Paylaş
Hatırlanacaktır, Dışişleri Bakanlığı'da geçen sonbahar ayında hazırlanan büyükelçi kararnamesi Başbakan Mesut Yılmaz ile Dışişleri Bakanı İsmail Cem arasında ciddi bir çatışmaya konu olmuştu.
Özellikle Washington ve Birleşmiş Milletler gibi önemli merkezlere yapılacak atamalar için Başbakan ile Dışişleri Bakanı farklı isimler öne sürünce, ortaya aylar süren bir anlaşmazlık konusu çıkmış ve kararname ancak şubat ayında sonuçlandırılabilmişti.
İlginç olan, finalde taraflar anlaşamadıkları hususunda anlaşmışlar ve uzlaşı her ikisinin de başlangıçta düşünmedikleri sürpriz isimler üzerinden sağlanmıştı. Bir başka deyişle, ne Yılmaz ne de Cem'in dediği olmuştu.
Bu olayda girdikleri sürtüşmenin ANAP'lı Başbakan Yılmaz ile koalisyonun DSP kanadından Dışişleri Bakanı Cem arasındaki ilişkilerde hassas bir durum yarattığı Ankara kulislerinde sır değildi.
Cem'in hazırladığı son büyükelçi kararnamesinin yürürlüğe konuluş şeklinin de benzer bir hassasiyete yol açtığı anlaşılıyor.
Kararname Tokyo, Pekin, Lizbon, Ottowa, Kahire, Budapeşte, Bern, Belgrad, Zagreb ve Riyad, Saraybosna, Fas, Varşova, Amman, Santiago gibi merkezlere yapılacak atamaları kapsıyor.
Hassasiyetin nedeni, Cem'in atamaların önemli bir bölümü için Başbakan Mesut Yılmaz'ın görüşünü almadan, listeyi doğrudan Çankaya Köşkü'nün onayına sunup, ardından tebligatları yapmış olması.
Kararname hazırlığı ancak agremanların gelmesinden sonra başlatılacağı için bu noktadan sonra Yılmaz'ın itiraz edebilme imkânı oldukça sınırlı. Çünkü agremanı alınmış bir büyükelçinin atamasını engellemek, en azından gideceği ülkeye saygısızlık etmek oluyor.
Cem'in bu yolu izlemesinin kendi açısından mazur görülebilecek bir izah tarzı şu olabilir: Koalisyonun ANAP kanadındaki bakanlar, kendi bürokrasilerinde yaptıkları atamalarda DSP kanadının onayını alma ihtiyacını duymuyorlar.
Dışişleri Bakanı'nın da bu mantıktan hareketle kararnamenin kendi tasarrufunda bir işlem olduğunu düşünerek hareket ettiği anlaşılıyor. Ayrıca, en azından taslak listenin hazırlanmasının Dışişleri Bakanı'nın asli görevleri arasında olduğu da teslim edilmelidir.
Gelgelelim, Türkiye'nin önemli bir devlet geleneği de, büyükelçi kararnamesinin genellikle Başbakan'ın görüşü alındıktan sonra Cumhurbaşkanı'nın onayına sunulmasıdır.
Bu denge koalisyon hükümetleri döneminde her seferinde kurulamıyor. Bu çerçevede, Prof. Mümtaz Soysal'ın 1994 yılındaki Dışişleri Bakanlığı döneminde bakanlık müsteşarlığına getirilecek isim konusunda dönemin Başbakanı Tansu Çiller'le ters düşmesi ve bunu prensip meselesi yaparak istifa etmesi örnek gösterilebilir.
Son atamada dikkat çeken bir başka önemli nokta daha var. Cem, büyükelçi listesini genel başkanı Bülent Ecevit'in de dikkatine getirmemiş. Başbakan Yardımcısı, listeyi gazetelerden öğreniyor.
Ecevit'in ‘‘Özellikle vali ve büyükelçi atamalarının koalisyon ortakları arasında istişare edilmesi yararlıdır’’ şeklindeki görüşü dikkate alındığında, Cem'in tutumunda bu görüşten ayrılan bir çizgiyle karşılaşıyoruz.
Paylaş