Paylaş
Şubat ayının son haftasında Türk kamuoyu mektup krizi ile çalkalandı. Tartışmayı başlatan Hürriyet'in 27 Şubat tarihinde manşetten verdiği ‘‘Şok Mektup'' haberiydi. MGK'nın tarihi 28 Şubat toplantısından bir gün önceydi.
Habere göre, Demirel 21 Şubat Cuma günü Başbakan Erbakan'ı kabul ederek laiklikle ilgili endişelerini aktarmış, ardından bu görüşlerini bir mektuba dökerek, kendisine yazılı olarak da iletmişti.
Haber doğru olmakla birlikte, bir tarih hatası taşıyordu. Mektup gitmişti; ancak, 21 Şubat görüşmesinden sonra değil, 4 Şubat tarihinde...
Üstelik, Demirel bir değil, tam dört mektup göndermişti.
Demirel'in bu mektubu kaleme alırken hangi saiklerle davrandığını anlayabilmek için biraz geriye gitmek gerekiyor.
Erbakan'ın tarikat liderleri ve şeyhlere Başbakanlık Konutu'da verdiği iftar yemeğinin tarihi 12 Ocak'tır. Yemek, Ordu'nun sabrını taşırır. Cumhurbaşkanı, 17 Ocak tarihinde Genelkurmay karargahında düzenlenenen brifinge davet edilir.
Brifingde Demirel'e verilen mesaj şudur: ‘‘İrtica Türkiye'nin bir numaralı tehdidi haline gelmiştir ve Genelkurmay bu tehdidin etkisiz kılınması için hazırlıklara başlayacaktır.''
Askerlerin eğitim sisteminin içine düştüğü durumdan, devrim yasalarının uygulanmaması ve belediyelerdeki uygulamalara kadar uzanan bu değerlendirmeleri, 28 Şubat'ta MGK'da masaya konan karar taslağının bütün unsurlarını içeriyordu. Gelgelelim, bu toplantı Cumhurbaşkanı ile askerler arasında bazı görüş ayrılıklarına sahne oldu. Demirel, Genelkurmay'ın irtica tehdidini tanımlarken dayandığı bazı bilgi ve değerlendirmelere katılmadı: ‘‘Söylediğiniz şeylerin bazıları doğru olmayabilir. Bunları tahkik etmem gerekir. Doğru olan bölümleri üzerinde muamele yapacağım.''
Demirel, yaptığı inceleme sonucunda Genelkurmay'ın değerlendirmesinde gerçekçi bulmadığı bazı noktaları Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı'ya iletti. Genelkurmay, Demirel'in müdahalesi üzerine metinde bazı yumuşatmalar yaptı.
Ocak ayındaki ikinci dönüm noktası, 27 Ocak tarihli MGK toplantısı oldu. Bu toplantıda komutanların ısrarcı olmaları ve ‘‘İrtica talebi gündeme alınmazsa MGK tarih önünde sorumlu olur'' şeklindeki çıkışları üzerine, Demirel irtica tehdidinin 28 Şubat tarihli bir sonraki toplantının gündemine alınmasını kabul etti.
ERBAKAN'IN UYARILMASI
Demirel, bu noktada ne yapacaktı? Erbakan'ı uyarmayı kararlaştırdı. Özel sekreterini yanına çağırarak dört ayrı mektup dikte ettirdi. Mektuplardan birincisinde, laikliğe aykırı tutumlar konu ediliyordu. İkinci mektup, doğrudan eğitim alanındaki sorunları, Milli Eğitim Bakanlığı'nın içinde bulunduğu durumu, üçüncü ve dördüncü mektuplar ise Yargı'nın durumu ve Adalet Bakanlığı'ndaki uygulamaları konu alıyordu.
Demirel, birinci mektupta şöyle diyecekti:
Sayın Necmettin Erbakan
Başbakan
Türkiye Cumhuriyeti Devleti Anayasası'nın 2. madddesinde cumhuriyetin nitelikleri; ‘‘Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir'' şeklinde belirlenmiştir.
