Paylaş
Odadaki ziyaretçi Levon Ter-Petrosyan’dan başkası değildi. Parti merkezine gelince Türkiye’den bir gazeteci heyetinin yan odada olduğunu duymuş ve “Merhaba” demek için uğramıştı.
İşin benim açımdan renkli kısmı bundan sonra oldu. Herkesin elini sıkarken karşı karşıya geldiğimizde, yüzüme beni tanıyıp tanımadığını çıkarmaya çalışan bir ifadeyle baktı ve “I know you” (Sizi tanıyorum) dedi.
“Washington’a ilk ziyaretinizde Beyaz Saray’ın bahçesinde sizinle mülakat yapan Türk gazetecisi bendim” dedim. “Değişmemişsiniz” diye karşılık verdi. Ardından bir hatıra fotoğrafı çektirdik.
4 Ekim 1990 tarihinde Hürriyet’in Washington muhabiri olarak Beyaz Saray’ın bahçesinde konuştuğum Ermenistan’ın ilk cumhurbaşkanını 28 yıl sonra bu kez Erivan’da partisinin merkezinde karşımda bulacağımı o zaman nereden bilebilirdim.
Üstelik Ermenistan henüz resmi anlamda tam bağımsızlığını bile kazanmamıştı o sırada. Gerçi Berlin Duvarı 1989 sonunda yıkılmış, Avrupa’daki ‘Doğu Bloku’ ülkelerinin çoğu bağımsızlıklarını ilan etmişti. Mihail Gorbaçov’un liderliğindeki Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB) coğrafyası ise çatırdamaktaydı.
SSCB içindeki cumhuriyetlerden biri de Türkiye ile 311 kilometrelik sınırı olan Ermenistan Cumhuriyeti idi. Üstelik bu cumhuriyetin meclisi, yani o dönemdeki resmi adıyla ‘Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Yüksek Konseyi’, 23 Ağustos 1990 tarihinde bir bildiri yayımlayarak toprakları üzerinde ‘egemenliğini’ ilan etmişti.
O çalkantılı günlerde Sovyetler Birliği resmen dağılmadığından, Moskova’nın hışmını çekmemek için bulunan formül bağımsızlıktan önce egemenlik ilanıydı. Nitekim, Ermenistan’ın resmi “bağımsızlık ilanı” bir yıl sonra 21 Eylül 1991 tarihinde dünyaya duyurulacaktı.
Washington’a 1990 sonbaharında ayak basan Ter-Petrosyan, bu ara dönemde Ermenistan’daki ‘Yüksek Konsey’in başkanı olan 46 yaşındaki bir tarih profesörüydü. İlginç bir nokta şuydu: ABD Başkanı George Bush, Sovyetler Birliği resmen dağılmadığından, iyi ilişkiler içinde olduğu Gorbaçov’u rahatsız etmemek amacıyla Ter-Petrosyan’a randevu vermemiş, onun yerine Ulusal Güvenlik Danışmanı Brent Scowcroft kendisiyle görüşmüştü.
İşte bu görüşmeden ayrıldıktan sonra Ter-Petrosyan, Beyaz Saray’ın bahçesinde bir Türk gazetecisiyle karşılaşmış ve sorularını yanıtlamıştı. Dün arşivden bulup çıkardığım Hürriyet’in 5 Ekim 1990 tarihli nüshasının birinci sayfasında imzamla çıkan bu haber “Petrosyan: Türkiye ile İyi İlişkiler Kurmak İstiyoruz” başlığını taşıyor.
Haberi yeniden okuduğumda Ter-Petrosyan’ın bana yanıtlarının yanı sıra bir ABD gazetesine yaptığı “Ermenistan Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının Moskova’dan değil Türkiye ile iyi ilişkiler kurmaktan geçtiği” yolundaki açıklamasını da aktarmış olduğumu fark ettim.
1990’lı yılların başında bağımsızlığa doğru yol alan ülkesinin yüzünü Batı’ya çevirme niyetini taşıyan, Türkiye ile iyi ilişkiler kurmayı kendisine önemli bir stratejik perspektif olarak gören bir Ermenistan lideri vardı.
Ter-Petrosyan, Türkiye ile uzlaşmayı savunuyordu. Keza Karabağ sorununda da çözümden yanaydı. Ancak bu çizgisini Türkiye ile uzlaşmaktan değil “hesaplaşmak”tan yana olan içerideki sertlik yanlısı kesimlere ve diyasporaya kabul ettirebilmesi o kadar kolay değildi.
Ermenistan’da 1990’lı yıllar büyük ölçüde özellikle Karabağ sorunu üzerinden bu çekişme ile geçmiş ve sonunda ipler ikinci grubun eline geçmiştir. Ter-Petrosyan, 1998 yılında Karabağ meselesinde uzlaşıya dayanan aşamalı bir çözüm planını benimsemekle birlikte, bunu başta Başbakan Robert Koçaryan olmak üzere geniş bir kesime kabul ettirememiş ve patlak veren siyasi krizde istifa etmeye zorlanmıştır. 1998 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimini de Taşnaklar’ın da desteğini yanına alan Koçaryan kazanmıştır. Koçaryan, iktidarda kaldığı 10 yıl boyunca diyasporanın desteğiyle dış dünyada ‘soykırım’ iddialarını kabul ettirip Türkiye’yi köşeye sıkıştırmayı hedefleyen bir politika izlemiştir.
Ter-Petrosyan, 2008 cumhurbaşkanlığı yarışında yeniden bir dönüş yapmak istediyse de, bugün şaibeli olduğu hususunda önemi ölçüde mutabakat bulunan bir seçim sürecinde bu imkânı bulamamıştır. Cumhurbaşkanlığına seçilen Serj Sarkisyan, 2008’de zaten sonuçsuz kalan protokol açılımı hariç tutulursa büyük ölçüde Koçaryan dönemi politikalarını sürdürmüştür. Koçaryan ve Sarkisyan’ın damgalarını vurdukları 20 yıl boyunca Karabağ sorununun çözümünde hiçbir ilerleme sağlanmamıştır.
Geçen pazar günü yapılan seçim, siyasete Ter-Petrosyan’ın yanında başlayan ama sonradan ayrılarak kendi partisini kuran ‘kadife devrim’in lideri Nikol Paşinyan’ın mutlak zaferi ile sonuçlanmıştır. Gelgelelim Paşinyan’ın da en azından kısa vadede Karabağ ya da Türkiye gibi başlıklarda geçen 20 yılın yerleşmiş politikalarını değiştirmek isteyeceği şüphelidir.
Ter-Petrosyan, 1990’lı yıllarda Ermenistan’ın hem Batı ile ilişkilerinin önünün açılabilmesi hem de Türkiye ile ilişkilerinde bir normalleşmenin sağlanabilmesi açısından muhtemelen olabilecek en makul aktördü. Ancak o dönemde Türkiye’deki karar vericilerin Ter-Petrosyan’ın durumunu ne ölçüde değerlendirebildikleri bugün başlı başına bir tartışmanın konusudur.
Geçen hafta sonu Hrant Dink Vakfı’nın daveti üzerine gittiğim Erivan’da hoş bir sürpriz olarak Ter-Petrosyan’la karşılaşmak bana bunları düşündürdü.
Paylaş