Paylaş
Ölümünün 1990’larda güneydoğuda yaşanan faili meçhullerden fazla bir farkı yok.
O zaman devlet içinde özel görev verilen asker-sivil bazı tetikçiler, PKK’yı desteklediğini düşündükleri insanları kaçırdıktan sonra kurşunlayıp cesetlerini yol kenarına atıyorlardı.
Şimdi kafaya kurşun sıkmıyorlar. Mesela polis, günümüzde daha çok biber gazına boğuyor hedef kitleyi. Bazen de tüfekle hedef alıp biber gazı kapsülünü ateşliyor.
Bu, AK Parti döneminde artık kurumsallaşmış olan postmodern tarzda faili meçhul kategorisidir.
Yöntemler farklı olsa da, eskisiyle yenisi aynı ortak paydada buluşuyor. Tetiği çekenler yaptırım görmüyor. Çünkü, dün olduğu gibi bugün de failleri bulmak mümkün olmuyor.
Siz AK Parti iktidarının geçmiş dönemin faili meçhullerinin üstüne gidiyor gibi yapmasına aldanmayın. Onların faili meçhullere tavırlı oluşları yalnızca ve yalnızca geçmişin cinayetleriyle sınırlıdır. Kendi dönemlerindeki cinayetleri görmezler.
Hani bazen diyorlar ya gözleri var görmez... Onun gibi.
* * *
Berkin, 16 Haziran 2013 günü sabahı Okmeydanı semtinde bakkaldan ekmek almaya giderken biber gazı kapsülünün başına isabet etmesi sonucu bitkisel hayata girdi ve dün hayata gözlerini kapadı. Son nefesini verdiğinde 16 kiloya düşmüştü.
O sabah yolda yürürken, çelimsiz bedeninin tam üstüne nişan almış olan polis görevlisinin farkında değildi. Poligondaki hedefe ateş eder gibi bastı tetiğe polis. Tam isabet... Çocuk devrildi.
Hatay’da da 3 Haziran günü Gezi direnişi ile dayanışma için düzenlenen gösteriye katılan Abdullah Cömert (22) de -yine tam isabetle- biber gazı kapsülünün kafasına çarpması sonucu ölmüştü. Kapsül Cömert’in burnundan içeri girmişti.
Berkin’in vurulmasından bu yana yaklaşık dokuz ay geçtiği halde ona biber kapsülüyle ateş eden polis görevlisi bulunabilmiş değil. Keza Abdullah Cömert’i öldüren polis görevlisi de tespit edilemedi.
Gaz kapsülünün çarpması sonucu yaralanıp sakat kalanların durumunda da tablo çok farklı değil. Failler çoğunlukla bulunamıyor.
Yoksa başka bir ülkenin ajanları mı gelip ateşliyor bu silahları. Uzaylılar mı?
* * *
Bunun adına “cezasızlık kültürü” deniyor. Bu kavram, vatandaşların hak ihlaline yol açan kamu görevlilerinin bulunamaması, bu ihlallerle ilgili açılan soruşturmaların sonuçsuz kalması, sorumluların yaptırım görmemesi anlamında kullanılıyor. Özetle bir ceza muafiyeti rejiminden yararlanıyorlar; hesap verilmiyor...
İşkenceyi yapan, vatandaşa karşı şiddete başvuran, orantısız güç kullanan, hatta bizzat hedef alarak insanların ölümüne yol açan polisler, ceza görmeyeceklerini, amirlerinin onları şefkatli kollarıyla sarmalayacağını biliyor. Kurumsal kültürleri bu.
Siyasal iktidarın, sırtlarını sıvazlayacağından, yakalanmaları, hesap vermeleri yönünde ciddi irade sergilemeyeceğinden çok eminler. Bu başlıkta polisin “paralel” olup olmaması bir mesele değil herhalde.
Sorumluların bulunduğu durumlarda da yargıda –çoğu zaman- takipsizlik kararı verileceğini ya da dosyaların muhtelif hukuki yöntemlerle ötelenip zamanaşımına sokulacağını öngörebiliyorlar.
Yargı önüne çıktıkları takdirde dosyaya bakan savcı ve hâkimlerin genellikle devleti vatandaşın üstünde tutan bir anlayışla hareket edeceklerini kestirmeleri çok güç değil. Çünkü vatandaşların haklarının ihlaliyse mesele, Türkiye Cumhuriyeti’nde adaletin terazisi önceden biraz “ayarlıdır” sizin anlayacağınız. Terazinin devlet tarafındaki kefesinde her seferinde görünmeyen kuvvetli bir ağırlık vardır.
* * *
İnsan hakları ihlalleri söz konusu olduğunda, cezasızlık kültürü anlamında “Eski Türkiye” ile AK Partililerin iftiharla övündükleri eserleri “Yeni Türkiye” arasında hiçbir fark yoktur. Kamu görevlileri bu ihlaller karşısında dün ne kadar cezadan bağışıksa, bugün de aynı bağışıklıktan yararlanmaya devam etmektedirler.
Daha doğrusu, Türkiye yine Türkiye’dir.
İşte bu güven duygusuyla Berkin’e nişan aldı polis görevlisi. Elinin serbest olduğunu biliyordu. Onu kutsayacak büyük bir iradenin koruması altındaydı.
Tetiği çekiverdi. Bir çocuk yere düştü.
Paylaş