Paylaş
Haber özetle şunu anlatıyordu: Suriyeli bazı aşiret liderleri ve Özgür Suriye Ordusu’na bağlı muhaliflerin kurduğu “El Cezire ve Fırat Cephesi”nin yeni komutanının seçimi önceki gün Şanlıurfa’da yapılmış. Toplantı, Türk polisinin çevresinde geniş güvenlik önlemleri aldığı bir otelde gerçekleşmiş. Tekbir ve sloganlar eşliğinde yapılan, çok sayıda katılımcının askeri üniformayla geldiği organizasyonda Albay Akit Samir Sultan yeni cephe komutanı olarak seçilmiş.
“El Cezire Reisi” unvanını kullanan Şeyh Riyat El Hıfır, otelde havuz başında gazetecilere yaptığı açıklamada Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Şanlıurfa Valisi’ne teşekkür ederek, Türkiye’den daha güçlü destek beklentisini iletmiş. El Hıfır, “El Cezire cephesinin Rakka, Haseki ve Deyrazor kentlerini kapsadığını, askeri ve siyasi birlikteliği korumak amacıyla toplandıklarını” belirtmiş.
* * *
El Hıfır’ın “cephe”nin faaliyet alanı olarak tanımladığı bu üç kent Türkiye–Suriye sınırının orta ve doğuya bakan bölgesinin altında güneye doğru uzanan çok geniş bir alana yayılıyor. Burası, Türkiye sınırının hemen altında yer yer Kürt yerleşimlerine bitişik olan, yer yer Arapların Kürt topluluklarıyla iç içe geçtikleri bir coğrafya. El Cezire, Kuzey Mezopotamya demek.
İlginçtir ki, “El Cezire ve Fırat Cephesi”nin adını, çok yakın zamanda Şanlıurfa Ceylanpınar’ın hemen karşısındaki Suriye şehri Resulayn’da Kürt gruplarla girdiği çatışmalarla duymuştuk. Radikal’de Cengiz Çandar, 8 ve 10 Şubat tarihlerinde açık kaynaklara dayanarak kaleme aldığı göz açıcı nitelikte iki yazıda, bu kentte PKK çizgisindeki PYD ile “Cephe” arasında ciddi çarpışmaların yaşandığına, Barzani çizgisindeki Suriyeli Kürt grupların da PYD’nin yanında durduklarına dikkat çekmişti.
Çandar’ın altını çizdiği önemli bir nokta, Kürtlerin, kendileriyle savaşan Arap gruplarına Türkiye’nin lojistik destek sağladığını ileri sürmeleriydi. Önceki gün işte bu “Cephe”nin yeni komutan seçiminin Türk makamlarının gözetimi altında Şanlıurfa’da yapılması, Kürt gruplarının açıklamalarının iddia değil gerçek olduğunu tüm dünyaya göstermiş olmalıdır.
* * *
Adını koymak gerekirse, Kuzey Suriye’de Araplarla Kürtler arasında bu bölgenin geleceğiyle ilgili bir alan hâkimiyeti savaşının yaşandığı ortada.
Türkiye, bu savaşta açıkça Arap gruplardan yana tavır alıyor. Bu tavır, sözel platformlarla sınırlı kalan bir desteği aşıyor, lojistik destek sağlama ve silahlı grupların hamiliğini üstlenme noktasına kadar varıyor. Türk makamları, gelinen noktada bu desteği gizleme ihtiyacını bile duymuyor. Türkiye’nin Suriye muhalefetine askeri anlamda destek sağladığı konusundaki haberlerin tekzip edilebilme marjı kalmamıştır.
Burada önem taşıyan durum, Türkiye’nin Suriye’deki içsavaşta hasımlarının sayısını ikiye çıkartmış olmasıdır. Türkiye, Beşar Esad-muhalefet çatışmasında Esad’ı, Kürt-Arap çekişmesinde ise Kürtleri karşısına alıyor.
Ayrıca Suriye’deki Kürtlerle çatışma seçeneğine doğru gidilmesi, Türkiye’nin kendi içinde başlattığı İmralı ile diyalog sürecinin mantığı ve gerekleriyle de çelişiyor.
* * *
Türkiye’nin geçmişte -sınırlı istisnalar hariç- bölgedeki çatışmalara karışmama şeklindeki mesafeli politikasının artık tarihe karıştığını söyleyebiliriz. Türkiye, yeni dönemde açıkça bir komşu ülkenin içsavaşında, doğrudan müdahil olma politikasına yönelmiştir.
Bu şekilde müdahil olmak, hiç şüphe yok ki uzun süreli çok büyük riskleri de davet ediyor. Suriye’deki içsavaşın uzun yıllara yayılma ihtimali gözden uzak tutulamaz. Beşar Esad devrilse bile, Suriye’deki içsavaşın devam etmesi muhtemeldir.
AK Parti hükümetinin, Suriye’de bu kadar bariz bir şekilde taraf haline gelmesinin en büyük riski, Türkiye’yi çıkarlarına bastığı aktörlerin misillemelerine açık hale getirmesidir. Mesajlaşma yöntemi olarak sıkça patlayan bombaların dilinin tercih edilmesi, Ortadoğu’nun bir gerçeğidir.
Geçen pazartesi günü Hatay Cilvegözü sınır kapısında yaşadığımız tecrübede bunu görmüş olmamız gerekir.
Paylaş