Paylaş
O yıllarda bu ayrıcalığı yaşadığım pek çok şahsiyet oldu. Dün son yolculuğuna uğurladığımız İlter Bey’in bu isimler içinde benim açımdan çok ayrı bir yeri olduğunu belirtmeliyim.
İlter Türkmen’i önce Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı olarak izlemeye başladım 1980 yazında. Demirel azınlık hükümeti işbaşındaydı o sırada. 12 Eylül darbesinden sonra Dışişleri Bakanlığı görevini üstlendi. Cumhuriyet gazetesinin Ankara Bürosu’nun diplomasi muhabiri olarak bu dönemini çok yakından izledim. İlter Bey’in, askeri rejimin zaman zaman yayınını durdurduğu bu gazetenin diplomasi muhabirine makamında özel mülakat vermesi kayda değer bir tarzdı doğrusu.
Bakanlık görevi sona erip yeniden kariyer diplomatlığına dönmesi ve ardından emekli olmasından sonraki dönemde de İlter Bey ile temasımız kopmadı. Ardından bu gazetede köşe yazarı olarak da buluştuk kendisiyle farklı sayfalarda.
Bakanlık sonrası dönemde 1985 ekim ayında New York’ta BM Daimi Temsilcisi olarak görev yaptığı sırada Cumhuriyet için yaptığım bir mülakatta kendisine, “Bakanlıktan sonra yeniden diplomatlığa dönmek nasıl bir şey?” diye sorduğumda, kahkahayı patlatarak “Bakanlığınızı unutmak şartıyla iyi geliyor...” karşılığını vermişti.
“Unuttunuz mu?” diye sorduğumda, “Tamamen unuttum, hatırlamıyorum...” diye yanıtlamış ve ardından yine bir kahkaha atmıştı.
1983 yılı Kasım ayı, Strasbourg’daki Avrupa Konseyi merkezi. Sedat Ergin , Selçuk Korkut, Raşit Gürün, İlter Türkmen, Yalım Eralp, Rıza Türmen, Selim Kuneralp, Ömer Ersun.
40’LI YAŞLARDA ARKA ARKAYA ÜÇ KRİTİK BÜYÜKELÇİLİK
İlter Türkmen, Cumhuriyet dönemi Türk diplomasisinin en parlak temsilcilerinden biridir. Üstün meziyetlere sahip bir diplomattı. Bir ekoldü.
Aslında ne kadar etkileyici bir kariyeri olduğunu görmek için biyografisine kısaca göz atmak yeterlidir. Galatasaray ve ardından Mülkiye’yi bitirdikten sonra 1949 yılında 22 yaşında girdiği Hariciye’de çok genç yaşlarda hızlı bir şekilde yükselmiştir.
Örneğin, 1967 yılında Atina gibi önemli bir merkeze büyükelçi atandığında henüz 40 yaşındaydı. Dört yıl sonra Atina’yı bir sonraki görev yeri Moskova Büyükelçiliği izleyecekti. Kıbrıs Barış Harekâtı’nın ertesinde 1975 yılında Türkiye’nin BM Daimi Temsilcisi olarak New York’a gitti.
Türkmen 1978 yılında 51 yaşında merkeze döndüğünde Atina, Moskova ve BM gibi üç büyük görevi geride bırakmıştı. Ancak dönemin Ecevit hükümeti kendisine merkezde görev vermeyecek, buna karşılık iki yıl kadar sonra Demirel azınlık hükümeti döneminde 1980 yılında Dışişleri Müsteşarlığı makamına getirilecekti.
Türkmen, 12 Eylül askeri darbesinden sonra Bülend Ulusu’nun başbakanlığında kurulan hükümette Dışişleri Bakanlığı görevine geldi. Üç yıl sonra yeniden diplomatlık mesleğine döndüğünde sırasıyla Türkiye’nin BM Cenevre ofisi nezdinde Daimi Temsilciliği, ardından ikinci kez BM New York ofisinde (ikinci kez) Daimi Temsilcilik ve final olarak Paris Büyükelçiliği görevini üstlendi.
Üstelik, 1991 yılında Dışişleri’nden emekli olduktan sonra bu kez 1996’ya kadar Birleşmiş Milletler Genel Sekreter Yardımcısı unvanı ile BM Filistin Mültecilerine Yardım Örgütü Yüksek Komiseri gibi prestijli bir uluslararası bir görevi üstlendi.