Anayasa'nın 4. maddesinde ise, bunların değişmeyeceği ve değiştirilmesinin teklif edilemeyeceği yazılıdır.
Anayasa'nın 120, 121, 122. maddeleri, devletin korunması ile ilgili tedbirler öngörmüştür.
Cumhuriyetin niteliklerine, devletin temel çatısına yönelmiş tehdit ve tehlikeler hem toplumda hem de devletin kurumlarında rahatsızlık yaratmaktadır. Köktendinci cereyanlara karşı fevkalade hassasiyetler vardır. Bunun neticesi olarak dikkatinize getiriyorum: laik düzeni korumak için kanunlar ‘‘aynen'' uygulanmalıdır.
Anayasa'nın 174. maddesi gereği Devrim Kanunları uygulanmalıdır. Köktendinci cereyanların devlet kurumlarına sızması önlenmelidir. Bu cümleden olarak; okullar, yerel yönetimler, üniversiteler, yargı organları ve Silahlı Kuvvetler korunmalıdır.
Gereğini rica ederim.
Süleyman Demirel
Cumhurbaşkanı''
Demirel'in Erbakan'a ‘‘gereği için'' aktardığı görüşlerin önemli bir bölümü, Genelkurmay brifinginde dile getirilmiş olan noktalardı. Demirel, Erbakan'a rahatsızlıkları aktarıyor ve ‘‘Bunları çözün'' diyordu.
Mektubun tarihinin ayrı bir önemi vardı. Çünkü 4 Şubat, tankların Sincan'a yürüdüğü gündü.
Başbakan Erbakan, tankların Sincan'a yürüdüğü haberini aldıktan bir süre sonra da Cumhurbaşkanı'ndan gelen uyarı mektuplarını masasında bulmuştu.
DEMİREL SESİNİ YÜKSELTİYOR
Demirel, yalnızca mektupla yetinmeyecekti.
Mektupları gönderdikten sonra İstanbul'a gitti ve Şeker Bayramı mesajı üzerinde çalışmaya başladı. Demirel'in 8 Şubat günü yayınladığı Şeker Bayramı mesajı, Refah-Yol'a karşı ilk büyük çıkışıydı. Demirel, ‘‘Dinin, dini duyguların siyasi amaçlarla istismar edilmesi suçtur'' diyor, yargıyı bu suçun üzerine gitmeye davet ediyordu. En önemlisi, ‘‘nemelazımcı, giden ağam gelen paşam zihniyetinden kurtulmak gerekir'' diyerek, toplumun diri kesimlerini tepki vermeye çağırmasıydı.
Demirel, ortaya çıkan boşluğun askerler tarafından değil, sivil toplum tarafından doldurulmasını istiyor, kamuoyunu harekete geçirmeyi amaçlıyordu.
Bütün bunlar olurken, Erbakan tartışmaları ‘‘sunni gündem'' olarak değerlendiriyordu. Türkiye'nin nereye gittiğini görmemekte ısrar eden bir lider daha vardı: Başbakan Yardımcısı ve DYP Genel Başkanı Tansu Çiller...
Çatırtı her yandan hissediliyordu. Çiller ise 6 Şubat, yani tankların Sincan'a yürümesinden iki gün sonra DYP GİK toplantısında şunları söyleyecekti: ‘‘Hükümette sorun yok. Hatta bu hükümetin 2 bin yılından sonra da devam edeceğine inanıyorum. Biz koalisyon içinde tek parti gibi hareket ediyoruz. RP ile seçim ittifakı bile yapabiliriz.''
Demirel, Şubat MGK'sı öncesinde 21 şubat tarihinde Erbakan'la Çankaya Köşkü'nde toplam 2.5 saat süren uzun bir görüşme yaptı ve kendisine ‘‘söylenebilecek herşeyi söyledi.''
