Paylaş
Tartışmanın temelinde, muhalefetin TBMM Başkanı aday olursa bu görevinden istifa etmesinin anayasal bir zorunluluk olduğu, iktidar kanadının ise böyle bir zorunluluk bulunmadığı görüşlerini savunmaları yatıyor.
*
Meseleyi ele almak için önce Anayasa’nın TBMM Başkanlık Divanı’na ilişkin 94’üncü maddesinin altıncı fıkrasına göz atmamız gerekiyor. Bu fıkrada aynen şöyle deniliyor:
“Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, Başkanvekilleri, üyesi bulundukları siyasi partinin veya parti grubunun Meclis içinde veya dışındaki faaliyetlerine; görevlerinin gereği olan haller dışında, Meclis tartışmalarına katılamazlar; Başkan ve oturumu yöneten Başkanvekili oy kullanamazlar.”
Görüleceği gibi, TBMM Başkanı’na siyasi faaliyet anlamında getirilen sınırlama Anayasa’da bir hayli geniş tutulmuş. TBMM Başkanlığı partiler üstü bir makam olarak tasarlanmış. Bu bakışın 1982 Anayasası ile gelmediğini, aslında çok partili hayata geçildikten sonraki genel kural ve teamülü yansıttığını vurgulamalıyız.
Çok açık ki, TBMM Başkanı siyasi tartışmaların, polemiklerin dışında özel bir alana çekilmek istenmiş. Burada son anayasa referandumuna kadar geçerli olan eski sistemde Cumhurbaşkanlığı için öngörülen tarafsızlık tanımına paralel bir bakışın hâkim olduğunu söyleyebiliriz.
TBMM Başkanı siyaset alanının o kadar dışına çıkarılmış ki, TBMM’de oy kullanması, hatta gizli oy kullanması bile yasaklanmış.
*
Bu tespitten sonra TBMM Başkanı’nın belediye seçimine katılmasının siyasi bir faaliyet olup olmadığı sorusuna yanıt arayalım. Yıldırım, eğer İstanbul’daki Üsküdar Musiki Cemiyeti’nin çalışmalarına katılacak olsaydı, bu durum siyasi parti faaliyeti dışında kalacağı için bir sorun yaratmayacaktı.
Ancak Yıldırım, siyasi partiler arasındaki bir yarışla seçilen büyükşehir belediye başkanlığı seçimine katılacaktır. Bu çerçevede siyasi bir kampanya yürütecek, diğer partiden adaylarla rekabete girişecek, muhtelif beyanlarda bulunacak, sonuçta siyaset içerikli bir faaliyetin içinde yer alacaktır.
Son anda kararını değiştirmediği takdirde, Yıldırım, bütün bu faaliyetleri TBMM Başkanı unvanını üstünde taşıyarak yürütecektir. ‘Meclis Başkanı’ kimliği ile örneğin arıtma tesisleri, metro hatları ve parklar gibi belediyecilik hizmetlerini ön plana çıkaran ‘başkan adayı’ kimliği iç içe geçecektir.
*
AK Parti’nin hukukçuları, Yıldırım’ın unvanını korumasında anayasal açıdan bir sorun olmadığı görüşündeler. Bu çevreler, öncelikle Anayasa’da kastedilen Meclis dışı faaliyetlerin seçim çalışmalarını kapsamadığını ileri sürüyor. Ancak, bu çevrelerde ağırlıklı olarak savunulan görüş, “TBMM başkanlarının her seçimde yeniden milletvekili seçilmek için aday olabildikleri, bu yasaklanmadığına göre yerel seçim ile milletvekili seçimi arasında bir fark bulunmadığı” tezine dayanıyor.
Bir başka anlatımla, “Milletvekili seçimine giren, yerel seçime de girer” deniliyor.
*
Ancak, anayasa hukuku alanındaki uzman çevrelerden aldığım değerlendirmelere göre, TBMM Başkanı açısından parlamento seçiminin yerel seçime emsal gösterilebilmesi hukuken tartışmalı görünüyor. Şu nedenlerle:
Birincisi, milletvekili seçimine gidilirken Meclis dönemi -hukuken devam etmekle birlikte- fiilen sona ermiş, bir anlamda TBMM’nin işlevi bitmiştir. Dolayısıyla, TBMM Başkanı’nın Meclis’in aslında kapandığı bir dönemde milletvekili seçimine katılması ile Meclis çalışmaları devam ederken belediye seçimine katılması birbirinden çok ayrı iki durumu gösteriyor. İkisi arasında kıyas yapılması bu açıdan doğru değil.
İkincisi, Meclis seçiminin beş yılda bir yapılması Anayasa’daki genel bir hüküm. Oysa TBMM Başkanı’nın siyasi faaliyette bulunamayacağına ilişkin Anayasa’daki düzenlemeler özel hüküm niteliğinde. Genel hüküm olarak getirilen bir düzenleme özel hükmü geçeriz kılmak için kullanılamaz. Bu mantıkla yola çıkıldığında, Anayasa’da TBMM Başkanı için getirilen özel hükmün bir anlamı kalmaz. O zaman “O özel hüküm neden Anayasa’ya kondu, bu hükme neden ihtiyaç vardı” sorusu gündeme gelir.
Görüleceği gibi, Anayasa açısından bir hayli sıkıntılı bir durum söz konusu.
Paylaş