Bu görev sıralamasına bakıldığında, İlter Türkmen’in diplomasi kariyerinin benzeri nadir görülecek son derece etkileyici bir başarı öyküsü olduğunu teslim etmek gerekir.
1985 yılı Ekim ayı. İlter Türkmen’in BM Daimi Temsilcisi olarak New York’taki makamında.
İSRAİL İLE İLİŞKİLERİN DÜZEYİNİ DÜŞÜREN KARARIN MİMARIYDI
Kuşkusuz, İlter Bey’in bütün bu görevler içinde kamuoyunda en çok bilineni, 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında üstlendiği Dışişleri Bakanlığı’dır. Kendisi bu görevde tartışma yaratan, iddialı kararların mimarı olmuştur.
Bunlar içinde özellikle tuğrasını vurduğu önemli bir karar, 1980 yılı kasım ayında İsrail ile ilişkilerin temsil düzeyinin ikinci katip düzeyine indirilmesidir. Bu, ABD’nin Rogers Planı’nı kabul edip Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşü önündeki vetoyu kaldırarak yola koyulan askeri rejim döneminde kimsenin beklemediği bir adımdı. Ancak bu karar o dönemde Arap dünyası ile ilişkilerde yaşanmakta olan sıkıntıların hafiflemesini sağlamış, Arap dünyasıyla genel bir yakınlaşmanın önünü açmıştır.
Keza, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin 15 Kasım 1983 tarihindeki bağımsızlık ilanının gerisinde işleyen karar alma sürecindeki en önemli aktörlerden biri olduğu tartışma götürmez. Aslında her ikisi de Batı dünyasının, özellikle ABD’nin şimşeklerini çeken adımlardı.
Bu arada İlter Bey’in Yunanistan’ın askeri kanada dönüşündeki vetonun kaldırılmasında Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Kenan Evren tarafından tümüyle dışlanması ve kararı General Rogers’a ‘Evet’ denildikten sonra öğrenmesi, bakanlığı döneminde yaşadığı en tatsız hadiselerden biri olmuştur.
AVRUPA KONSEYİ İLE KOPMAYI ÖNLEDİ
Burada vurgulanması gereken bir husus, İlter Bey’in askeri rejimin dışişleri bakanlığını yapmış olmakla birlikte, bu dönemin Avrupa ile ilişkilerde yüksek bir zarar yaşanmadan atlatılmasında oynadığı roldür.
Yunanistan’ın Albaylar Cuntası döneminde Avrupa Konseyi’nden çıkmak zorunda kalmasına benzer bir durum Türkiye’deki askeri rejim sırasında yaşanmamıştır. Bunun gerisinde yatan en önemli faktörlerden biri, Türkmen’in Dışişleri Bakanı olarak stratejik önceliklerinden birini Türkiye’nin Avrupa’ya dönük doğrultusunu kaybetmemesi hedefine vermesi olmuştur.
O dönemde kendisinin Avrupa Konseyi ile kopmayı önlemek için ciddi bir çaba sarf ettiğini biliyoruz. Bu ihtimalin önlenmesi, Türkiye’nin önce demokrasiye dönüş takvimini gecikmeden açıklaması, ardından bu takvimi uygulamasından geçiyordu. Bu yönüyle görevinin bir boyutu Batı’yı ikna etmek ise, diğer kritik boyutu da Kenan Evren ile diyaloğunda Batı’nın beklentilerini kendisine aktarmaktı.
O dönemde Dışişleri Bakanlığı koltuğunda inisiyatif kullanmaktan çekinen, her konuda askerlerin yönlendirmesi içinde hareket etmeyi uygun gören bir şahsiyet otursaydı, Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerinin rayından çıkması, bunun demokrasiye dönüş takvimini etkilemesi ihtimal dahiline girebilirdi.
İlter Türkmen’in 2007 yılında 80’inci yaşına girmesi dolayısıyla düzenlenen kutlamada.
HAMASETTEN UZAK AKILCI BİR ÇİZGİ
İlter Bey’in Dışişleri Bakanlığı görevini hakkını vererek üzerinde taşıdığı yadsınamaz. İlginçtir ki, bunun verdiği ağırlık bu görevden ayrılmasından sonra da onun ayrılmaz bir parçası olmuştur.
