Güneri Cıvaoğlu’nun ardından kanserle de zarafetle mücadele etti

GÜNERİ Cıvaoğlu’nun (85) yaşam öyküsüyle ilgili pek çok şey bildiğimi zannediyordum ki, ölümünden sonra yaptığım araştırma sırasında daha önce hiç duymadığım bir ayrıntıyla karşılaştım.

Haberin Devamı

Urfabir.com” isimli Şanlıurfa haberleri üzerine yayın yapan bir haber portalında “Kimsenin Bilmediği Urfalı Toprağa Veriliyor” başlıklı bir haberdi bu.

Haberde, Cıvaoğlu’nun “Urfahizmet” isimli bir başka yerel haber sitesinden Ebru Okutan Akalın’a 2011 yılında verdiği mülakatta şöyle dediği aktarılıyor:

Evet ben Urfalıyım. Rahmetli babam hep ‘biz Urfa Viranşehirliyiz’ derdi. O da kendi babasından duyarmış. Babamın söylediğine göre Viranşehir’de ailemizin arazisinin içerisinde bir su akarmış, adı Civa Deresiymiş. O yüzden Civazadeymiş lakabımız. Sonra soyadı kanunun çıkmasıyla zade yasaklanınca Cıvaoğlu olmuşuz.

Cıvaoğlu böyle diyor. Gelgelelim, bu yazıyı kaleme almadan bazı yakınlarıyla yaptığım sohbetlerde bu “Urfalılık” meselesinin aile içinde biraz tartışmalı bir konu  olduğunu da öğrendim. Çünkü, ailenin bir kanadı söz konusu derenin Şanlıurfa’dan değil Kastamonu’dan geçtiğini, dolayısıyla Kastamonulu sayılmaları gerektiğini savunuyor.

*

Haberin Devamı

Evet, bu konuda aile içinde konsensüs yok. Ama kendisinin 2006 yılında Hürriyet’te Ayşe Arman’a mülakatında anlattığına bakılırsa, ailesiyle ilgili kesinlik taşıyan bir husus, askeri doktor olan ve paşalığa kadar yükselen baba tarafından dedesi Nadir Paşa’nın Osmanlı’nın birçok vilayetinde, bu arada Şam’da da baştabiplik yaptığıdır. Babası Sait Cıvaoğlu, İş Bankası’nda görev yapmış bir bankacıdır.

Annesi Melahat Hanım ise Saraybosna göçmeni bir Boşnak ailesinin kızıdır. Annesi de İş Bankası kambiyo servisinde çalıştığı sırada babası Sait Bey ile tanışmış ve karşılaşmaları evliliğe uzanmıştır.

Cumhuriyet müesseseleri Güneri Cıvaoğlu’nun yaşam öyküsünde önemli bir öğedir. Eşi Canan Cıvaoğlu’nun babası, İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra 1946-49 yılları arasında çok zor bir dönemde Moskova Büyükelçiliği yapan, 1949-52 yılları arasında Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreterliğini üstlenen, daha sonra Roma, Paris, Madrid, Kahire gibi merkezlerde Türkiye’yi temsil etmiş olan Faik Zihni Akdur’dur.

*

Güneri Cıvaoğlu’nun öyküsünü anlatırken, İstanbul’la özdeşleşmiş bir gazeteci gibi algılanmasına karşılık, onun yola çıkış itibarıyla bir Ankara gazetecisi olduğunu muhakkak vurgulamamız gerekir.

Haberin Devamı

Güneri Cıvaoğlu’nun ardından kanserle de zarafetle mücadele etti

Cıvaoğlu gazeteciliğe İsmet İnönü’nün damadı Metin Toker’in kurucusu, sahibi ve başyazarı olduğu haftalık siyasi haber gazetesi Akis’te muhabir olarak başlamıştır 1963 yılında. Onu mesleğe başlatan Metin Toker’dir. Duayen gazeteci Altan Öymen, “Metin Toker, Güneri’nin gazetecilik sezgilerinin kuvvetli olduğunu görmüş, onda gazetecilik kumaşı bulmuştu” diye anlatıyor.

