Paylaş
Başbakan Erdoğan’ın İran’ın nükleer niyetlerinin masumiyeti konusunda Tahran’daki rejime kefil olan tutumunun tartışmaya açık noktalarını şu şekilde irdeleyebiliriz:
İRAN’IN ŞEFFAF OLMADIĞI DEDİKODU DEĞİL
Erdoğan, ısrarla İran’ın nükleer araştırmalarının barışçıl olduğunu belirterek, Tahran’ın nükleer bomba imal etme yeteneği kazanmak istediği yolundaki haberleri “dedikodu” olarak nitelendiriyor. Oysa bugünün tartışma konusu bomba üretimi değil, İran’ın nükleer enerji alanındaki denetim kurallarını ihlal ediyor olması. Tahran’ın nükleer silah peşinde olduğu yolundaki kuşkular bu ihlallerden kaynaklanıyor. İran’ın nükleer programının şeffaf olmadığı dedikodu değil, maddi kanıtlarla desteklenen bir gerçek.
Tahran, nükleer çalışmalarını uluslararası denetimden kaçırıyor ve her seferinde yakalanıyor. Örneğin, geçen sonbaharda Kum kenti civarında yeni bir nükleer tesisin inşa edildiği Batılı istihbarat servisleri tarafından ortaya çıkartılınca, İran makamları bu laboratuarın varlığını kabul etmek zorunda kaldı.
Burada önemli olan husus, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun (IAEA) vereceği rapor. IAEA, İran’ın nükleer çalışmalarını yalnızca barışçıl amaçlarla mı yürüttüğü yoksa bu çerçevenin dışına mı çıktığı hususunu kesin bir şekilde tespit edemediğini belirtiyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de belirttiği gibi, İran, Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’na (NPT) taraf olduğu için bu alandaki uluslararası yükümlülüklere dahil olmuş durumda. Sorun, bu yükümlülüklerini yerine getirmemesinden kaynaklanıyor.
NÜKLEER İRAN TÜRKİYE’NİN BÖLGESEL GÜCÜNÜ AZALTIR
Başbakan Erdoğan’ın, “İran’a nükleer silah yapma diyenler, neden İsrail’in nükleer silahlarına ses çıkarmıyorlar” şeklindeki çıkışları bu noktada önemli bir dayanaktan yoksun kalıyor. Çünkü İsrail NPT’ye dahil olmadığından, bu rejimin uluslararası yükümlülükleri ile de bağlı değil. İran’a yönelen eleştiriler ise bu rejim içindeki taahhütlerini yerine getirmemesinden kaynaklanıyor. NPT’ye taraf olmak, öncelikle nükleer silah yapmamak taahhüdünü içeriyor.
Konu, aslında Amerika’nın İran’a nasıl baktığı ya da İsrail’in ne yaptığından çok, Türkiye’nin ulusal çıkarları ve güvenlik ihtiyaçlarının neyi gerektirdiği. Asıl şu soruya yanıt aramalıyız: İran’ın böyle bir yeteneğe sahip olması Türkiye açısından ne anlama gelir?
Kendi başına geliştirdiği nükleer bombaya sahip olan bir İran’ın Türkiye karşısında büyük bir üstünlük sağlayacağı inkar edilemez. Türkiye’de hangi hükümet iş başında olursa olsun, bunu öncelikli tehdit değerlendirmeleri içine almak ve önlemini aramak durumunda kalacaktır.
Asıl mesele, İran’ın bu silahı Türkiye’ye karşı kullanıp kullanmayacağı sorusundan çok, İran’ın bu yeteneği kazanmasının Türkiye’nin bölgesel ağırlığı üzerinde icra edeceği olumsuz etkidir. Nükleer silah sahibi bir İran, Türkiye’nin bölgedeki nüfuzunu, gücünü önemli ölçüde aşağı çekecektir. İran, tarihi rekabetinde Türkiye karşısında kendisini daha güçlü bir konumda görecektir.
TÜRKİYE KENDİ BAŞINA ARAYIŞA GİRER Mİ?
İran’ın nükleer güç haline gelmesi, bölgede barış ve huzur arayışlarını tümüyle sekteye uğratıp, büyük bir silahlanma yarışını davet edecek, başta Suudi Arabistan olmak üzere Arap ülkelerinin de benzer arayışlara girmelerine yol açabilecektir. Keza uluslararası denetim dışında kalan bir nükleer yeteneğin üçüncü ülkelere aktarılması, yani nükleer silahların deyim yerindeyse pazar yerine inmesi olasılığı, üzerinde yaşadığımız yerküreyi daha mı emniyetli bir hale getirecektir?
Bu olasılık, Türkiye’nin İran gibi nükleer yeteneğe sahip olmak için kendi başına arayışlara girmesi yönünde beklentileri de tetikleyebilir.
Peki, İncirlik Üssü’ndeki Amerikan nükleer başlıkları İran’ın nükleer bombasına karşı yeterince bir güvence oluşturmaz mı? Bu sorunun yanıtı da yarın...
Paylaş