Paylaş
“Diyorum ki, Şanghay İşbirliği Teşkilatı’na gelin Türkiye’yi alın... Bizi de bu sıkıntıdan kurtarın...”
Moskova’da AB’den “sıkıntı” olarak şikâyet eden Erdoğan, önceki gün Brüksel’de Avrupa Komisyonu’nun kapısından içeri girdi ve muhataplarına AB’ye tam üyelik hedefine, bu çerçevede reform sürecine bağlılığını vurguladı.
***
Aslında Başbakan Erdoğan’ın iç dünyasında AB için büyük bir aşkla yanıp tutuşmadığını tahmin etmek hiç de güç değil. Ancak hangi duyguları taşırsa taşısın, özellikle Ortadoğu’da yaşadığı hayal kırıklığından sonra -gerçekçiliğin de ağır basmasıyla birlikte- Başbakan’ın yeniden AB tercihiyle baş başa kaldığını görüyoruz.
Bu açıdan bakıldığında, Brüksel çıkarması, AB ile ilişkilerde yaşanan bütün sorunlara ve belirsizliklere rağmen Başbakan’ın AB ile bir kopmayı arzulamadığı, rotayı yine Brüksel’e doğru çevirme ihtiyacını duyduğunun bir göstergesidir.
Erdoğan, pek çok gözlemciyi şaşırtmıştır bu gezisi sırasında. Brüksel’e hareketinden önce duyulan önemli bir endişe, Başbakan AB’nin eleştirileri karşısında öfke kontrolünü kaybederse, ikinci bir Davos hadisesinin yaşanabileceği ihtimaliydi. Gelgelelim, görüşmeler -en azından dışarı yansıtılan çerçevesiyle- ciddi bir krize sahne olmamıştır.
Brüksel gezisinden çıkarmamız gereken birinci sonuç, Erdoğan’ın istediğinde, daha doğrusu siyasi çıkarları gerektirdiğinde sinirlerine hâkim olmayı çok iyi başardığıdır.
***
Benzer bir muhasebe AB açısından da geçerlidir. Avrupa Komisyonu AK Parti hükümetinin içteki otoriterleşme yönelişlerinden duyduğu bütün rahatsızlığa, taşıdığı ciddi çekincelere rağmen Türkiye ile ilişkilerin kötüleşmesini, kontrolden çıkmasını istemiyor.
Üstelik, 2013’te müzakerelerde yeni bir başlık açılmış, ardından vize muafiyetine dönük geri kabul anlaşmasının aralık ayında imzalanmasıyla birlikte uzun bir aradan sonra ilişkilerde ilk kez bir hareketlilik yakalanmıştır. AB, bu ivmeyi korumak, mümkünse daha da ileri götürmek arzusundadır.
Dışarı yansıtılan olumlu hava, kapalı kapıların ardındaki tablonun güllük gülistanlık olduğu anlamına gelmiyor. Görüşmelerde tarafların karşılıklı olarak eteklerindeki bütün taşları döktükleri anlaşılıyor. Erdoğan, yolsuzlukla mücadeleden yargı bağımsızlığına ve basın özgürlüğü alanında yaşanan sorunlara kadar geniş bir yelpaze üzerinde ciddi eleştirilere muhatap olmuştur Brüksel’de.
İlginçtir ki Erdoğan, aldığı eleştirilere -çatışma yerine- daha çok demokratikleşmeye yöneleceği taahhüdüyle karşılık vermiştir. Erdoğan, “2014’ün Türkiye’nin AB üyeliği, Türkiye’deki demokratikleşme reformları bakımından bir milat olacağını” söylemiştir. Bu çok iddialı bir taahhüttür ve şimdilik içteki durumla çok örtüşmemektedir.
***
Erdoğan’ın gezisi, 17 Aralık sürecinin gölgesi altında gerçekleşti. AB tarafının yargı bağımsızlığı konusundaki kuvvetli mesajları karşısında, Erdoğan mesaisinin önemli bir bölümünü, meselenin hükümetin yargıya müdahalesinden değil, “yargıdaki paralel yapılanmanın müdahalelerinden” kaynaklandığı görüşü üzerinde ikna çabasıyla geçirmiştir.
Muhataplarını ikna çabasında ne ölçüde başarılı olduğunu bilmiyoruz Başbakan’ın. Ancak Brüksel gezisiyle birlikte, Fethullah Gülen’in AK Parti hükümeti ile AB arasındaki diyaloğun ilk kez resmi bir gündem maddesi haline geldiğini tereddütsüz söyleyebiliriz.
Bu gündem maddesi, AB Komisyonu ile sınırlı kalmayacak, muhtemelen Başbakan’ın önümüzdeki günlerde diğer Batılı ülkelerle yapacağı temaslara damgasını vuracaktır.
***
Gelgelelim muhataplarına Gülen cemaatinin faaliyetleri konusunda ne kadar kuvvetli görüşler ileri sürse de, Erdoğan bir inandırıcılık sorunu yaşamaktan kurtulamıyor. Kendisi Brüksel’de yargıya müdahale etmediği konusunda güvenceler verirken, aynı gün Adalet Bakanlığı Müsteşarı’nın İzmir’deki Başsavcı’ya yolsuzluk soruşturması konusunda yaptığı baskının belgeleriyle ortaya çıkması, AB cephesinin Başbakan’ın bu güvencelerine şüpheyle bakmasına yol açacaktır.
Yine de, Erdoğan’ın projektörlerini bir süre için bile olsa yeniden Avrupa’ya doğru çevirmesi, memnuniyetle karşılamamız gereken bir durumdur.
Çünkü, Brüksel ile diyaloğunu derinleştirdiği ölçüde, AK Parti Hükümeti, AB’nin demokrasi, basın özgürlüğü, yargı bağımsızlığı ve reform süreci gibi alanlardaki yapıcı telkinlerine açık hale gelecektir.
Paylaş