Paylaş
Ekonomideki tablo 5-6 ay öncesine göre çok farklı. Herkes hesabını yeni baştan yapıyor, geleceği kestirmeye çalışıyor. Ancak bu çok da kolay bir iş değil. Bir taraftan Amerikan Merkez Bankası’nın (Fed) politikalarındaki dalgalanma bir taraftan da Suriye başta olmak üzere dış kaynaklı yükselen tansiyon ekonominin geleceğine ilişkin tahminleri oldukça güçleştiriyor. İşte biz de bu ortamda mikrofonu TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz’a tuttuk. Yılmaz, TÜSİAD’ın 20 Eylül’deki YİK toplantısı öncesinde gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi.
KENDİMİZ KRİZ YARATMAYALIM
FED’in parasal sıkılaştırma politikası izleyeceğinin anlaşılması sonrasında ekonomi yönetiminin eylem ve söylemlerini yeterli ve doğru buluyor musunuz?
-Türkiye ekonomisinin 2008-2009 döneminde küresel krizle birlikte yaşamış olduğu durgunluk, ekonominin iyi yönetimi ve uluslararası sermaye piyasalarında doğan fırsatlar sayesinde atlatıldı. Artık, gelişmiş ülkelerdeki yeniden toparlama eğilimi olağanüstü genişleyici para politikalarından çıkılmasını gerektiriyor. Bu durumda, bizim de içinde olduğumuz gelişen piyasa ekonomilerinin yüksek oranlarda büyümelerini sağlayan likidite bolluğu sona erecek. Cari açıkların finansmanı zorlaşacak. Cari açığı eski düzeyde finanse edemeyeceğimize göre dış kaynak girişi ile dış tasarruf ihtiyacı arasındaki dengeyi teorik olarak ya faiz ya kur sağlayacak. İkisini birden kontrol etme çabası, ikisinin birden kontrolden çıkması sonucunu yaratabilir. (İkisini birden kontrol etmek teorik olarak mümkün değildir.) Bugünkü para politikası yaklaşımı, enflasyon hedeflemesini, kurun piyasada belirlenmesini ve politika faizinin bir araç olarak kullanılmasını gerektiriyor. Bu konuda her kurumun kararlı ve net olması ve bu anlayış çerçevesinde tam bir eşgüdüm içerisinde çalışması beklenir. Türkiye ekonomisinin temelleri dönemsel dalgalanmalara dayanıklıdır, yeter ki kendimiz kriz yaratmayalım!
KUR FARKI ZARARI KARŞILANMALI
2 TL’nin üzerine çıkan kurların ekonomiye ve iş dünyasına nasıl yansımasını bekliyorsunuz?
-Dalgalı döviz kuru uygulanan bir ekonomide döviz kurunun düzeyi üzerine yorum yapmak doğru değildir. Ancak, kur oynaklığının dikkatle izlenmesi gerekir. Ucuz Türk Lirası’ndan sürdürülebilir bir rekabet gücü çıkmaz. Aksine, enflasyonun rekabet gücümüzü nasıl zaafa uğrattığını uzun yıllar hep birlikte yaşadık. Ekonomide fiyat istikrarı önceliğini terk etmemeliyiz. Hiç unutmayalım, döviz kurunun yatay bir seyir izleyerek TL’nin değerlendiği bir dönemde bile Türkiye ekonomisi ihracatını istikrarlı bir şekilde arttırmayı başarabildi. Ucuz TL’den ihracata katkı bekleyenler bunun borç stokları üzerindeki etkisini de dikkate almalılar. Özel sektörün dış borçlarının Türk lirası karşılıkları, 30 Nisan-2 Eylül arasındaki kur artışı nedeniyle, yaklaşık yüzde 15 arttı. Bu kur farkı zararlarının karşılanması gerekecek. Kaynaklarımızın daha büyük bir kısmını borç ödemeye ayıracağız. Yatırım ve istihdam da bu ölçüde olumsuz etkilenecek.
Sizce de yeni bir programa ihtiyaç var mı, bu ekonomiye yeniden ivme kazandırır mı?
-Evet, yeni yılın ekonomik programı ve hazırlanmakta orta vadeli programın küresel gelişmeleri dikkate alan yeni bir anlayışla ele alınmasını beklemek gerekir. Türkiye yeniden büyümeye başlayan gelişmiş ekonomiler ile olan ticaret hacminden dolayı şanslı ve yüksek büyüme potansiyeline sahiptir. Öte yandan çözüm sürecinin başarısıyla ekonominin dışında kalmış olan önemli bir bölgenin, ekonomiye yeniden kazandırılması söz konusudur. Bu yönüyle, Türkiye hem doğusundan hem batısından olumlu yönde ayrışma ihtimalini halen koruyor. Elbette, bekleyen bir seri yapısal reform alanındaki performansımız da bu ayrışmayı güçlendirecek potansiyele sahip. Vergi sisteminde ihtiyaç duyulan reform, kayıt dışı ile mücadele, enerji piyasalarının liberalleştirilmesi, işgücü piyasasının güvenceli esneklik yapısının geliştirilmesi ve elbette bağımsız düzenleyici ve denetleyici kurumların arzu edilen verimlilikte çalışabilmeleri hemen listenin başına yazabileceğimiz alanlar olarak karşımıza çıkıyor.En temel mesele ise, iç tasarrufların sürdürülebilir bir büyümeyi finanse edebilecek düzeye ulaşmasıdır.
BÜYÜME İÇİN TEDBİR ÖNEMLİ
Küresel gelişmeleri dikkate alan yeni bir anlayışla program oluşturulması gerektiğine dikkat çeten TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz, “En temel mesele ise, iç tasarrufların sürdürülebilir bir büyümeyi finanse edebilecek düzeye ulaşmasıdır” dedi.
