Paylaş
Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan tarafından 1996 yılında “Şanghay Beşlisi” olarak kurulan, 2001 yılında Özbekistan’ın da katılımıyla genişleyerek “Şanghay İşbirliği Örgütü” (ŞİÖ) adını alan ve dünya politikasında ağırlığını koymaya başlayan uluslararası bir ittifaktan söz ediyoruz.
Savunma, güvenlik ve ekonomi alanlarında işbirliği mekanizmaları geliştirmeye çalışan bu örgüte Afganistan, Moğolistan, İran, Hindistan ve Pakistan “Gözlemci” statüsünde katılıyor. Türkiye’nin ise Beyaz Rusya ve Sri Lanka ile birlikte “Diyalog Ortağı” statüsünde ilişkisi var ŞİÖ ile. Ancak Erdoğan’ın sözlerinden statünün üyeliğe yükselmesinin arzulandığı anlaşılıyor.
* * *
Aslında yaptığı çıkış, Erdoğan’ın bu örgüte dönük ilk niyet beyanı değil. Bakın 25 Temmuz tarihinde yine aynı kanalda Başbakan ne demiş:
“Geçenlerde Rusya seyahatimde Putin’e şöyle bir latife yaptım. Dedim ki, zaman zaman bize takılıyorsun, ‘AB’de ne işin var’ diyorsun. O zaman ben de size takılayım. Hadi gelin bizi Şanghay Beşlisi’ne dahil edin, biz de AB’yi gözden çıkaralım.”
Erdoğan, daha sonra geçen kasım ayının başındaki Almanya gezisi sırasında yaptığı bir açıklamada “AB’nin tutumunun sonsuza kadar böyle devam etmeyeceğini, bir noktada artık Türkiye’yi kaybetme noktasına gelebileceğini” belirttikten sonra “Putin’e yaptığım espride de bunu ima ettim” diyerek, ardından aynı diyaloğu aktarıyor.
Görüleceği gibi Başbakan, her iki açıklamasında da mesajını latife-espri gibi kavramların arkasına çekilerek veriyor.
Ancak Erdoğan’ın son açıklamasına baktığımızda, şakanın artık bittiğini, işin ciddiyet kazanmakta olduğunu görmek durumundayız.
* * *
Önce Başbakan’ın hangi bağlamda bu çıkışı yaptığına bakmalıyız. Erdoğan, AB’nin Türkiye’yi tam üyeliğe kabul etmeyeceğine büyük ölçüde ikna olmuş bir üslup içinde konuşuyor bu açıklamasında.
Ardından “Tabii, bu olumsuz bir şekilde gidince, siz de 75 milyonun başbakanı olarak başka arayışlar içine giriyorsunuz” diye konuşuyor Başbakan ve bu noktada sözü yine Putin ile yaptığı “Şanghay Beşlisi” konulu konuşmaya getiriyor, aralarındaki diyaloğu aynen tekrarlıyor ama bu kez -dikkat çekici bir şekilde- espri ya da latife gibi kavramlara atıf yapmıyor.
Başbakan’ın AB ile ŞİÖ’yü karşılaştırdığı şu sözlerinin de altını çizmeliyiz:
“Şanghay Beşlisi daha iyi, çok daha güçlü, çok daha iyi...”
“Boşanmayı neden AB’den bekliyorsunuz. Biz boşayalım...” şeklindeki bir soru üzerine de AB ile “getirisi olan” kurulmuş ilişkiler bulunduğunu, “alternatif hazırlamadan böyle bir adım atmanın doğru olmadığını” belirtiyor Başbakan.
Ardından Ortadoğu ve Afrika ülkeleriyle ilişkilerin geliştirilmesine atıf yaparak, “İşte bunlar devam etmeli, iyice hazırlanmalı, taşlar tam yerine oturmalı...” diyor Erdoğan, boşanma adımı öncesindeki hazırlık sürecini tanımlarken.
Erdoğan’ın şu sözleri, kendisinin işin özellikle “ortak değerler” boyutunu da gözettiğini gösteriyor:
“Gideceğimizi söyledik, ‘Gelin derseniz geliriz’ dedik. Pakistan ve Hindistan da istiyor. Onların da talebi var, hep beraber göreceğiz. Nüfus olarak onları (AB) çok aşar. İki, ortak değerlerimizin olduğu ülkelerle bir arada olma şansını yakalarız...”
* * *
Başbakan, bu sözleriyle Türkiye’nin dünyadaki yerini ve geleceğini nerede gördüğü konusunda stratejik ve felsefi anlamda çok bir temel tercih belirtmiş oluyor. Erdoğan’ın bu çıkışının başbakanlık koltuğunda oturduğu 10 yıl içindeki en önemli dış politika hamlelerinden biri, belki de en önemlisi olduğunu belirtmeliyiz.
Milli Görüş çizgisinden ayrılırken AB’ye tam üyelik hedefini benimsediğini açıklaması ne kadar önemli bir kırılma ise “Şanghay Beşlisi” konusundaki son hamlesi de bunun tersi doğrultuda bir o kadar majör bir kırılmadır Erdoğan’ın siyasi çizgisinde.
Peki AB’ye blöf mü yapıyor, yoksa bu samimi bir irade beyanı mı? Yoksa her ikisini birlikte gözeterek bir taşla iki kuş mu vurmak istiyor Erdoğan? Yarın bu soruya yanıt arayalım.
Paylaş