Paylaş
Aslında bu mirasın arkasında son derece çarpıcı bir yaşam öyküsü var. Bu öykünün öznesi Almanya’da Bavyera’nın Fürth şehrinde yaşayan bir Yahudi ailesinin büyük çocuğudur. Aile, Almanya’da yükselen Nazi tehlikesi karşısında 1938 yılında ABD’ye göç etmek zorunda kalır ve ayak bastıkları New York’ta mütevazı koşullarda ayakta kalmaya çalışır. Ailenin iki erkek çocuğundan biri en büyük merakı futbol olan Heinz Alfred Kissinger’dır.
Kissinger’ın ebeveynlerinin kaçmakla ne kadar isabetli bir şekilde hareket ettikleri, aileden Almanya’da kalan en az 13 yakın akrabanın Naziler tarafından gaz odalarında ya da toplama kamplarında katledilmesiyle anlaşılacaktır.
*
ABD’de Henry adını alacak olan Heinz Alfred Kissinger, Amerika kıtasına ayak bastığında henüz 15 yaşındadır. İngilizceyi her zaman kırık bir Alman aksanıyla konuşmuş olan Henry Kissinger’in öyküsündeki önemli dönüm noktalarından biri, 20 yaşındayken askere alınması ve savaşın sonuna doğru kendisini ailece göç etmiş oldukları Almanya’da bu kez bir ABD askeri olarak bulmasıdır.
Almanya’da görevli ABD askerlerine çevirmenlik yapacak, müttefiklerin kontrolüne geçen Alman şehirlerinde yakalanan Gestapo subaylarını sorgulayacaktır. Geliştirdiği uzmanlıkla bir süre sonra ABD’li askerlere, kimliklerini gizleyen Nazi’lerin nasıl deşifre edilebilecekleri konusunda eğitmenlik görevi de üstlenecektir.
Savaştan sonra ABD’ye döndüğünde bu kez Harvard Üniversitesi’ne girecek, okulu 1950 yılında parlak bir dereceyle bitirdikten sonra akademik kariyere devam edip, dikkatleri çeken bir doktora tezi yazacaktır.
Bu arada Harvard’da başlatılan ve yabancı ülkelerden siyasetçiler, kamu görevlileri ve gazetecilerin davet edildikleri “Uluslararası İlişkiler Semineri” projesinde kilit rol oynar. Seminere davet edilen şahsiyetlerden biri, Türkiye’den gelen genç bir gazeteci olan Bülent Ecevit’tir. Kissinger, daha sonraki yıllarda Ecevit’ten söz ederken onu “şair” olarak hatırladığını kayda geçecektir.
*
İlginçtir ki, doktorası sonrasında muhtemelen akademik çekişmelerin bir sonucu Harvard’da iş bulamayınca, onu New York’taki bir düşünce kuruluşunda nükleer silahlar üzerine çalışan prestijli bir akademik çalışma grubunun mensubu olarak görüyoruz. Burada kısa menzilli sistemler kullanılarak, bir nükleer savaşın pekala kazanılabileceği yolunda ezber bozan bir teoriyi ortaya atmasıyla herkesin, bu arada Washington’un da dikkatini üstüne çekecektir.
Washington’daki karar alma mekanizmasında önemli bir aktör olmayı daha o yıllardan aklına koymuş olan Kissinger, 1968 seçim kampanyasına Cumhuriyetçi aday Nixon’un gözüne girmeyi başardıktan sonra Nixon’un sandıktaki zaferiyle birlikte 1969 yılında Başkan’ın Ulusal Güvenlik Danışmanlığı görevini üstlenir. Nixon 1972 seçiminde ikinci dönemi de kazandığında, Kissinger bu kez 1973 yılında Dışişleri Bakanlığı görevini üstlenecek, ancak iki yıl kadar ulusal güvenlik danışmanlığı görevini de üstünde tutacaktır.
Kissinger, Nixon’un 1974 yılında patlak veren Watergate skandalı üzerine görevinden istifa edip yerine yardımcısı Gerald Ford’un geçmesinden sonra da Dışişleri Bakanlığını 1977 yılına kadar sürdürmüştür.
*
New York Times’ın kıdemli yazarlarından David Sanger’ın dün bu gazete yayımlanan, Kissinger’ın yaşam öyküsünü anlatan etkileyici biyografi yazısı, bu devlet adamının karakterinin objektif ve bu ölçüde çarpıcı bir tablosunu çiziyor.
