Paylaş
Aslında aralarında birlikte hareket edenler pekâlâ var. Ama onların tam aksine, birbirleriyle çatışma halinde, kanlı bıçaklı olan bir dizi küresel ve bölgesel aktör de aynı pozisyonda duruyor bu kümelenmede.
Hepsini birleştiren konu, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde yeni bir askeri harekât gerçekleştirme yönündeki niyet açıklamalarına karşı çıkmalarıdır.
Erdoğan’ın geçen 23 Mayıs’taki kabine toplantısından sonra Suriye’nin sınırı boyunca “Güvenli bölge oluşturmak için başlatılan çalışmaların eksik kalan kısımlarıyla ilgili yeni adımların yakında atılmasına başlanacağını” belirtmesiyle birlikte, Türkiye’nin askeri harekât ihtimali, uluslararası politikanın gündemini meşgul eden kritik konulardan biri haline gelmiştir.
ASTANA ORTAKLARI RUSYA VE İRAN’DAN İTİRAZ
Her yönüyle kendine özgü, paradokslar da barındıran bir karma çıkıyor karşımıza.
Örneğin, eksenin bir ucunda İran yer alıyor. İran bu harekâta karşı olduğunu, geçen hafta doğrudan ülkenin en önemli güç merkezi olan dini lideri Ayetullah Ali Hamaney üzerinden duyurmuştu.
Hamaney, geçen salı günü Tahran’da Astana formatında düzenlenen üçlü zirve sırasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmesinde “Suriye’nin kuzeyine askeri bir saldırının hem Suriye hem Türkiye hem de bölgeye zarar vereceğini” söylemişti. Hamaney’in Erdoğan’a bu mesajı verdiği, İran yönetiminin web sitesi üzerinden uluslararası kamuoyuna da duyurulmuştu.
Kümenin bir diğer diğer merkezinde Rusya var. Rus devletinin muhtelif kademelerdeki temsilcileri, geçen mayıs ayı sonundan bu yana Kremlin’in Türkiye’nin harekâtına karşı olduğunu sürekli bir şekilde kayda geçirmiş bulunuyor.
Rusya Lideri Vladimir Putin ise bu niyetlere sıcak bakmadığını geçen hafta Tahran’da Türkiye’nin harekâtına açıkça değinmeden genel ifadelerle hissettirdi. Putin’in “Suriye’nin kuzeyi”ne atıf yaparak “Durumu nasıl organize edeceğimiz ve nasıl istikrar kazandıracağımız hususunda görüş ayrılığı var... Bize göre uzun dönemli istikrarlı bir durum yaratmak için bölgeyi olduğu gibi Şam’daki resmi otoritelerin kontrolüne bırakmak gerekir” şeklindeki sözleri, bir askeri operasyona yeşil ışık yakan bir ton taşımıyor.
PAZARTESİ GÜNÜ AUSTIN’DEN AKAR’A GELEN TELEFON
ABD yönetimi de gerek kamuoyuna yaptığı açıklamalar gerek diplomatik görüşmelerde kapalı kapıların arkasından verdiği mesajlarla Türkiye’nin harekât planları karşısında oldukça kuvvetli bir itiraz ortaya koymuş bulunuyor.
ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin’in geçen pazartesi günü Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’la telefon konuşması, bu yöndeki en son hamleydi. Amerikan tarafının görüşmenin içeriğiyle ilgili açıklamasında birinci vurgunun “Suriye’deki istikrarın korunmasının önemine” verilmesinden, Austin’in Türk muhatabına aktardığı mesajı tahmin etmek hiç de zor değil.
“Suriye’de istikrarın korunması” teması, ABD Başkanı Joe Biden’ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile tam bir ay önce 29 Haziran’da Madrid’de yaptığı görüşmeden sonra da karşımıza çıkmıştı.
Bu arada Erdoğan’ın geçen salı akşamı Tahran dönüşü Suriye’ye askeri harekât konusunun Türkiye’nin gündeminde durmaya devam ettiğini söylemesi, Almanya’nın da tepki vermesine yol açtı. Almanya Dışişleri Bakanlığı bunun üzerine, bir askeri harekâtın “Suriye’de bölgedeki insanlar için zaten sorunlu olan durumu daha da ağırlaştıracağını ve DEAŞ’ın yeniden canlanmasına neden olabileceğini” belirtti.