AKİS’te kadroya girdikten sonra bir yandan TRT’de muhabir olarak çalışmaya başlamıştır. Bu arada AKİS 1967 yılında kapandığında, işadamı Habip Edip Türehan’ın çıkarttığı ‘Yeni İstanbul’ gazetesinin Ankara Bürosu’na geçecektir.

Gazetecilik mesleğinde genç bir muhabir olarak adım adım ilerlerken aynı zamanda Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğrencidir. Ancak okulu gazetecilikle birlikte götürmeye kalkınca, tam sekiz yılda bitirebilmiştir Hukuk Fakültesi’ni.

Haberin Devamı

Buna karşılık uzun sürmüş bir hukuk eğitiminden geçmesinin ardından, yıllar sonra 2003 yılında İstanbul Barosu’na kaydolup 28408 numarasıyla Avukatlık Belgesi’ni almayı da başarmıştır. Gazetedeki odasında görünür bir köşede çerçeve içinde asılı duran Baro’dan aldığı avukatlık belgesi herkesin dikkatini çekerdi. Meslek olarak icra etmese de, bu belgeyi almış olmak onu hayatta en çok mutlu eden şeylerden biriydi.

*

Canan Hanım’la evlendikten sonra 1969 yılında birlikte Strasbourg’a gitmeleri ve burada dört yıl geçirmeleri hayatlarında önemli bir dönüm noktasıdır. Eşi Avrupa Konseyi’nde çalışırken, Cıvaoğlu da TRT’nin muhabirliğini yapar, aynı zamanda Fransızcasını ilerletir, Strasbourg Üniversitesi’nde bir süre ekonomi okur. 1973 yılında Türkiye’ye dönerler.

Haberin Devamı

Kısa bir zaman sonra Tercüman gazetesinin İstanbul’daki haber merkezinde çalışmaya başlayacak, ardından 1975 yılında gazetenin patronu Kemal Ilıcak tarafından genel yayın yönetmenliğine getirilecektir Cıvaoğlu. Onu uzun bir süre Türkiye’deki sert bir kutuplaşma döneminde Türkiye’de muhafazakâr sağın sözcüsü konumundaki Tercüman’ın başında görüyoruz. 1980 darbesinden sonra da 1982 yılına kadar bu görevi sürdürmüştür.

1982 önemli bir kırılmadır Cıvaoğlu’nun kariyerinde. Yeni kurulan Güneş gazetesinin genel yayın yönetmenliğini üstlenir. Güneş gazetesi yaptığı transferlerle basın piyasasını sarsar, kuvvetli bir tiraj yakalayarak kendisini büyük gazetelerin arasına sokmayı başarır. Cıvaoğlu’nun yönetimindeki Güneş’in transfer ücretleri ve ayrıca yüksek maaş skalası Babıali’nin dengelerini altüst eder.

Haberin Devamı

Cıvaoğlu, yöneticilik yaptığı dönemlerde maiyetinde çalışan gazetecilerin yaşam standartlarını yükseltmiş olmakla her zaman övünmüştür. Bu durum, o dönemde piyasada yol açtığı dolaylı etki nedeniyle birçok gazetecinin “Bizim sendikacımız Güneri Cıvaoğlu’dur” söylemine kaynaklık etmiştir.

Altan Öymen de “Gazetecilikte çalışanların haklarının elde edilmesi açısından kendi uygulamaları çok önem taşır” diyerek Cıvaoğlu’nun bu etkisinin altını çizecektir.

*

Bir dönem bizzat kendisi Babıali’de büyük transferlerin öznesi olmuştur. Bir sonraki büyük transferinin adresi 1986 yılında köşe yazarı olarak geçtiği, o dönemde Dinç Bilgin’in mülkiyetindeki Sabah gazetesidir. Bir yıl önce yayın hayatına atılan Sabah’ın, kendisini kabul ettirme ve Hürriyet ile rekabet kulvarına girme iddiasında Cıvaoğlu’nu kadrosuna katması kritik bir rol oynamıştır.

