Erdoğan’ın stratejisi yüksek risk içeriyor

RECEP Tayyip Erdoğan’ın doğrudan hükümetinin bakanlarını hedef alan son yolsuzluk skandalı karşısında izlediği strateji, Başbakan’ın gözlemcileri açısından hiç şaşırtıcı değil.

Haberin Devamı

Başbakan geçmişte “tehdit” olarak gördüğü benzer durumların üzerine nasıl “En iyi savunma hücumdur” anlayışını esas alan bir stratejiyle gittiyse, bu kez de aynısını yapıyor.

* * *

Bu tutumuna 2008 Eylül ayında patlak veren Deniz Feneri yolsuzluk skandalını örnek verelim. Almanya’da partisine yakın bazı şahsiyetlere dokunan bu yolsuzluk olayı ortaya çıktığında, Erdoğan skandala ilişkin haberleri veren Doğan Grubu’na karşı son derece sert bir kampanyayla saldırıya geçmişti. Bu kampanya, Frankfurt’taki mahkemenin üç sanığı yolsuzluktan mahkûm ettiği ve bu kişilerin hapse girdiği gerçeğinin kamuoyu tarafından anlaşılmasını bile perdelemişti.
Keza geçen haziran ayındaki Taksim Gezi Parkı direnişini hatırlayalım. Erdoğan, Gezi direnişini faiz lobisi ile dış güçlerin bir araya geldiği bir komplo teorisi ile açıklamış ve düzenlediği dev mitinglerle Gezi’nin güçlü siyasal mesajını kitlesel bir karşılıkla etkisizleştirmeye çalışmıştı.
Erdoğan’ın, gündeme düşen yolsuzluk iddialarının ardından Gezi sonrasındaki stratejisini neredeyse tıpatıp uygulamaya koyduğunu görüyoruz. Ancak, bu kez karşısına aldığı cepheyi bir hayli genişleterek, nükleer savaşta eşiğin yükselmesinde yaşandığı gibi kendisini de hasara açık hale getirdiğini söylemek mümkün.
Olayın patlak vermesinden sonra yaptığı bütün konuşmaları incelediğimizde, Başbakan’ın stratejik planını şöyle kurguladığı söylenebilir.

* * *

Haberin Devamı

Başbakan, Türkiye’nin büyümesinden ve bölgesel ağırlığının artmasından rahatsız olan “dış çevreler” ile benzer nedenlerle kendisinin ve hükümetinin önünü kesmek isteyen “iç çevreler”in oluşturduğu bir büyük koalisyon tarafından kuşatıldığına inanıyor. “Uluslararası efendiler” ile onlardan talimat alan içteki bir “kirli ittifak”tan söz ediyor. Konuşmalarında sınırlarını mümkün olduğu kadar geniş bir şekilde tarif etmeye çalıştığı bu koalisyonun bileşenlerini şöyle sıralıyor:
A) Amerika: Başbakan, hafta sonunda ilk konuşması olan Samsun Çarşamba’daki hitabında “başlama vuruşu”nu ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone üzerinden yaparak ABD’yi bu ittifakta merkezi bir konuma yerleştirdi.
B) Musevi Lobisi: Erdoğan, “Amerika’da Halk Bankası’nı hedef alan bir plan hazırlandığını, bunun Kongre’ye getirilmek istendiğini” söyleyerek, Musevi lobisinin Halk Bankası’nın İran’la ticari işlerini hedef alan girişimlerine gönderme yapmış oluyor.
C) Çeteler: Erdoğan’ın tehdit değerlendirmelerinin değişmeyen faktörü.
D) Gezi Faktörü: Başbakan, hükümet üyelerine odaklanan yolsuzluk soruşturmasını Gezi olaylarının yeni bir aşaması gibi gösteriyor.
E) Medya: Erdoğan’ın söyleminde değişmeyen hedef tahtası.
F) Yabancı Medya: “Kirli uluslararası medya” diye adlandırıyor, komplonun önemli bir taşıyıcısı olarak görüyor.
G) TÜSİAD: Başbakan, “Son zamanlarda yine heyecanlanmakla” suçluyor bu kuruluşu ve dolayısıyla büyük sermaye çevrelerini.
H) Faiz Lobisi: Gezi Parkı direnişinde komplonun en önemli sacayağıydı, yeni tehdit algılamasında da öncelikli konumunu koruyor.
I) Kan Lobisi: Erdoğan, başlattığı barış sürecinin önünü kesmek istediğini öne sürdüğü “Kan Tüccarları”nı da ittifakın içinde görüyor.
J) Muhalefet: CHP ve MHP her seferinde ismen zikrediliyor...
(Ve denklemdeki bütün bu “tehdit unsurları”na eklenen yeni bir aktör olarak)
K) Gülen Cemaati: Devlet içine sızmış “paralel devlet” unsurları olarak tarif ediliyor.

* * *

Haberin Devamı

Erdoğan, bir “kirli tezgâh” içinde olmakla suçladığı bu koalisyonu tarif ettikten sonra komplonun milli iradeyi hedef aldığını vurguluyor ve milleti bu tehdide karşı göreve çağırıyor.
Böylelikle, yolsuzluk soruşturmasıyla başlayan tartışmalar birden “dış-iç kaynaklı komplo” ile “millet” arasında yaratılan bir çatışmanın gölgesi altında kalmış oluyor.
İlginç olan nokta, Erdoğan’ın kendisini köşeye sıkıştıran yolsuzluk iddialarını bu çatışma üzerinden etkisiz kılmaya, püskürtmeye çalışırken, aynı hamlesini orta vadede marttaki yerel seçime dönük bir platform olarak da kullanıyor olması. Bir anlamda hem yolsuzluk suçlamalarına karşılık vermiş, hem de fiilen seçim kampanyasını başlatmış oluyor.
Erdoğan’ın stratejisinin en çok risk içeren boyutu galiba bu noktada beliriyor. Yolsuzluk iddialarının hepsi asılsız çıkarsa, ki uzak ihtimal görünüyor, Başbakan’ın oyun planının başarılı sonuç vermesi mümkündür. Ama bu iddiaların en azından bir bölümünün bile doğrulanması, Başbakan’ın bütün stratejisi, dolayısıyla seçim hesapları açısından ciddi zafiyet yaratabilir.

Yazarın Tüm Yazıları