YATIRIM VE İSTİHDAM ETKİLENİR
Yılmaz özel sektörün dış borçlarının TL karşılığının, son dört ayda kur artışı nedeniyle, yaklaşık yüzde 15 arttığına dikkat çekerek “Kaynaklarımızın daha büyük bir kısmını borç ödemeye ayıracağız. Yatırım ve istihdam da bu ölçüde olumsuz etkilenecek” diye konuştu.
MERKEZ’İN İTİBARI KORUNMALI
BAZI dönemlerde ekonominin imkânlarının önüne geçen popülist beklentilerin artığını belirten Yılmaz, “Bu beklentilerin oluşturacağı risk algılarını dengeleyecek olan ve mali piyasalarda ülkenin kredibilitesini sağlayacak olan Merkez Bankalarıdır” dedi.
Merkez’in özerkliğine gölge düşmezse sorun yok
Merkez Bankası’nın bu dönemde izlediği politikaları doğru buluyor musunuz? Özellikle dolar kurunda izlenen politika iş dünyasına güven veriyor mu?
-Önümüzdeki bu dönemde Türkiye’nin ihtiyaçları ve potansiyeli makul bir cari açık ile %4-5 büyümeyi istikrarlı bir şekilde sürdürmeyi gerektiriyor. Zaten Merkez Bankası’nın da görevi, bu potansiyel büyüme eğilimiyle uyumlu bir para politikası çerçevesi oluşturmak, fiyat istikrarını ve finansal istikrar ortamını sağlamaktır. Merkez Bankası’ndan başka bir görev beklenmemesi gerektiğini düşünüyorum. Merkez Bankası’nın bağımsızlığına, özerkliğine gölge düşmediği sürece tedirgin olmaya gerek yok. Bazı dönemlerde ekonominin imkânlarının önüne geçen popülist beklentiler artar. Siyaset üzerindeki bu beklentilerin baskısı yoğunlaşır. Bu beklentilerin oluşturacağı risk algılarını dengeleyecek olan ve mali piyasalarda ülkenin kredibilitesini sağlayacak olan Merkez Bankalarıdır. Bunun bilincinde olmamız ve Merkez Bankası’nın itibarını dikkatle korumamız gerekir.
BM, Suriye için yeni çözüm bulmalı
Suriye ile ilgili gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz. Türkiye’ye olası etkileri nelerdir?
-Dünya şu ya da bu nedenle Suriye’deki insanlık faciasına ya seyirci kaldı ya da çıkarlarını gözeterek felaketin derinleşmesine katkı yaptı. Diğer yandan, kimyasal silahların kullanılması dünyada savaş hukukunun bir parçası haline gelmiş bir tabuyu kırdığı ve kırmızı çizgileri aştığı için sert tepki gördü. Öncelikle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin bu soruna bir çözüm bulamamış olması çok üzücü, halen bir askeri müdahale olmadan, uluslararası diplomasi ile sürecin çözülebileceği umudunu korumak istiyoruz. Askeri müdahalelerin sonuçları malum, çevremizde sayısız örnek var. Askeri müdahale Türkiye açısından da vahim sonuçlar doğurabilir. Suriye rejiminin böyle bir askeri müdahaleye nasıl karşılık vereceğini kestirmek mümkün değil. Sürecin nasıl ilerleyeceğine yönelik tahmin yapmaktansa Suriye’de kalıcı bir istikrarın politik alt yapısına yönelik uluslararası diyaloğun geliştirilmesinden yanayız.
‘Gezi’ çok önemli bir tecrübe oldu
Gezi olayları sonrasında tırmanan siyasi gerilimin artık geride kaldığını düşünüyor musunuz?
-Gezi hareketi temel hak ve özgürlükleri kullanma ve çevresel sürdürülebilirlik açısından bir demokratik refleks ve katılımcılık örneği oldu. Çok daha iyi yönetilebilir, provokasyonlara zemin hazırlanmasının önüne geçilebilir, ölümlerle ve orantısız güç kullanımıyla değil demokratik standartlar açısından bir referans noktası olarak anılabilirdi. Artık dünyada demokrasi ve bireysel özgürlük bekleyişi daha yüksek bir seviyeye ulaşmıştır, bu bekleyişin yönetimler tarafından iyi okunması gerekir. Aksi durumlarda, çeşitli örneklerde de gördüğümüz gibi toplumsal gerginliğin artması önlenememektedir.
Çözüm sürecinden artık dönülemez
Çözüm sürecinde gerileme olduğu ifade ediliyor. Sizce herkes üzerine düşeni yeterince yapıyor mu?
-Çözüm süreci çok ağırlıklı olarak TÜSİAD’ın gündeminde. 1996 Demokratikleşme Raporu’nda da bu sorunun çözümünün demokrasi içinde olması gerektiğini ve olabileceğini savunduk, yasal düzenleme yollarını gösterdik. Türkiye 18 yıl sonra o noktaya geldi. Kopenhag Kriterleri’ne uyum sürecimizi tamamlamamız yeterli. İyi bir demokratikleşme paketi ve o bölgelerde bölgesel kalkınma politikalarının ciddiyetle ve etkili bir şekilde ele alınması çözüm sürecini hızlandıracaktır. Artık, geri
dönülemez bir noktaya geldik. Kamuoyu desteği var. TÜSİAD Cizre Zirvesi bu sürecin en iyi göstergesi. Bu fırsatı kaçırmamamız lazım.
Paylaş