Paylaş
Yurtdışında görev yapmam nedeniyle hazır bulunmadığım 1987 ve 1991 genel seçimleri haricindeki bütün seçim ve referandumlara tanıklık ettim.
Ayrıca, seçim geceleri okullardaki sandıkları dolaşarak oy sayım işlemlerini izlemeyi bir alışkanlık haline getirdim. Sınıflarda yaşanan şeffaflığa tanıklık etmek, demokrasimizin yaşadığı bütün aksaklıklara, sorunlara rağmen ülkemizde hiç olmazsa seçim sisteminin düzgün işlediği yolundaki kanaatimi, buna duyduğum güveni her seferinde biraz daha pekiştirdi.
Bir keresinde sandık kurul üyesinin sayıma geçilirken elindeki kapalı zarfı sınıftaki herkese gösterip “Başlıyoruz, memleketimize, milletimize hayırlı olsun” demesi, zihnimde yer etmiş hoş bir hatıradır.
ON YILLARIN DÜZGÜN GELENEĞİ
Kırk yılı geçen meslek hayatımda hiçbir seçim sonrasında oy kullanma ve sayım işlemlerinin adil ve düzgün bir şekilde yapıldığını sorgulayan büyük bir tartışmaya tanıklık etmedim. Bazı seçimlerde, örneğin Ankara’daki son yerel seçimde olduğu gibi, anlaşmazlık yaratan durumlar olmadı değil ama bu anlaşmazlıklar seçimin tümü üzerinde soru işareti düşürecek bir boyuta genellikle ulaşmadı.
Askeri rejimin bütün ağırlığını emekli bir orgeneral olan Turgut Sunalp’in başında bulunduğu MDP’den yana koyduğu 1983 seçiminde sandıktan sürpriz bir şekilde ANAP Lideri Turgut Özal’ın çıkmış olması Türkiye’de seçimlerin geçmişte ne kadar dürüst bir şekilde yapıldığını en iyi anlatan hadisedir. Ve iktidar her seferinde sandık sonucuna saygılı bir şekilde el değiştirmiştir Türkiye’de.
Bu açıdan bakıldığında 16 Nisan referandumuyla birlikte ortaya çıkan ve kolay kolay dineceğe de benzemeyen bu sert tartışma ortamı ve ortalıkta dolaşan iddialar, usulsüzlüklerle sakatlanmış olan 1946 seçimini kitaplardan öğrenmiş olan bizim kuşağımız açısından bir ilk oluşturuyor.
AİHM’DEKİ SÜRECE KİLİTLENEBİLİRİZ
16 Nisan’dan sonra ortaya çıkan tablo, sıkıntılı bir dönemin bizi beklediğini haber veriyor.
Öncelikle, ana muhalefet partisinin meşru kabul etmediği bir referandumdan söz ediyoruz.
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, “Yüksek Seçim Kurulu kararı ne olursa olsun hayır oylarının kazandığını” ileri sürmüştür. Bu yönüyle iktidar ile muhalefet arasında giderilemeyeceği anlaşılan bir uyuşmazlık, siyasetin önümüzdeki dönemde ana çatışma konularından biri olacaktır. Zaten kutuplaşmış olan toplumda yeni bir bölünme konusu gündeme yerleşecektir.
Tartışmayı canlı tutan önemli bir faktör meselenin hukuki yönüdür. 298 sayılı Seçim Yasası’nın “Arkasında sandık kurulu mührü bulunmayan oylar geçersiz sayılır” şeklindeki açık ve kesin hükmüne rağmen, Yüksek Seçim Kurulu mühürsüz oyları geçerli kabul etmiştir. Yasaların uygulanması bir hukuk devletinin olmazsa olmaz gereğidir. Bu yönüyle işin hukuki yönüyle ilgili görüş ayrılıkları 16 Nisan referandumunun üzerinde asılı kalmaya devam edecektir.
Peki bu tartışma nasıl sonuçlanabilir? Bir ihtimal, mahkemede sonuçlanmasıdır, yani AİHM’de...
Bu aşamada ufukta gözüken, referandumla ilgili usulsüzlük iddialarının ve YSK kararının CHP tarafından AİHM’ye götürülecek olmasıdır. Böylelikle, bir referandumun uluslararası yargıya götürülmesi gibi bir başka “ilk” yaşayacağız. AİHM’nin iç hukuk yollarının tüketildiğine kanaat getirip incelemeye alması halinde uzun zamana yayılacak bir hukuk sürecini izlemek durumuna girip, Strasbourg’daki davaya kilitlenebiliriz.
AGİT DE RAPOR AÇIKLAYACAK
İş yalnızca AİHM ile de sınırlı değildir. Daha kısa dönemli bir gelişmenin Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) cephesinde yaşanması muhtemeldir.
Batı dünyası, referandumun kurala uygun bir şekilde yapılıp yapılmadığı konusundaki nihai tutumunu büyük ölçüde AGİT’in vereceği rapora göre şekillendirecektir. AGİT’in Türkiye’ye gönderdiği gözlemci heyetinin kampanya dönemiyle ilgili verdiği ön rapor kampanya döneminin adil bir şekilde geçmediği görüşü üzerinden bir hayli eleştirel bir ton taşımıştı. Buradan hareket edersek, nihai raporun da eleştirel bir çizgide kaleme alınması sürpriz olmaz.
Sonuçta, uluslararası kuruluşların da ilk kez denkleme dahil olacağı bir referandum sonrası süreçten söz ediyoruz.
AGİT’in vereceği nihai raporun bağlayıcılığı olmayacak, ancak metin uluslararası camianın referanduma bakışına şekil verecek olması bakımından önem taşıyacaktır.
Buna karşılık, AİHM cephesiyle ilgili bugünden bir tahminde bulunmak için henüz çok erken. Not etmemiz gereken husus, AK Parti iktidarının ilk döneminde gerçekleştirilen bir anayasa reformuyla AİHM kararlarına iç hukukun üstünde bir bağlayıcılık tanınmış olmasıdır.
Bütün burada anlattıklarım geleceğe dönük ihtimallere dayalı fikir egzersizleridir. Ancak gelecekle ilgili öngörülerde bulunurken bu ihtimalleri de bir tarafa not etmekte yarar var.
Paylaş