Paylaş
“Montaj ve eğitim safhalarının ardından Nisan 2020’de bu sistemleri aktif olarak kullanmaya başlayabileceğiz”.
Şimdi bir an için sekiz ay sonrasına, yani Nisan 2020’ye gidelim ve Türk Hava Kuvvetleri’nin envanterindeki S-400 bataryasında -verilen komutla birlikte- düğmeye basıldığını ve sistemin çalışmaya başladığını varsayalım.
Bu bataryalar, balistik füzelerin yanı sıra konvansiyonel tehditlere, bu çerçevede uçaklardan kaynaklanacak tehditlere de karşılık vermekle görevlidir.
S-400 sisteminin işlevsel olabilmesi için öncelikle görme yeteneğini kazanması gerekecektir. Ancak en önemlisi, radarın 600 kilometreye kadar uzanabilen görüş açısında tehlike yaratan unsurları ayırt edebilmesidir.
Peki S-400 radarı havadaki düşman unsuru nasıl tespit edecektir?
*
Bu soruyla hassas bir alana giriyoruz. Şöyle ki, S-400 bataryasının radarı, Türk hava sahasında kapsama alanı içindeki uçan her şeyi fark edecektir. Hava sahasında büyük bir yoğunluk göreceği tartışma götürmez. Sivil uçaklar, askeri uçaklar, helikopterler, insansız hava araçları...
İşin püf noktası S-400 radarının yakaladığı işaretleri nasıl tanımlayacağı, kimin dost kimin düşman olduğunu nasıl ayırt edeceği meselesidir.
Buradaki güçlük S-400’lerin Türkiye’deki çok katmanlı askeri radar ağının kurgulandığı hava savunma sistemine entegre edilmeyecek olmasından kaynaklanıyor. S-400 bataryaları bağımsız bir şekilde, tek başına (standalone) çalışacaktır.
Bunun nedeni, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin askeri radar ağının büyük ölçüde NATO sistemine entegre olması, bu çerçevede dost-düşman ayrımını okuyabilme yeteneğinin NATO prosedürleri (Link 16) üzerinden tanımlanmasıdır. Bu nedenle Rus yapımı S-400 bataryalarının NATO’nun radar ağına dahil edilmesi söz konusu değildir.
NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg de dün Brüksel’de Türkiye’deki S-400’lerin NATO hava savunma sistemine entegre edilmeyeceğini söylemiştir.
*
Aslında Savunma Sanayii Müsteşarlığı (SSM), 29 Aralık 2017 tarihinde Türk kamuoyuna S-400’lerle ilgili ilk resmi açıklamayı yaptığında “sisteminin kontrolünün tamamen Türk Silahlı Kuvvetleri’nde olacağını ve sistemin herhangi bir dış unsura bağlantısı olmadan bağımsız bir şekilde görev yapabileceğini” belirtmişti.
SSM’nin aynı açıklamasında “Sistemin kullanımı, yönetimi, dost-düşman tanıma sistemleri milli imkânlarla gerçekleştirilecektir” ifadesi de yer alıyordu. Açıklamada “Proje ile ilgili teknoloji kazanımına yönelik işbirliği ve ortak geliştirme taahhüdü sözleşmede yer almaktadır” denilmişti.
*
Şimdi dost-düşman tanıma meselesini biraz daha açalım. Savunma Sanayii Başkanı Dr. İsmail Demir, geçen çarşamba akşamı TGRT’ye verdiği mülakatta bu konuda bir dizi ipucu verdi. Öncelikle ikinci partideki S-400 teslimatının “gelecek sene sonunda başlayabileceğini” söyledi.
Daha önemlisi Dr. Demir’in “İkincisinde çok fazla detay var ama o detaya kamuoyu önünde girmek istemiyoruz” diyerek şunları söylemesi:
“Birinci sistem gibi değil ikinci sistem. İkinci sistemde bir ortak üretim, teknoloji paylaşımı, yazılım entegrasyonu gibi bir dizi adım var ve oradaki kazanımların birinci sisteme de entegre edilmesi var. Bu sistemdeki dost-düşman tanıma unsurları ve yazılım gibi konuların bizim kontrolümüzde olması bizim için hayati öneme sahip. Bunun hayata geçmesi lazım ve karşı tarafla da bu konuyla mutabıkız”.
Demir’in bu sözlerinden ilk parti gelen S-400 sistemlerindeki eksiklerin tamamlanmasının ikinci aşama için hedeflendiği, dost-düşman tanıma yeteneğinin milli imkânlarla kazanılmasının da bu aşamaya kaldığı anlaşılıyor.
*
Bu yetenek kazanıldığı takdirde belirecek durum şudur: Türkiye’de S-400’ler dışındaki herhangi bir askeri radar NATO prosedürlerine göre tanımlanmış dost-düşman ayrımı yapan bir hava resmini görürken, S-400 radarları milli imkânlarla ve dolayısıyla tercihlere göre tanımlanmış bir resim okuyacaktır.
Bu yeteneğin kazanılması halinde Türkiye’nin A) Biri NATO’nun ittifak sistemine entegre bir radar örtüsü ve B) S-400’ler üzerinden bundan bağımsız ulusal nitelikli ikinci bir radar örtüsüne sahip olacağı ikili bir yapının ortaya çıkacağını söyleyebiliriz. Bu durum TSK’ya hem yeni yetenekler kazandıracak, ancak uygulamada bir dizi soruna da yol açabilecektir.
Türkiye’nin savunma doktrininde bu iki yapının birlikte çalışabileceği bir konseptin ortaya konması TSK açısından yeni dönemin en kritik sınamalarından biridir.
Paylaş