Paylaş
Tarih 4 Şubat 1979. O günden yine zihnime yerleşmiş zaman kesitleri... Maçka’dan Teşvikiye Camii’ne doğru giden uzun kortejde cenaze arabasının arkasındaki çelenkleri taşıyan gazetecilerden biri de bendim. O sırada sarı basın kartına henüz hak kazanmıştım.
Tam 40 yıl sonra dün Abdi İpekçi’yi anmak üzere Zincirlikuyu Mezarlığı’ndaki kabrinin önünde kızı Nükhet İpekçi’nin yanında toplanmıştık.
Türkiye’de ve Türk basınında Abdi İpekçi’siz bir 40 yıl geride kalmıştı.
Dünkü törenler işte bu 40 yılın muhasebesini yapmak, onun gazeteciliğini ve temsil ettiği değerleri hatırlamak, onların üzerine düşünmek için bir vesile oldu.
Milliyet Genel Yayın Yönetmeni Mete Belovacıklı ve arkadaşlarının 40. ölüm yıldönümünde İpekçi’yi anmak üzere hazırladıkları etkileyici sergiyi gezerken karşıma çıkan bir sürpriz, onun gazeteciliğini anlamak açısından her şeyi yerli yerine oturttu.
Duvarda asılı dev bir fotoğrafta Abdi İpekçi, İsmet İnönü’yle mülakat yaparken görülüyor. İsmet Paşa, bu fotoğrafı imzalayıp İpekçi’ye gönderirken “Darılmadan çekişmeğe alıştığımız Sevgili Apti İpekçi için, 1969” diye not düşmüş.
Bu ifadede İsmet Paşa’dan zarif bir dokundurma var.
Birden yıllar sonra 2005 yılında Milliyet Genel Yayın Yönetmeni olarak İpekçi’nin koltuğuna oturmak üzere Ankara’dan İstanbul’a giderken Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e yaptığım nezaket ziyaretini hatırladım. Demirel, uzun uzun İpekçi’nin şahsını ve gazeteciliğini övmüş, ancak bir siyasi olarak kendisinden beklediği desteği hiçbir zaman alamadığını söylemişti.
Sizin anlayacağınız İsmet Paşa gibi o da biraz dokundurmuştu Abdi Bey’e. Ama muazzam bir saygıyla...
Hem İnönü hem de Demirel’le -darılmadan- biraz çekişmeli durumlar yaşaması, Abdi İpekçi’nin önde gelen siyasilerle yakın olmakla birlikte aslında mesafesini koruyarak nasıl bir denge noktasında durduğunu da gösteriyor.
Dün Milliyet gazetesinin düzenlediği panelde İpekçi’yi anlatan, kendisiyle en uzun süre birlikte çalışmış gazeteci unvanına sahip duayenimiz Sami Kohen’in değerlendirmesi de aynı yöndeydi.
Kohen, İpekçi’nin gazeteciliğinin öncelikle “objektif” ve “dengeli” olduğunu vurguladı; bu arada “uzlaşıcı” yönüne özellikle vurgu yaptı, “kavgacı değildi” diye konuştu. Abdi Bey, bütün bu değerlerin bir bileşkesi olarak Türkiye’de sağduyunun sesiydi.
İşte onun canına kasteden odağın hedefi, aynı zamanda Abdi Bey’in kişiliği ve duruşuyla özdeşleşmiş olan bu değerlerdi. Onu öldürerek, bir kaosa sürüklemek istedikleri Türkiye’nin dengesini, ayarlarını sarsmak, uzlaşmayı değil kutuplaşmayı körüklemek ve ülkenin sağduyusunu körleştirmek istemişlerdi. Ne yazık ki, o dönemde bu hedeflerine ulaştılar da.
1 Şubat 1979, Türkiye’nin o tarihte bu değerlerin en önemli sembolünü, en sağlam savunucusunu yitirdiği gündür.
Abdi İpekçi, Türk basınına yerleştirdiği evrensel gazetecilik ölçüleriyle bir büyük müesseseydi. Bu tür müessese şahsiyetler öbür dünyaya göç etseler bile, geride bıraktıkları miras, yerleştirdikleri gelenekler, yükselttikleri çıta ölümlerinden sonra da yol göstermeye devam ederler.
Ölümünün ardından 50 yıl ya da 60 yıl da geçse de Abdi İpekçi bir müessese olarak Türkiye’ye ve Türk basınına ışığını saçmaya devam edecek.
Bu, Abdi İpekçi’yi öldürenlerin mutlak yenildikleri, hiçbir zaman geçemeyecekleri bir eşiktir.
Ölümünün 40. yıldönümünde hatırası önünde saygıyla eğiliyor, onu çok özlüyoruz.
Paylaş