Erbakan, Demirel'in bu uyarılarına ne karşılığı veriyordu? Mesaj yerine ulaşmıyordu. Demirel, o günlerde kendisine bu soruyu yönelten yakın çevresine şu yanıtı verecekti: ‘‘Hoca bu, pek konuşmaz. Sizlerin Hoca'yı tanımanız için en az 30 yıl daha lazım. Siyasette bildiğini okumak uzun dönemde sonuç getirmez.''
Demirel, ayrıca darbe tartışmalarından fazlasıyla rahatsızdı.
Cumhurbaşkanı, bir taraftan da Genelkurmay Başkanı Karadayı'ya ‘‘hassas mesajlar'' veriyordu. Şubat ayının ortalarında yaptıkları haftalık olağan görüşmelerden birinde Orgeneral Karadayı'ya şöyle demişti: ‘‘Anayasal çerçeve içinde kalınarak sabır gösterilecek. Sabır çizgisinin dışına çıkılırsa Türkiye'nin işi zorlaşır.''
Demirel, bunalıyordu. O tarihte yakın çevresine sürekli olarak şöyle diyecekti: ‘‘Ben yangını söndürmeye çalışıyorum...''
TANKLARIN HEDEFİ ÇADIRDI
3 Şubat pazartesi günü öğleden sonra Etimesgut Zırhlı Birlikler Eğitim ve Tümen komutanlığına ‘‘Son derece gizli'' bir emir geliyor.
Bu emir, siyasi tarihimize Sincan Tankları olarak geçecek olayın en kritik anıdır.
Emirde, komutanlığa bağlı tankların ertesi sabah Sincan ilce meydanına çıkarak bir gövde gösternisi yapması isteniyor.
Ama, bu harekatın açık bir hedefi vardı.
Sincan meydanı dikilen o maşum çadırın yerle bir edilmesi.
Şimdi o güne, 3 Şubat öğleden sonraya dönelim.
Sincan'ın Refahlı Belediye Başkanı Bekir Yıldız'ın 1 Şubat Cumartesi gecesi burada kurulan ve Kudüs'teki Kubbetüs-Sahra camiini andıran çadırda düzenlediği Kudüs gecesi, Türkiye'de infial yaratmıştı.
Çadırın içinde törerle ilişkili olan Hizbullah ve İslami Cihat örgütlerinin liderlerinin dev posterleri asılmıştı.
İran'ın Ankara Büyükelçisi Muhammed Rıza Bagheri'nin burada yaptığı konuşmada kendisini coşkuyla alkışlayan RP'lilere ‘‘Size fundementalist (köktendinci) denmesinden korkmayın'' demesi, ardından Bekir Yıldız'ın ‘‘Şeriatı bir ilaç gibi şırınga edeceğiz'' diye konuşması, küçük çocukların sahnede Lübnan'daki intifada hareketini canlandırmaları, tansiyonu birden tırmandırmıştı.
3 ŞUBAT: GENELKURMAY BAŞKANLIĞI
Bütün Türkiye gözlerini Sincan'a dikmişti. Genelkurmay'da 3 Şubat Pazartesi günü yapılan toplantıda Sincan krizi masaya yatırıldı. Sincan'daki çadır, askerler açısından irticanın sembolü haline gelmişti.
Komutanlar o gün, Fırtına Harekatının ilk somut emrini veriyordu: ‘‘O çadır yerle bir edilecek.''
Operasyon, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı'nın bilgisi dahilindeydi. Talimata göre, tanklar meydana girecek; bu arada tanklardan biri manevra yaparken çadıra çarpıp devirecekti.
Emir öğleden sonra Zırhlı Birlikler Eğitim ve Tümen komutanlığı'na, bir zarf içinde iletildi.
Ancak aynı saatlerde Refah partisi'nin üst düzey yetkililyeri de aynı konuyu konuşuyorlardı.
Olay fotoğraflarıyla birlikte gazetelere yansımış ve kamuoyunda büyük bir infial uyanmıştı. Bu arada askerlerin bu konudaki hassasiyeti de Refah kararfahına uluşmaştı.