Diplomasi tarzına baktığımızda da, akılcı, dengeli bir gerçekçiliği esas alan, hamasetten uzak duran bir çizgi görüyoruz. Kuşkusuz, şahsi hasletleri olarak kuvvetli bir özgüven duygusu, zekâsı, büyük tecrübesi bu çizgiyle birleştiğinde İlter Bey’in tarzı daha da belirgin hale geliyor.
Dışişleri Bakanlığı’nda büyükelçiliğe kadar yükseldikten sonra dokuz yıl Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) yargıç olarak görev yapan Rıza Türmen, 2007’de kendisinin 80’inci yaş günü için kaleme aldığı bir yazıda maiyetinde çalışmış bir diplomat olarak İlter Bey’i şöyle anlatmıştı:
“Bizim için İlter Bey’le çalışmak çok keyifliydi. Böylesine üstün bir pratik zekâ sahibi, çalışkan, soğukkanlılığını ve mizah duygusunu hiçbir koşulda yitirmeyen bir bakanla çalışmayı hangi Dışişleri mensubu istemez?”
İLTER BEY’İN ESPRİ ANLAYIŞI
İlter Bey’in önemli bir hasleti, bazen en sıkışık durumların içinden bir espriyle ya da şık bir şekilde retoriğe başvurarak çıkıvermesiydi. İşin espri boyutunun zihnimde yer etmiş çarpıcı bir örneğini 15 Kasım 1983 tarihinde KKTC’nin bağımsızlığının ilan edildiği gün yaşamıştım.
Bütün gazeteciler bu tarihi kararla ilgili Dışişleri Bakanı Türkmen’in akşam saatlerinde yapacağı açıklama için heyecanla bakanlığın giriş katındaki toplantı salonunda doluşmuştuk. İlter Bey, Yunanistan’ı “teenni”ye davet eden ünlü açıklamasını bu toplantıda yaptı. Derken bir meslektaşımız “KKTC’yi kaç ülkenin tanıyacağını” sordu kendisine.
İlter Bey, bu soru karşısında önce bir süre önündeki evrakları karıştırdı, ardından aradığını bulamayan birinin ruh halini yansıtan bir ifadeyle yanıt verdi:
“Maalesef istatistikleri yanımda getirmeyi unutmuşum...”
KANAAT ÖNDERİ OLARAK İLTER BEY
İlter Bey, 1999 yılında 72 yaşında Hürriyet gazetesinde köşe yazarı olarak yaşamının yeni bir serüvenine başladı. Yaklaşık on yıl süreyle kaleme aldığı köşe yazıları da kendisinin genel tarzının, bakışının, diplomasi anlayışının bir yansımasıydı. En karmaşık durumları bile son derece yalın, kısa ve özlü bir şekilde ortaya koyan, her zaman meselenin özüne odaklanan, son derece berrak bir bakış vardı bu yazılarında.
Yazarlığa başladığı dönem aynı zamanda AB’ye tam üyelik sürecinde önemli adımların atıldığı bir zaman kesitiydi. Bu kez İlter Bey’i AB ile tam üyelik müzakerelerinin başlayabilmesi için siyasi kriterler alanında cesur adımlar atılmasını savunan, bu yönde teşvik edici bir çizgi izleyen etkili bir kanaat önderi olarak karşımızda bulduk.
Örneğin, Kürt sorunu üzerinde müesses nizamın yerleşik resmi söylemlerinin dışına çıkan bakışı, Kıbrıs sorununa çözüm için BM tarafından hazırlanan Annan Planı’na açıkça destek vermesi Türk kamuoyundaki tartışmalarda önemli bir etki yarattı. KKTC’nin bağımsızlık ilanının aktörlerinden biri, makul bir uzlaşı zemini ortaya çıktığında pekâlâ esnek davranılabileceğini söylüyordu.
Türkiye’nin yüzünü, yönünü sağlam bir şekilde Avrupa’ya çevirdiğini görmek, en önemli arzusuydu geride bıraktığı uzun kariyerinin sonunda.
İşte dün öğleyin İstanbul’da Teşvikiye Camisi’nin avlusunda Türk bayrağına sarılı tabutunun önünde saygıyla dururken, bu yazıdaki anılar, olaylar da tek tek gözümün önünden geçiyordu.
Paylaş