Paylaş
Türkiye, Çeçenistan'ın Rusya ile ilişkilerinde yarattığı bunalıma benzer bir sıkıntıyı bu kez Doğu Türkistan sorunu nedeniyle Çin Halk Cumhuriyeti ile ilişkilerinde yaşıyor.
Sıkıntının kaynağında, Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nden göç ederek Türkiye'ye yerleşen Türklerin faaliyetlerinin zaman zaman Çin'in toprak bütünlüğünü hedef alan bir içerik kazanması yatıyor. Bu faaliyetler, Doğu Türkmenistan Göçmen Dernekleri ile Doğu Türkmenistan Vakfı'nda odaklanıyor.
Pekin'deki rahatsızlığı derinleştiren ve Ankara'ya dönük şüpheci bir bakışın yerleşmesine yol açan nokta, söz konusu derneklerin bazı siyasi partilerden ve devlet görevlilerinden de destek görmesi.
Nitekim, ANAP-DSP-DTP koalisyonunun dış Türklerden sorumlu Devlet Bakanı Prof. Ahad Andican'ın, geçen kasım ayında bu vakfın toplantısında yaptığı konuşmada ‘‘Doğu Türkmenistan'ın bağımsızlığından’’ söz etmesi, ilişkilerde ciddi bir soğukluğa yol açtı.
Pekin, Sincan Özerk Bölgesi'nin, tanınmış sınırları içindeki egemenlik alanı olduğunu belirterek, bu konuşmanın doğrudan kendi toprak bütünlüğünü hedef aldığını Ankara'ya duyurdu.
Çin, yalnızca diplomatik kanallardan rahatsızlık ifadesiyle yetinmedi; ardından, elindeki kartları Türkiye'ye karşı kullanmaya başladı.
Bunun en belirgin göstergesi, geçen aralık ayında BM Güvenlik Konseyi'nde Kıbrıs konusunda yapılan görüşmelerde, konseyin daimi üyesi Çin'in Kıbrıs Rum Yönetimi'ni destekleyen bir karar tasarısının kabul edilmesinde başı çekmesi oldu.
Çin, bu tavrının Türkiye'nin Doğu Türkistan konusundaki ‘‘dikkatsiz tutumuna’’ bir karşılık olduğunu Ankara'ya bildirmeyi de ihmal etmedi.
Bu misilleme, Ankara'daki etkisini kısa sürede gösterdi. Mesut Yılmaz, başbakanlıktan ayrılmasından kısa bir süre önce (23 Aralık) bir genelge yayınlayarak, bütün devlet kademelerine Çin Halk Cumhuriyeti'ni rahatsız edebilecek davranışlardan kaçınılması talimatını verdi.
Genelgede, söz konusu vakıf ve derneklerin toplantılarına bakanlar da dahil olmak üzere kamu görevlilerinin katılmamaları, kutlama mesajları göndermemeleri, bu toplantılarda Doğu Türkmenistan bayrağı asılmaması, Çin bayraklarının yakılmasının engellenmesi gibi önlemler öngörülüyor.
Sorunun Türkiye açısından yarattığı şu açmazlar var:
Birincisi, Doğu Türkistan bütün uluslararası kuruluşların raporlarıyla da belgelendiği gibi, ciddi insan hakları ihlallerine sahne oluyor. Türkiye, ‘akrabalık bağları’nın etkisiyle bu ihlallere kayıtsız kalmadığını gösterme baskısı altında.
İkincisi, PKK faktörüyle yakından ilişkili. Türkiye, bu örgütün yurtdışındaki faaliyetlerinin himaye görmesini nasıl kendi toprak bütünlüğünü hedef alan hasmane davranışlar olarak nitelendiriyorsa, Çin de Türkiye'ye dönük rahatsızlığını aynı tez üzerinde gerekçelendiriyor.
Bir de Çeçen faktörü var. Rusya'ya karşı bağımsızlık talep eden ayrılıkçı Çeçen grupların geçmişte Türkiye'deki resmi devlet kanallarından himaye gördüğü, bu gruplara para ve silah yardımı yapıldığı bir sır değil.
Rusya, bu desteği toprak bütünlüğüne bir tecavüz sayarak, Türkiye'deki PKK sorunu ile paralellik kurmuş, ardından da PKK kartını kullanmıştı.
Türkiye, Çeçen ayrılıkçılara verdiği desteğin bedelini ağır bir şekilde ödedikten sonra, bu kez Çin ile ilişkilerinde benzer bir yol ayırımına girmiş bulunuyor.
Paylaş