Rauf Denktaş’a veda ederken

20 ’nci yüzyıldan 21’inci yüzyıla çözümsüz bir şekilde giren uluslararası sorunların bir listesi yapılsa Kıbrıs sorunu en yukarılarda çok özel bir yer tutacaktır.

Çözüme direnen, geçen her günle birlikte kendi çözümsüzlüğünü dayatan bir sorundur Kıbrıs.
Kaç kuşak politikacıyı, diplomatı birbiri ardına emekliye sevk etmiştir Kıbrıs sorunu. Sonunda en önemli aktörünü, Rauf Denktaş’ı da uğurlamıştır...

AZINLIKTAN SİYASİ EŞİTLİĞE

Rauf Denktaş’ın yaşamöyküsü Kıbrıs sorununun tarihçesidir. Bu öykü, Akdeniz’deki bir adada sayıca azınlıkta olan Türklerin çoğunlukta olan Rumlar tarafından kuşatılarak bir etnik temizleme stratejisine hedef olmaları üzerine verdikleri beka mücadelesiyle başlar. Azınlık durumundan bağımsız devlet ilanına kadar uzanır.
Bu yaşamöyküsünün satırbaşlarında 1950’li yıllarda adada Rumlara karşı silahlı direnişin örgütlenmesi, 1959 Zürih-Londra antlaşmaları, 1963-64 olayları ve kurulan 1959 anayasal düzeninin çöküşü, Yunanistan’daki albaylar cuntasının tetiklediği 1974 Sampson darbesi, bunu izleyen Türkiye’nin askeri müdahalesi, adanın bölünmesi, Kıbrıs Türk Federe Devleti dönemi, 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilanı ve Türkiye’nin AB’ye tam üye adaylığı sürecinde KKTC’nin Ankara ile inişli çıkışlı bir şekilde seyreden ilişkisi yer alıyor. Bütün bu satırbaşlarında karşımıza çıkan baş aktör her seferinde Denktaş’tır.
Mücadeleyle yoğrulan bu hayatın ana mesajı aslında bütün uluslararası camiaya, daha çok da Batı dünyasına bir meydan okumadır.
Bu meydan okumanın gerilimi büyük ölçüde Türkiye’nin Batı dünyasıyla ilişkilerine yansımıştır. Bir anlamda, Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinin sırat köprüsü olmuştur Kıbrıs sorunu.
Türkiye, 1974 müdahalesini Batı’ya rağmen yapmış, bu nedenle ekonomik yaptırımlar ve silah ambargoları da dahil olmak üzere çok büyük bedeller ödemiştir.

ANKARA-DENKTAŞ İLİŞKİSİNİ ANLAMAK

Rauf Denktaş’ın Ankara ile ilişkisine baktığımızda da karşımıza kendine özgü dinamikleri olan, herhangi bir kalıba oturmayan çok zor, girift bir ilişki yapısı çıkar karşımıza.
Batı, her seferinde Kıbrıs’ta çözüm için Denktaş’ı Ankara üzerinden sıkıştırmaya çalışmıştır. Ankara da Batı ile ilişkilerinde rahat nefes alabilmek için zaman zaman diplomasi oyununu oynamak üzere belli esneklikler göstermesi için Denktaş’ın kapısını çaldığında, çoğunluk “Elimi verirsem kolumu da kaptırırım” endişesi içinde ödün vermeye yanaşmayan inatçı bir muhatap bulmuştur.
Bu haliyle aslında Ankara’daki hükümetlerin hemen hemen hepsine ter döktürmüştür Denktaş. Onu müzakere masasına oturtmakta bile sıkça zorlanmıştır Ankara.
Ödün vermesi için köşeye sıkıştırıldığını hissettiği noktalarda da Türk kamuoyunu yanına alarak hükümet kanalından gelen baskıları püskürttüğü pek çok durum olmuştur. 1992 yazında Ankara’nın zorlamasıyla alıkonduğu New York’ta tam 5 hafta süren müzakere süreci bunun çok açık kanıtıdır. O günlerde Sultanahmet Camii’nin imamının okuduğu cuma hutbesi ile Denktaş’ın New York’taki direnişine manevi destek çıkması, bu kamuoyu desteğinin çarpıcı ve renkli bir ifadesidir.
Denktaş’ın Ankara karşısında en çok zorlandığı dönemin Türkiye’nin AB’ye tam üyelik adaylığının kesinleşmesinden sonra başladığını söylemek hata olmaz.
AB, Kıbrıs sorununun üzerine oturduğu bütün paradigmayı değiştirmiştir. Bu, aslında onun Ankara ile yollarının ilk kez gerçek anlamda ayrıldığı dönemdir. AK Parti hükümeti, Denktaş’ın direncine rağmen Annan Planı’na kuvvetli bir destek verip, muhalefetini etkisiz kılmıştır.
Gelgelelim 2004 Nisan ayında yapılan referandumda Kıbrıs Türk tarafının kabul ettiği Annan Planı Rumların hayır oylarıyla reddedilince, Kıbrıs sorunu yeniden çözümsüzlük yörüngesine girmiştir.

HEDEFİ KKTC’Yİ YAŞATMAKTI

Son yılları aslında Denktaş’ın Ankara’ya küskün olduğu bir dönemdi. Ancak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen temmuz ayında adaya yaptığı ziyarette “Biz KKTC ile et ve tırnak gibiyiz. Önceliğimiz KKTC’nin kendi ayakları üzerinde güvenle durabilmesi, kalkınması ve gelişmesidir” şeklindeki çıkış, Ankara’nın rotayı yeniden Denktaş’ın çizgisine doğru çevirdiğinin işaretiydi. Denktaş, bu açıklamayı hasta yatağında büyük bir mutlulukla karşılamıştı.
Rauf Denktaş, Rumların Türklerin siyasi eşitliğini kabul edeceklerine hiçbir zaman inanmamıştı. Annan Planı’nın referandumunda Rumlar tarafından reddedilmesi onun bu öngörüsünü haklı çıkarmıştır. En büyük hedefi, amacı KKTC’nin ilelebet yaşamasıydı. En azından kendi ömründe Ankara ile birlikte kurduğu KKTC’nin varlığının müzakere masasında son bulduğuna tanıklık etmek istemiyordu.
Bu açıdan gözü açık ölmemiştir.
Yazarın Tüm Yazıları