Paylaş
RUSYA bundan 20 ay kadar önce Ukrayna’yı işgale giriştiğinde, bu işgale karşı büyük bir seferberlik başlatan Batı dünyasının en çok üzerinde durduğu kavramlardan biri “Kurallara dayalı uluslararası düzen” (Rules based international order) olmuştu.
Bu kavramı, uluslararası kuruluşlar ve anlaşmaların oluşturduğu zeminler üzerinden, herkesin mutabık kalınan kurallara, ölçülere saygı göstermeyi, bunlara uygun bir şekilde davranmayı taahhüt ettiği bir uluslararası sistem ideali olarak görebiliriz.
Rusya’nın önce egemen bir ülkenin toprak bütünlüğüne tecavüz etmesi, bunu yaparken uluslararası normların hiçbirine uymayıp
sivil-asker ayrımı gözetmeksizin yürüttüğü hava bombardımanı, füze saldırılarıyla her yaştan çok sayıda sivilin ölümüne yol açması kınanırken sıkça bu kavramı duymuştuk.
Rusya, uluslararası sistemin üzerine oturması gereken kurallara zarar veriyordu. Dünyayı kötü bir yere götürüyordu.
***
Getirilen argümanın mantığı yeteri kadar açıktır. Saldırganlık, kural ihlali karşılıksız bırakılır ve mütecaviz bir bedel ödemezse, bu davranışın yaratacağı emsal bütün uluslararası sistemi, üzerinde yaşadığımız dünyayı toptan bir kuralsızlığın, kaosun içine itebilecektir.
Bu nedenle Rusya’ya bu pervasızlığının yanına kâr kalmadığı gösterilmeliydi ki, hedeflenen kuralların az çok geçerli olduğu bir dünyada nefes alıp yaşama imkânımız olsun.
Buradaki çatışmanın bir ucunda kuralsızlığın sembolü olan aktör, otoriter Rusya; karşı ucunda ise kuralları savunan cephe, yani ABD ve AB’nin başını çektikleri Batı dünyası vardı.
***
Hamas’ın 7 Ekim tarihinde İsrail’e gerçekleştirdiği baskında sivil-asker, çocuk-yaşlı, kadın-erkek ayrımı gözetmeksizin1.400 insanı katletmesi, keza 200 kadar insanı rehine olarak tutmak üzere kaçırması, her bakımdan en kuvvetli kınamayı gerektiren vahşi bir saldırıydı.
Filistin davasına sempati ile yaklaşan kesimlerin de teslim ettiği üzere, Hamas’ın hedef olarak sivillere yönelmesi, onları öldürmesi, kaçırması, savaş hukukunu düzenleyen uluslararası sözleşmelerin açık ihlalini oluşturan savaş suçlarıydı.
Bu yönüyle kuralsızlığın uç örneklerinden biriydi Hamas’ın yaptığı. Masum sivilleri hâlâ rehin tutup, bir pazarlık unsuru olarak kullanarak bu ihlali daha da derinleştirmektedir Hamas.
Ayrıca Hamas’ın bu baskını düzenlerken, İsrail’in kendisine kurallar içinde bir yanıt vermeyeceğini, en acımasız bir şekilde misillemede bulunacağını tahmin etmemesi düşünülemez. Kendisi de Gazze’de yaşayan 2 milyondan fazla Filistinlinin hayatını tehlikeye attığını, Gazze’de İsrail’in misillemesinden sağ kalanların hayatlarının bundan sonra çok daha zor geçeceğini pekâlâ biliyordu.
Dolayısıyla kurallardan söz edeceksek, Hamas’ın son krizi tetikleyen hamlesindeki sorumluluğunu da kayda geçirmemiz gerekiyor.
***
Kuşkusuz böyle bir saldırıya hedef olan İsrail’in kendisini savunma hakkı vardır. Bütün mesele bundan önceki örneklerde sıkça ve rahatsız edici bir şekilde yaşandığı üzere, İsrail’in karşılık verirken kurallara ne ölçüde bağlı kalacağı sorusunda ortaya çıkıyor.
İsrail, on yıllardır Filistin toprakları üzerindeki işgalini sürdürerek, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin işgale son vermesini öngören kararlarını yok sayarak, bu yetmediği gibi birbiri ardına açılan yeni yerleşimlerle gasp ettiği topraklardaki yüzölçümünü her geçen gün genişleten siciliyle zaten kural tanımamazlıkta dünyaya meydan okumaktaydı.
O İsrail ki artık ABD’nin en saygın insan hakları kuruluşlarından “İnsan Hakları İzleme Örgütü” (Human Rights Watch) gibi kuruluşların hazırladıkları kapsamlı raporlarda, bir zamanlar Güney Afrika’daki ırkçı rejimin siyahlara uyguladığı apartheid politikasının benzerini izlemekle, “apartheid suçu” işlemekle suçlanmaktadır, Filistinlileri maruz bıraktığı politikalar, uygulamalar nedeniyle.