Bunu izleyen dönemde 1990’lı yılların başlarında özel televizyon kanallarının yayın hayatına katılmaya başlamalarıyla birlikte, Cıvaoğlu bu alanda da ön plana çıkan öncü isimler arasındadır. Örneğin Erol Aksoy’un sahibi olduğu, 1991 yılında kurulan Show TV’nin ilk genel müdürüdür ve aynı zamanda haftalık haber programları da yapmaya başlar bu kanalda. Bir yandan Sabah’ta yazarlığa devam eder. Ardından 1993 yılında SHOW TV’den ayrılıp ATV kanalına geçerek, burada günlük yorumlara başlar.

Ve 1996 yılında o tarihte Doğan Grubu’nun mülkiyetindeki Milliyet’e başyazar unvanı ile katılır. Geçen salı günü ölümüne kadar 28 yıl taşıdığı bu unvanı, meslek hayatındaki en uzun süreli görevidir.

Milliyet’e geçişiyle Kanal D’ye de adım atar, bu kanalda kendisinin televizyonculuk alanında en çok iz bırakan programı olan “Şeffaf Oda”yı yapmaya başlar. Bu programını daha sonra uzun yıllar başka TV kanallarında da sürdürmüştür. Siyasetten müziğe, sinemadan magazin dünyasına hayatın her alanından renkli isimleri konuk ettiği, hayatın renklerini taşıdığı bir programdır bu.

*

Hayatın renkleri, belki de Güneri Cıvaoğlu’nu anlatmak için başvurulacak anahtar kavramlardan biridir. Çünkü onu anlatmak istiyorsak yalnızca gazeteciliğinden söz etmek yeterli olmayacaktır. Onun aynı zamanda hayata olan bağlılığını, hayatı en iyi şekilde yaşama tutkusunu da anlatmamız gerekir. Gazetecilik mesleğini icra ederken, hayatı ihmal etmemeyi, hayatın hakkını vermeyi de kendi zaviyesinden bir öğreti olarak kuvvetle savunmuştur.

Evet, ince zevkleri olan biriydi Güneri Cıvaoğlu. Giyim kuşamından yeme içmesine, sosyal hayatına kadar yaşam tarzının her alanında bu zevklerini içselleştirmiş biriydi.

Ancak kendisinin yaşam tarzının, basın çevrelerindeki alışılmış, yerleşmiş kalıpları sarsan yönleri, sıkça eleştiri oklarını üzerine çekmesine, birçok çevrede kendisine dönük kaşların kalkmasına da yol açmıştır. Cıvaoğlu ise ne olursa olsun ödün vermeden çizgisini sürdürmüş ve yarattığı tarzı sonunda oldukça geniş bir kitleye kabul ettirmeyi başarmıştır da.

O, Güneri Cıvaoğlu’ydu ve farklıydı. Pek çok insan da bunu böyle kabul etmiştir.

Birçok tanınmış köşe yazarı, gazeteci, mesleğini icra ederken kişiliğini, kendine ait dokunuşları, ayrıca hayata bakışını, özetle kendi özgün tarzını da ortaya koyuyor. Güneri Cıvaoğlu bu anlamda çok özgün bir tarz bırakmıştır Türk basın tarihinde. O artık bir müessese kimliği kazanmıştı.

Özellikle insan ilişkilerindeki özeni, nezaketi de galiba en kayda değer hasletlerinden biriydi. Bu yönüyle de Türk basınında çıtayı kendi açısından bir hayli yukarı çektiği tartışılmaz.

*

Zarafetin sembolü olan bu insan 2010 yılında kanserle karşılaştı. O dönemde gördüğü şua tedavisiyle kanseri kendisinden uzaklaştırabildi. Ancak tam on yıl sonra 2020 yılında kanser yeniden kendisini gösterdi, muhtelif organlarında metastaz yaparak.

Cıvaoğlu, geçen dört yıl boyunca kanserle olan mücadelesini pes etmeden, yine büyük bir zarafet içinde ve son ana kadar hayata daha da çok asılarak yürüttü.

Bu mücadelede kendisi için öngörülen süreleri, tahminleri de altüst ediyordu. Tam 14 yıl tedavisiyle büyük bir ihtimamla ilgilenen onkolog Dr. Süalp Tansan “Siz istatistikler üstüsünüz. Yılları, sınırları zorluyorsunuz” diye konuşacaktı kendisine.

