Paylaş
“Kesinlikle onlardan vazgeçmeyeceğiz. (Onlar) artık bizden bir parça. Halkla iç içeler. Onlar halktan memnun, halk da onlardan. Bu insanlar kendi devletlerine bir tehdit değiller. Bizim kurduğumuz siyasetin altındalar... Dinimiz ve kültürümüz gereği onları koruyacağız.”
Culani’nin geçen ayın başında İdlib’de etrafı duvarlarla çevrili küçük bir evde “Independent Türkçe” haber sitesinin muhabiri Cihat Arpacık’ın sorularını yanıtlarken yaptığı bu açıklama, Suriye’de silahlı muhalefetin sığındığı son bölgelerden biri olan İdlib’deki karmaşık fotoğrafın önemli bir yüzünü ortaya koyuyor; “yabancı savaşçılar...”
DOĞU TÜRKMENİSTAN’DAN GELENLER DE VAR...
Bugün İdlib’deki sorun yalnızca Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından terör örgütleri yaptırım listesinde tutulan HTŞ ve yine listede yer alan Culani’den ibaret değil. Suriye içsavaşına katılmak üzere 2011 yılından sonra dünyanın birçok ülkesinden kalkıp buraya gelen yabancı savaşçıların azımsanmayacak bir bölümü de silahlı muhaliflerin kuzeye çekilmesi sürecinde onlarla birlikte buraya geçip yerleşmiş durumda.
Bu grupların İdlib’deki faaliyetleri belli aralıklarla BM tarafından El Kaide ve DEAŞ tehdidi üzerine hazırlanan raporlarda da karşımıza çıkıyor. Aralarında Çin Halk Cumhuriyeti’nden, Orta Asya’dan, Kafkasya’dan, muhtelif Arap ülkelerinden gelen savaşçılar var. Özellikle “Doğu Türkistan Kurtuluş Cephesi”ne mensup savaşçılar, Çin Halk Cumhuriyeti’nin de İdlib’deki durumu çok yakından izlemesine yol açıyor.
Culani’nin açıklamaları, yabancı savaşçıların önemli bir bölümünün şimdilik bir yere gitmediğine, İdlib’de bugün alan hâkimiyetine sahip olan HTŞ’nin himayesi altında burada hayata entegre olma sürecine girdiklerine işaret ediyor.
DİĞER GRUPLARLA OPERASYON ODALARIMIZ ORTAK
Culani, mülakatta rejimin bulduğu ilk fırsatta kendilerine doğru bir hamle yapmasını muhtemel gördüğünü belirtip, “Ama bizim savunma hattımız sağlam. Kendi hücum planlarımızı da elbette yapıyoruz” diye konuşuyor.
HTŞ lideri, bu arada İdlib’deki diğer silahlı muhalif gruplarla işbirliğinden memnun görünüyor: “Diğer gruplarla ilişkilerimiz çok iyi, operasyon odalarımız ortak. Cephe hattını beraber tutuyoruz. Hiçbir sıkıntı yaşamıyoruz...”
Bu şekilde genel bir ifade kullanarak, Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu (SMO) (eski adıyla ÖSO) bileşenlerini de mi kastettiği hususunu boşlukta bırakıyor Culani.
Bu arada, 2020 başında rejimle yaşanan çatışmaları kastederek, “Türkiye’nin acil bir adım atarak burada bir denge kurabildiğini” belirtiyor. Bu ifadesinden TSK’nın İdlib’de muhalefet ile rejim bölgelerini ayıran sınır hattının gerisinde yaptığı askeri üslenmeyi kastettiğini anlıyoruz. Culani, “Buradaki işi sadece askeri nitelikte. Temas hattına yakın bölgelerde görev yapıyorlar. Sivil alana müdahil olmuyorlar” diyor.
Culani, “Türkiye’nin kurduğu denge” derken, İdlib’de bugün TSK’nın kuvvetli askeri varlığının yarattığı caydırıcılık olmasa, Esad rejiminin, Rusya’nın hava gücünün desteğiyle kendilerine hayatı ne kadar zorlaştıracağının bilinci içinde konuşuyor.
Bu arada, bir Türk gazeteciye konuşması Culani’nin artık Türk kamuoyuna da mesaj verme ihtiyacını duymaya başladığını gösteriyor.
CULANİ ABD’YE SICAK BAKIYOR
Aslında HTŞ liderinin son dönemde ABD kamuoyuna da seslenme çabası içinde olması belki daha da dikkat çekici bir durum. Özellikle geçen haziran ayı başında ABD’de kamu yayıncılığı yapan PBS kanalında yayımlanan bir mülakat için bu kanalın muhabiri Martin Smith’i İdlib’de kabul ederek ABD’ye sıcak mesajlar göndermesi, Culani’nin yeni dönemde girmek istediği yörünge açısından önemli ipuçları taşıyor.
Culani, ilk kez bir Amerikalı gazeteciye konuştuğu bu mülakatında HTŞ’nin ABD’ye hiçbir tehdit oluşturmadığını, aynı şekilde Avrupa’nın da güvenliğini tehdit etmediğini belirterek, “Bu bölge, dışarıda (küresel) cihat için sıçrama zemini değil” diye konuşmuştu.
