, telefon marifetiyle, teknoloji üzerinden “Objektif yazarlık nasıl olmalı” temalı bir konferans verdi.
Lafını bitirdiğinde “gazetecilik üzerine doktora yapmış kadar” oldum. Kafamın içi bir magazin editörünün kafası gibi ışıldıyordu.
Galatasaray Lisesi mezunlarına oturduğun köşeden laf sokmanın vücutta isilik yaptığını artık anlamıştım.
BURASI YANLIŞLIKLAR ÜLKESİ
Belediye karar almış, heykeltıraş da yapmış. Çanakkale’de savaşan iki Mehmetçiğin heykelini dikmişler. Teması da şöyle:
Mehmetçiklerin biri yaralı, elini kendisini geri hatlara taşıyacak arkadaşının omzuna atmış.
Diğeri de bir elinde tüfek, diğer eli arkadaşının belinde yürüyor.
Heykelde önemli hatalar var. Misal, Mehmetçik’in belindeki palaskalar Amerikan malı, Deniz Piyadeleri kullanıyor.
Tüfek Amerikan yapımı M1 modeli ve ilk kez İkinci Dünya Savaşı’nda kullanılmış. Bizim ordunun ayağa sarılan dolakları kancasız.
O heykel sanatın tacizine uğramış bir ilin meydanında sabah akşam “Ben yanlışım” diye dikilip kimseyi rahatsız etmezken, benim yazıdaki Fransızca tespitlerine gösterilen hassasiyet gururumu okşadı.
Bu vesile ile Galatasaraylı arkadaşlara yaptığım haksızlığı düzeltmek vicdan borcu oldu.
Bunu da bir fotoğrafın yan etkisiyle değil, gönülden yapıyorum. Pardon!
Kıssadan hisse: Zurnacının karşısında limon yenmez.
Paylaş