2023 yılı sonbaharında bir kötüye gidiş yönelişi belirdi. Cıvaoğlu, yine de hastalıkla baş etmeye çalışıyordu ki, bütün bu mücadeleyi altüst eden bir hadise yaşandı. Geçen 22 Mayıs’ta yakın arkadaşı Adil Benardete’nin yaş gününü kutlamak üzere bir restoranda ev sahipliğini yaptığı yemeğe gittiğinde, merdivenlerden düşüp başını çarptı. Bunu önemsemedi ve doktora gösterme gereğini de duymadı Cıvaoğlu.

Güneri Cıvaoğlu’nun ardından kanserle de zarafetle mücadele etti
Önceki gün İstanbul’da toprağa verilen Güneri Cıvaoğlu, 1993 yılı ağustos ayında dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in güneydoğuya yaptığı ziyaret sırasında uçakta gazeteciler Yalçın Doğan (solda), Sedat Ergin (ortada) ve Hasan Cemal (sağda) ile birlikte.

*

Dr. Tansan, bu hadiseden iki hafta kadar sonra kontrol muayenesine gelen Cıvaoğlu’ndan bir süre önce düştüğünü öğrenince şüphelenip görüntüleme talep etti. Cıvaoğlu’nun kafatasının altında düşme sırasında yaşanan darbe sonucu oluşmuş bir ödemin bulunduğu ortaya çıktı. Bu tespit Cıvaoğlu’na bir cerrahi müdahaleyi gerekli kıldı. “Subdural hematom operasyonu” 11 Temmuz tarihinde yapıldı.

Ameliyattan sonra hastane odasında gözlerini açtığında ilk istediği gazeteleri oldu. Yeğeni Ayşegül Molu, o anı dünkü sohbetimizde şöyle anlattı:

Gazeteleri kendisine verdik. Narkozun etkisi geçmediği ve okuyamadığı halde eliyle gazeteyi sıkıca tutuyor ve kaldırmaya çalışıyordu. Zihinlere işlenecek çok çarpıcı bir andı. İçime işledi. Dayımın gazetecilik sevgisini biliyordum ama bu sevginin ruhuna ne kadar derin bir şekilde işlemiş olduğunu hiç o anki kadar kuvvetli bir şekilde hissetmemiştim...

Güneri Cıvaoğlu, iki hafta sonra 27 Temmuz tarihinde Milliyet’te “Kamala’nın Gizli Silahı” başlıklı son yazısını yazdı.

Bu sırada kendisine zatürre teşhisi kondu. Bunu safra kesesi ameliyatı izledi. Öte yandan beyindeki ödem yeniden nüksetti.

Bu sağlık sorunları nedeniyle yapılan müdahaleler Cıvaoğlu’nun kanser tedavisinin bir süre için askıya alınmasına yol açtı. Bu durum kanserin zemin kazanmasına neden oldu. Derken zatürre ikinci kez nüksetti.

Doktoru, bundan bir ay kadar önce kaçınılmaz sonun artık yaklaşmış olduğunu kendisiyle paylaşma ihtiyacını duyacaktı.

*

O, doktorunun beyanına rağmen tutkuyla hayatı kucaklamaya devam etti. Neredeyse yirmi yıldır her hafta düzenli olarak bir araya geldikleri arkadaş grubu, geçen 18 Eylül günü onunla bu kez bir ev davetinde buluştu. Davet sahibinin sürprizi, son yıllarda kendisinden söz ettiren genç piyanist-caz şarkıcısı Eylül Ergül’ü de davet etmiş olmasıydı.

Böyle bir durumda bizim tanıdığımız Güneri Bey tabii ki kadın piyanistin yanına gider ve kendisine eşlik ederdi. O da öyle yaptı. Eylül Ergül’ün instagram hesabında da izlenebilecek görüntülerde o an ne kadar da mutlu görünüyor Güneri Bey...

Bu Güneri Bey için son konserdi. 

Yazarın Tüm Yazıları