Paylaş
Hâkimin sorusuna “Evet” yanıtı verdiği içindir ki, Say, hakkında verilen ceza hükmünün temyiz edilebilmesi yolunu kendisine kapatmış bulunmaktadır. Say “Evet” diyerek, mahkûm olursa önce Yargıtay’a, gerekirse daha sonra bireysel başvuru hakkını kullanıp Anayasa Mahkemesi ve ardından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) gitmeyeceğini daha baştan taahhüt etmiştir.
Fazıl Say, dün kendisine
-temyiz hakkından yoksun kalma pahasına- hâkimin erteleme seçeneğini neden kabul ettiğini sorduğumda, bana şu yanıtı verdi:
“Ceza ertelemesini kabul etmeseydim, hapis cezası aldığım takdirde bu cezayı çekmek için hapishaneye girmem gerekebilirdi. Bu riski alamazdım. Benim için idam fermanı olurdu bu, çünkü enstrüman üzerindeki bütün tekniğimi kaybederdim”.
Türkiye’nin dünya çapındaki bir müzisyenin hapse düşme ve piyanosundan uzaklaşma korkusunu yaşamış olması, neresinden bakılırsa bakılsın üzüntü vericidir.
Demir parmaklıkların arkasına geçme ihtimali, Fazıl Say’ın alabileceği bir cezanın haksızlığını, yanlışlığını öne sürebilme hakkından feragat etmesine yol açmıştır.
Türkiye’deki hukuk sistemine 2005 yılında 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) ile giren “ceza ertelemesi” yöntemi, bir anlamda hâkim ile sanık arasında “hükmün hukuki sonuç doğurmaması” yani “cezaevine girmeme” karşılığında “mahkeme kararını temyizde sorgulamama” eksenindeki bir karşılıklı bırakışmaya dayanıyor.
Tabii sanık açısından bir avantajı daha var. Cezayla birlikte verilen “denetim süresi” boyunca hükümlü kasten yeni bir suç işlemezse açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kalkmış oluyor, dava düşüyor. Sanık, sürenin bitiminde hiç ceza almamış sayılıyor, “sabıkalı” duruma düşmekten kurtuluyor.
İstanbul 19’uncu Sulh Ceza Mahkemesi, Fazıl Say’ı 10 ay hapis cezasına çarptırıp, bunun “açıklanmasının geri bırakılmasına” karar verirken, aynı zamanda 5 yıllık bir “denetim süresi” de belirlemiştir sanatçı için.
Fazıl Say’ın “denetim altındaki hükümlü” statüsü 2018 Nisan ayında son bulacaktır.
Hâkim, sanatçı için ayrıca “denetim süresinde herhangi bir yükümlülük belirlenmesine takdiren yer olmadığına” da karar vermiştir. Aksi yönde hüküm çıksaydı, CMK’nın 231’inci maddesi çerçevesinde sanığın “belli yerlere devam etmek konusunda yükümlü kılınmasına”, bu yöndeki denetim uygulamalarını koordine etmek üzere Cumhuriyet savcılıkları bünyesinde kurulan denetim şube müdürlükleriyle muhatap olmasına yol açardı. İş buraya kadar gitmemiştir.
Gelgelelim temyiz yolunun kapalı olup, “itiraz yolu”nun açık olması hukuken garip bir durum yaratıyor. Yargıtay içtihatları kesin bir dille hüküm erteleme kararlarında temyiz yolunu kapatırken, itiraz yolu ile kastedilen nedir? Teamüle bakıldığında, itirazların bir başka asliye ceza mahkemesine daha çok “şekli unsurlar” üzerinden yapılabildiği anlaşılıyor. İtiraz kararın esasına yönelse de, mahkemeler başvuruyu yine de şekil açısından değerlendiriyor. Bu durumda kararın esasına girilmesi olasılığı çok güçlü değildir.
Her halükârda karşımızda ucu açık kalmış bir karar var. Erteleme yoluna gidilmeseydi, Fazıl Say hakkındaki mahkeme kararının isabetli olup olmadığı Yargıtay ve gerektiğinde anayasa ve AİHM’ye kadar gidecek uzun bir süreç içinde sorgulanabilecekti. Ama bunu öğrenmemiz hiçbir zaman mümkün olmayacak.
Sanatçıyı demir parmaklıklar arkasına gönderme riski pahasına bu denemeyi yapmaya değer miydi? Galiba bu riski taşıyan insanın kararına saygı duymaktan başka bir seçeneğimiz bulunmuyor.
Paylaş