İsrail’in geçen bir aya yakın süre zarfında Hamas’a verdiği karşılık herhalde kuralsızlıkta sınırları zorlamanın en uç örneklerinden biri olarak tarihe geçecektir. Hastanelerin, mülteci kamplarının, okulların hedef alınarak bombalandığı, hiçbir ayrım gözetilmeden sivillerin acımasızca vurulduğu, göz göre göre öldürüldüğü insanlıktan uzak bu saldırılarıyla İsrail uluslararası hukuku bir kez daha ayaklar altına almaktadır.
Bütün dünyanın her gün televizyon başında izlemek durumunda kaldığı çocuk kefenlerinin görüntüleri, 21’inci yüzyılın ilk çeyreğinin sonuna yaklaşılırken insanlığın geriye gittiği bir tabloyu belgeliyor.
Sözlüklerde İsrail’in sergilediği gaddarlığı, zulmü tanımlamak için kullanılacak kelimeler artık tükenmektedir.
***
Mesele, ne yazık ki Binyamin Netanyahu’nun başında olduğu radikal sağ hükümetin savaş siciliyle sınırlı kalmıyor.
İçinden geçtiğimiz bu büyük savrulmanın önemli bir sonucu; kural temelli düzenin önde gelen savunucularının İsrail’in vahim savaş suçları karşısındaki kayıtsızlıklarıdır.
Bir suça seyirci kalmak, ilk bakışta en azından edilgenlik içerdiğinden hafifletici bir neden olarak gösterilebilir.
Ancak burada galiba edilgenliğin de ötesine geçen bir durum söz konusu. Özellikle ABD’deki Biden yönetiminin, İsrail’in elini büyük ölçüde serbest bırakan tutumuyla bu katliamlarda kaçınılmaz olarak bir sorumluluk üstlendiği tartışma götürmez.
Keza Hamas’ı kınamaya gelince kuvvetli vurgularla enerjik bir tavır sergileyen Avrupa Birliği’nin konu İsrail’in savaş sicilinin kınanmasına gelince uluslararası insancıl hukuka uyulması yolundaki beklentilerini cılız bir şekilde ifade ediyor oluşu daha mı az vahimdir?
İsrail’deki Netanyahu hükümeti, kendisini destekleyenleri de aşağıya çekiyor.
Sonuç, kural temelli dünya idealinin bizzat onun güçlü savunucuları tarafından hasar görmesidir.
***
Ortaya çıkan bu durumun en büyük mahzuru, yaşanan insanlık trajedisi ileride bir şekilde aşıldığında, geriye kuralların zemin kaybettiği bir dünya kalacak olmasıdır. Endişeler, uluslararası alanda zorbalığın, kabadayılığın, gücü yetenlerin zayıf olanlara karşı cüretkarlığının yükseleceği bir döneme girilmesi ihtimalinden kaynaklanıyor.
Bir bu kadar sıkıntılı bir durum daha var. Kural temelli düzenin savunucuları aynı zamanda demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları gibi kavram ve değerleri de savunan aktörler. Gazze’deki savaşta bütün dünya karşısında sergiledikleri rahatsız edici tutumlar, onların bu değerleri sahiplenme iddialarını da zora sokabilir.
Tabii ki bu krizde yaşanan sorunlar nedeniyle değindiğimiz evrensel değerlerden vazgeçilecek değildir. Ancak şurası açık ki, dünyanın başka coğrafyalarında bu değerleri dert edinen, önceleyen insanların, grupların zaten zor olan uğraşları, mücadeleleri Batı ülkelerinin son krizdeki tutumu nedeniyle daha da sıkıntıya girebilir.
***
7 Ekim saldırısından hemen sonra kaleme aldığımız yazıda, Ortadoğu’da büyük bir türbülansın başında olduğumuzu, artçı dalgalarla devam edecek şiddetli bir deprem dalgasının dünyayı beklediğini belirtmiştik.
Bu deprem dalgası sonuçları itibarıyla Gazze ve İsrail sınırları dışına çıkarak bütün bir uluslararası düzene dönük olumsuz süreçleri tetikliyor.
Batı’nın, İsrail’in suç sicili karşısındaki hareketsizliğinin genel anlamda dünyadaki bütün ölçülerin, yerleşik yargıların sarsıldığı bir kırılmaya yol açmakta olduğunu söyleyebiliriz.
Ayrıca şiddetin, orantısız güç kullanımın genel bir davranış kalıbı olarak yerleşmesinin, dünyanın her bir tarafındaki aşırılık çizgisindeki grupları güçlendirerek bir şiddet sarmalının önünü açması ihtimali de dışlanmamalıdır.
Sonuçta yaşadığımız dünya 7 Ekim sonrasında maalesef daha az emniyetli bir yere dönüşmektedir. 21’inci yüzyıla girerken bunu hiç beklemiyorduk.
Uluslararası düzen üzerinde söz sahibi olma iddiasındaki bütün aktörlerin, özellikle kural yanlısı olma iddiasındaki Batılı aktörlerin, yokuş aşağı bu gidişi idrak edip frene basmaları zamanı gelmedi mi?
Paylaş