Karşımızda son derece ihtiraslı, yetki paylaşımı konusunda kıskanç davranan, karar alma mekanizmasında kendisi dışında hiç kimseye söz hakkı tanımak istemeyen, paylaşıma kapalı, hedeflerine ulaşabilmek için acımasız olabilen bir şahsiyet var.
Kissinger’ın özellikle yönetime geçmeden önceki akademide geçirdiği döneme bakıldığında, daha sonra Harvard’da kendisinin öğrencisi olacak yazar ve diplomat Leslie Gelb’in anlatımında, “Altındakilere tahakküm eden, aynı kademelerde olduğu akranlarına sinsice davranan, buna karşılık üstündekilere dalkavukluk eden” bir karakter beliriyor.
Tabii, bütün bu karakter özelliklerinin yüksek bir zeka ve aynı zamanda kuvvetli düzeyde bilgi ve birikime dayanan bir stratejik düşünme kabiliyeti ile birleştiğini de hesaba katmamız gerekiyor.
Sonuçta yönetime geldiğinde, bulunduğu bütün pozisyonlarda inisiyatif almaktan kaçınmayan, olayları izlemektense müdahil olup yönlendirmeye iştahlı, muktedir bir karar vericidir. Üstelik bu karar verici, harekete geçtiğinde kuralları, yasaları baypas etmek etmekten de çekinmemektedir.
Sanger, onun yönetimdeki mirasını değerlendirirken “Kissinger’ın büyük güç çekişmesine odaklanırken, özellikle bu büyük savaşta piyonlar olarak gördüğü küçük ülkelerle ilişkilerinde kaba bir Makyavelist olarak hareket ettiğini” belirtiyor. Makyavelist, yani hedeflediği çıkarlara ulaşmak için her yolu meşru gören, sınır tanımayan bir aktör…
*
Görevde bulunduğu dönemde ABD dış politikası açısından bazı yerleşik temel kalıpları kıran bir dizi adım atmıştır. Örneğin, Nixon döneminde ABD’nin Çin Halk Cumhuriyeti ile ilişki kurma politikasının mimarıdır. Bu amaçla 1971 yılında ulusal güvenlik danışmanı olarak Pekin’e gizlice giderek iki ülke arasında diyaloğun kurulmasının kapısını açan müzakereleri gerçekleştirmiştir.
Bu hamlesi, Sovyetler Birliği’nin de ABD ile diyaloğunu güçlendirmeye teşvik etmiş, sonuçta ABD iki hasmı karşısında ince bir denge politikası izlemeye başlamıştır.
Bu dönemin bir özelliği de ABD ve Batı dünyası ile Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku arasında detant (yumuşama) sürecinin de önünü açılmasıdır. Keza, ABD ile Sovyetler Birliği arasında kıtalar arası nükleer silahların sınırlandırılmasına ilişkin ilk anlaşma yine onun bu kez Moskova’ya 1972 yılında yaptığı bir başka gizli ziyaretin sonucudur.
*
Henry Kissinger’ın en çok eleştirildiği noktalardan biri Vietnam savaşının uzamasında oynadığı roldür. Ortaya çıkmıştır ki, savaş pekala daha erken bir tarihte ve çok daha az insan kaybıyla kapanabilecekken, Nixon üzerindeki telkinlerinin de etkisiyle savaşın uzamasına yol açmıştır. Bunun maliyeti her iki tarafta da yüksek ölüm rakamlarıdır. Ancak yaptığı stratejik hesapların, hamlelerin insan kaybı olarak bedeli onun için hiçbir zaman önemli bir mesele olmamıştır.
Bu dönemdeki en büyük günahlarından biri de Vietnam’ı zor duruma sokmak için savaşta aslında tarafsız olan Kamboçya’nın bombalanmasında oynadığı roldür. Orduya “Uçan ya da hareket eden her şeyi vurun” diye talimat verdiği anlaşılmıştır. Ayrım gözetilmeksizin yürütülen bombardıman çok yüksek kayıplara yol açmış, en az 50 bin sivil ölmüştür.
David Sanger’ın Kissinger’ın sorumluluğu açısından dikkat çektiği bir başka vahim hadise, ABD’nin desteklediği Pakistan ordusunun 1971 yılında Doğu Pakistan’da (Sonradan Bangladeş) savaşta kullandığı yöntemleri konu alıyor. Bizzat bölgedeki ABD’li diplomatlardan Pakistan ordusunun yürüttüğü “katliamın durdurulması” için insani mülahazalarla Washington’a gönderilen bütün mesajlara kayıtsız kalmıştır.