Culani, 2017 yılında HTŞ’yi kurduğunda El Kaide’den koptuğunu, artık bağımsız hareket ettiğini açıklamış olsa da, bugüne dek uluslararası camiayı henüz bu konuda ikna edebilmiş değil. Uzun yıllar Irak ve Suriye’de önce DEAŞ, daha sonra El Kaide’nin temsilciliğini yürüten Culani’nin geçmişten gelen oldukça kabarık bir suç dosyası var.
Buna karşılık, Culani ısrarla Washington’a El Kaide’den ayrıldığı hususunda güvence veriyor. Keza, “Independent Türkçe”ye son mülakatında İdlib’deki yabancı savaşçılar için “Onlar bizim siyasetimizin altında” demesi, hem Türkiye’ye hem de ABD’ye bu grupları kontrol altında tuttuğu yolunda bir başka güvence olarak görülebilir.
Bu güvenceleri sıralarken, HTŞ liderinin Biden yönetiminden en önemli talebi, kendisinin ABD Dışişleri Bakanlığı’nın “terörist” listesinden çıkartılması. Bu kritik bir talep, çünkü ABD Dışişleri “En Çok Arananlar” listesine koyduğu Culani’nin yakalanmasına yardım edenlere 10 milyon dolara kadar ödül koymuş durumda.
Culani’nin sözlü güvencelerin yanı sıra bir süredir İdlib’de sahada yaptığı hamlelerle de ABD’nin gözüne girmek amacıyla ciddi bir çaba içinde olduğunu söylemek mümkün. Bu çerçevede HTŞ’nin, İdlib’de El Kaide’ye bağlılığını sürdürerek faaliyet gösteren Huras El Din isimli örgütün bu bölgedeki hareket serbestisini sınırlamaya dönük adımlar attığı, bu örgütün bazı üst düzey yöneticilerini tutukladığı biliniyor.
ABD DE CULANİ’YE GÖZ KIRPIYOR
Bütün bunlardan ne anlamamız gerekiyor? Esad rejimi ve Rusya ikilisinin hedefi durumundaki Culani’nin, kendisine dönük bu tehdidi dengeleyebilmek ve İdlib’deki iktidar alanını kalıcı kılabilmek için önümüzdeki dönemde sırtını ABD’ye ve Avrupa’ya yaslamak istediği aşikâr.
Aslında kendisini “En Çok Arananlar Listesi”nde tutmasına rağmen, ABD’den Culani’ye son zamanlarda oldukça sıcak işaretler gelmiyor da değil. Trump yönetiminin son döneminde ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Büyükelçi James Jeffrey’nin HTŞ’nin kendisini “terörist değil yurtsever muhalif savaşçılar” olarak tanımladığını hatırlatıp, “örgütün daha çok İdlib’deki pozisyonunu korumaya odaklandığını, bir süredir uluslararası alanda bir tehdit yarattığını gözlemediklerini” yolunda açıklamaları bu yönde değerlendirilebilir.
Ayrıca, Jeffrey’nin geçen 8 Mart tarihinde PBS’e yaptığı bir açıklamada, HTŞ’den ABD’nin İdlib’deki stratejisinde kullanabileceği bir yapı (asset) şeklinde söz etmesinin anlamı da yeteri kadar açıktır. Jeffrey, “Onlar İdlib’teki muhtelif seçenekler içinde en az kötü olan seçenek” diye konuşuyor.
Bu noktada ilginç bir ayrıntıya daha dikkat çekelim. ABD, özellikle 2019 yılından bu yana İdlib’deki IŞİD ve El Kaide hedeflerini askeri operasyonlarla vururken, bu çerçevede El Kaide uzantısı Huras el Din kadrolarını da hedef alıyor. Son olarak 20 Eylül tarihinde ABD’nin Ortadoğu bölgesinden sorumlu Merkez Komutanlığı tarafından yapılan bir açıklamada, İdlib’de bir El Kaide liderinin hava saldırısıyla öldürüldüğü duyuruldu. Daha sonra insansız hava aracıyla (İHA) düzenlenen saldırıda öldürülen kişinin Huras el Din’in komutanlarından Abu Hamza al-Yemeni olduğu ortaya çıktı.
Burada vurgulamamız gereken bir nokta, ABD’nin son dönemde İdlib’deki İHA operasyonlarının HTŞ kadrolarını hedef almaması, daha çok Huras el Din’e yönelmesidir. Bu durum bile Culani’nin güvencelerinin ABD tarafından itibar gördüğünün bir göstergesi olarak yorumlanabilir.
VE KRİTİK SORULAR
Sahadaki bu tabloya dikkat çektikten sonra şimdi kritik sorulara geçelim. Culani’in bu kadar açık bir şekilde ABD’ye yaslanmaya çalışması ve Washington’dan gelen işaretler, İdlib’i Rusya ile ABD arasında bir çekişme alanı haline getirmiyor mu? Türkiye bu çekişmede Suriye politikası bağlamında nerede duracaktır? Bu sorular ayrı bir değerlendirmeyi gerektiriyor.
Paylaş