Berlin’in bu görüşünün Avrupa başkentlerinin önemli bir bölümünün bakışını yansıttığını söylemek hata olmaz.
İSRAİL DE ABD’Yİ DEVREYE SOKMAYA ÇALIŞIYOR
Arap Birliği’nin de geçmişte her seferinde Türkiye’nin Suriye’deki harekâtlarına son vermesi yönündeki çağrıları hatırlandığında, o cephenin havasını okuyabilmek hiç de zor değildir.
Ayrıca, ABD’de faaliyet gösteren “Axios” isimli haber sitesinin geçenlerde İsrail kaynaklarına dayandırdığı bir haberine bakılırsa, İsrail de bu ihtimalden rahatsızdır. Habere göre, İsrail’in Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı Eyal Hulata, ABD Başkanı’nın Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ı arayarak ABD yönetiminin Türkiye’yi durdurmasını istemiştir.
ABD, ESAD REJİMİ, YPG VE İRAN YAN YANA HİZALANINCA...
Buraya kadar aktardığımız örnekler yan yana getirildiğinde, gerçekten de uluslararası alanda çok geniş bir itirazın yerleştiğini söylemek mümkündür.
Bu çerçevede ABD ile İran’ın aynı noktada buluşabilmiş olmaları başlı başına ironik bir durumdur. Öte yandan, sahada PKK’nın Suriye’deki uzantısı olan YPG’nin omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile Esad rejimi ordusunun sahada işbirliğine girdikleri yolundaki haberler de paradokslarla dolu bu tabloyu tamamlamaktadır.
Bu tabloda ABD’nin himayesindeki SDG, Türkiye’ye karşı Esad rejimi ile ittifak halinde görünüyor. ABD de bu durumda destek verdiği SDG üzerinden Esad rejimi ile aynı eksende hizalanmakta, İran da onlarla aynı pozisyonda durmaktadır.
GÖZLER HAFTAYA SOÇİ’DEKİ TÜRK-RUS ZİRVESİNE ÇEVRİLDİ
Sonuçta, Türkiye her şeye rağmen askeri harekâtı başlatma yönünde bir hamle yaptığı takdirde uluslararası alanda son derece geniş bir tepki dalgasının ortaya çıkması bugünden az çok kaçınılmaz görünüyor.
Kritik soru, bu muhtemel tepki dalgasının yapmakta olduğu muhasebede Erdoğan’ın kararına ne ölçüde etki edeceğidir. Kamuoyu karşısında kendisini bağladığı bir konuda frene mi basacaktır? Yoksa buna rağmen hamlesini yapacak mıdır?
Kuşkusuz pek çok faktörü tartmak durumundadır Cumhurbaşkanı Erdoğan. Örneğin, ABD’den yeni F-16 savaş uçaklarının alımı konusu, zaten sorunlu olan Kongre faktörü nedeniyle tümüyle tehlikeye girebilir harekât başladığı takdirde.
Özellikle Fırat’ın batısındaki Tel Rifat ve Münbiç’in harekâtta olası hedefler olduğu dikkate alındığında, bu bölgede hava sahasını Rusya kontrol ettiği için Rusya Lideri Putin’in tutumu büyük önem kazanıyor. Putin’in hava sahasını Türkiye’ye açıp açmayacağı harekâtın başarısı bakımından hassas bir sorudur. Ayrıca, bu bölgelerde sahada Rus askerleri de faaldir. Tel Rifat’ta İran’ın desteklediği milis güçlerin de sahada olduğu anlaşılıyor.
Bütün bu soruların yanıtları için Erdoğan’ın önümüzdeki hafta cuma günü Soçi’ye gerçekleştireceği ziyaretin sonuçlarını da beklemek gerekebilir. Herhalde Putin de Rusya’nın çıkarları açısından kendi muhasebesini yapmaktadır.
Paylaş