Kissinger’ın en çok eleştiri aldığı konulardan biri de 1973 yılında Şili’de sosyalist Allende iktidarının devrilmesinde oynadığı roldür. Kissinger bir dönem inkar etse de, ortaya çıkan olgular Cumhurbaşkanı Salvador Allende’nin de öldürüldüğü bu darbede ABD’nin baskın bir rol oynadığını kanıtlamıştır. Kissinger, yöneltilen suçlamaları “Halkının sorumsuzluğu yüzünden bir ülkenin komünist olmasına neden seyirci kalmamız gerektiğini anlamıyorum” diye karşılamıştır.
*
Kissinger’ın icraatından bu gibi örnekler artırılabilir.
Hepsinin özeti şudur: Kissinger’ın dış politikası, ilkeler, ahlaki ölçüler, uluslararası hukuka saygı bakımından dibe vurmuş rahatsız edici bir tablonun dökümüdür. ABD’nin çıkarları, bazı durumlarda da doğrudan Başkan’ın siyasi çıkarları açısından gerekli gördüğü adımları tam bir acımasızlık içinde atarken, insan hayatı Kissinger açısından geçerli bir değer olmamıştır.
İkinci Dünya Savaşı öncesinde Almanya’da Nazi zulmünden ABD’ye kaçan, akrabalarını Yahudi Soykırım’ında kaybeden bir gencin, ABD dışişleri bakanlığına kadar yükseldikten sonra geldiği bu nokta her bakımından düşündürücüdür.
*
Galiba Henry Kissinger hakkındaki en çarpıcı hükmü 2008-2016 yılları arasında sekiz yıl süreyle Beyaz Saray’da görev yapan Demokrat Başkan Barrack Obama vermiştir. Obama, “Görevi sırasında zamanının önemli bir bölümünü Kissinger’ın bıraktığı dünyayı tamir etmekle geçirdiğini” belirtmiştir.
Obama, Kamboçya ve Laos üzerinde bırakılan bomba miktarının ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’nda Avrupa’ya attığından fazla olduğunu hatırlattıktan sonra “Görevdeyken hâlâ geride kalan ve patlayınca küçük çocukların bacaklarını parçalayan bu bombaların temizlenmesi için hükümetlerine yardım etmeye çalıştığını” kaydetmiştir.
*
Kissinger’ın ABD’nin Türkiye ile ilişkilerinde oynadığı rol, başlı başına ayrı bir yazının değerlendirmesi olmalıdır. Kissinger döneminin kritik başlıkları arasında Türkiye’ye haşhaş yasağının teşvik edilmesi, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı, ardından 1975 yılında ABD Kongresi tarafından Türkiye’ye uygulanan silah ambargosu sayılabilir.
Yine bu dönemde üstünde durulması gereken bir olay, 1970’li yılların başlarında ABD’nin İran Şahı ile anlaşıp işbirliği içinde Irak’ta Barzani grubunu Bağdat’taki Baas rejimini destabilize etmek için silahlandırmasıdır.
*
Bakanlığı döneminde 1976 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında Ege sorunları patlak verdiğinde geçen bir anekdotu aktararak yazımızı tamamlayalım.
Kissinger, bu sırada New York’a gelen dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’i kaldığı otelde ziyaret eder. Ardından Yunanistan Dışişleri Bakanı Bitsios ile görüşecektir.
Kissinger’in Çağlayangil ile görüşmesinde o tarihte genç bir diplomat olarak çevirmenlik yapan emekli büyükelçi Daryal Batıbay, geçen yıl T-24’te yayımlanan Kissinger hakkındaki yazısında, ABD Dışişleri Bakanı’nın gazeteciler önünde yaptığı bir espriyi aktarıyor.
Ege sorunları konusunda önce Çağlayangil ile görüşen Kissinger, buradan ayrılırken Çağlayangil’in yanında gazetecilere yaptığı açıklamada “Türk bakanla Ege sorununu konuştum. Yunanlı bakanla da aynı konuyu ele alacağım. Sonra da pskiyatristime gideceğim” der ve basın grubundan birden kahkahalar yükselir.
Batıbay bu ifadeyi Çağlayangil’e çevirdiğinde, Türk Dışişleri Bakanı kızar ve yanında duran BM Daimi Temsilcisi Büyükelçi İlter Türkmen’e tepkisini şöyle ifade eder: “Bu adam hokkabazlığa meraklı”...
Paylaş