O öğleden sonra aynı saatlerde Refah partisi'nin ılımlı kanadı da duruma hakim olmuş ve Sincan Belediyesi'ne ‘‘Çadırın kaldırılması'' talimatı iletilmişti.
Ancak Zırhlı Birlikler komutanının Refah'ın bu kararından haberi yoktu.
Refah Partisi bu kararı iletirken, Zırhlı Birlikler Komutanı da ertesi günkü harekatı yönetecek olan Yüzbaşıyı makamına çağırarak, Genelkurmay'ın harekat emrini iletiyordu.
‘‘Sabah zırhlı birlikler meydandan geçerken, tanklarından birisi yanlışlıkla çadıra girecek ve onu yerle bir edecek.''
Bu konu gece brifinginde bütün ayrıntıları ile planlanıyor, hangi tankın çadıra gireceği bile belirleniyordu.
ASSUBAYLAR KARİYERLERE
Bu arada çok önemli startejik bir karar daha alınıyordu.
Kariyerlerin içine erden çok genç assubaylar bindirilecekti. Meydanda bir olay meydanha gelmesi durumunda bu genç assubaylar kariyerdoen çıkıp müdahele edeceklerdi.
Yani iş erlere bırakılmayacaktı.
Ertesi sabah, yani 4 Şubat sabahı günün ilk ışıklarıyla birlikte 15 tank, 20 kariyer, askeri cip ve reolardan oluşan konvoy Etimesgut'tan Sincan'a doğru yola çıktı. Güzergah, Sincan geçildikten sonra Akıncı Dördüncü Ana Jet Üssü yanındaki Yenikent tatbikat alanınıydı.
Ancak konvoydaki tanklardan ikisi Sincan meydanından geçerken burada kalıp gruptan koptular. Askeri yetkililer, daha sonra ‘‘tankların bozulduğu''nu açıklayacaklardı. Tankların neden meydanda ‘‘bozulduklarını'' tahmin etmek güç değildi.
Hedef Sincan meydanındaki çadırdı.
Ancak meydana gelen yüzbayışı bir sürpriz bekliyordu.
Hedef çadır, artık meydanda değildi. Tankta görevli yüzbaşı bir süre şaşkın biçimde etrafına baktı. Ancak hedef ortadan kaybolmuştu.
Bozulan tanklar öğle saatlerinde Sincan'dan ayrıldılar. Genelkurmay Başkanlığı, Anadolu Ajansı'na yaptığı açıklamada Sincan'dan geçişin daha önceden planlanmış rutin bir bir tatbikat olduğunu, bu tatbikatların altı ayda bir yapıldığını duyurulacaktı.
Ama çadır sökülse bile, Sincan olayı, Fırtına Harekatı'nın ‘‘Başla emri'' olarak siyasi tarihimize geçecekti.
Özer bey: Nasıl haberimiz olmaz
Tankların Sincan'da yürüyüşü sadece Refah Partisi'nde değil, aynı zamanda DYP kanadındaz da tam anlamıyla bir şok etkisi yaratıyordu.
O saatlerde Bilkent'teki evinde bulunan Özer Çiller'i, daha sonra DYP'den ayrılan bir bakan ziyaret ediyordu.
Bakan kapıdan girerken Özer Çiller şaşkınlığını şxu cümlelerle ifade ediyordu:
‘‘Nasıl olur, emrimizde bu kadar polis var. Kapımızda bekleyen polisler var. Ama tankların harekata geçeceğinden hiç haberimiz olmadı.''
Ziyaretine gelenh bakan ise, Özer Çiller'e, ilerdeki günlerin ilk işyaretini şu cümlelerle verdiyordu:
‘‘Özer Bey, kapınızdaki insanlar bugüne kadar, dışarnda ne olup bittiğini size haber veriyordu. Ama bugünden itibaren, sizin evinizde ne opul bittiğini askerlere haber veriyorlar.''
Evet gerçekçi bakan Özer Çiller'i bu cümlelerle uyarıyordu.
Paylaş