Paylaş
Bu gerçekliğin birçok boyutu var. Öncelikle, bir demokraside halkın seçilmiş temsilcilerinin bir araya geldiği, demokrasinin kalbinin attığı parlamentosunun bir toplantısı kaba güç kullanılarak engelleniyor. Bu yönüyle demokrasinin en temel kurumuna, doğrudan demokrasinin kendisine bir saldırı niteliği taşıyor. Sığınağa kaçmak zorunda kalan Kongre üyelerinin şahsında ABD demokrasisi de bir süre için ancak sığınakta koruma altına alınabilmiştir.
İkinci boyutu, birincisinin türevi aslında. Kesinleşmiş olan bir başkanlık seçimiyle ilgili Kongre’de anayasal gereklilik olarak yerine getirilmesi gereken bir prosedürün tamamlanması engellenerek, seçim sonucuna da müdahale edilmiş olunuyor. Seçmenin iradesinin yansıdığı sandık bir bakıma başaşağı çevrilmiş oluyor.
Meselenin üçüncü boyutu daha az vahim değil. Kongre binasının saldırıya uğraması seçimi kaybetmiş olan ABD Başkanı’nın çağrısı üzerine gerçekleştiriliyor. Kongre’nin hedef olduğu baskının azmettiricisi olan kişi, ABD Anayasası’nı korumak üzere yemin etmiş Başkan’ın bizzat kendisi. Demokrasiye dönük tehdidin, saldırganlığın Washington’daki ayak izlerini sürdüğümüzde, izlediğimiz yol bizi Beyaz Saray’ın kapısına kadar getiriyor.
Hadisenin dördüncü boyutu doğrudan ABD’nin görüntüsünü, dışarıdaki algısını ilgilendiriyor. İşgale uğrayan Kongre binası Amerikan demokrasinin en yüksek sembolüdür. Başkent Washington D.C.’deki konumunda şehrin birçok açısından fark edilebilen yüksek kubbesi ile bu statüsünü hissettirir. Bu görüntüde –ABD’de en son söz bu binadaki seçilmişler tarafından söylenir- mesajı yatar. Bu sembolünün saldırıya uğraması, ABD’nin demokrasi alanındaki üstünlük iddiasının da ciddi bir hasar görmesine yol açıyor. ABD demokrasisinin itibarının bütün dünyanın gözünde çok ağır bir yara aldığı aşikâr.
*
Listeyi uzatabiliriz. Örneğin, Kongre binasından içeri giren bazı Trump fanatiklerinin 1860’lı yıllarda kısa bir süreliğine ABD birliğinden ayrılıp kendi birliklerini kuran güney eyaletlerinin -bugün ırkçı çağrışımlarla hatırlanan- ‘konfedere devletler’ bayrağını taşımaları bile, saldırıyı düzenleyenlerin kafa yapılarını, temsil ettikleri değerleri göstermesi bakımından düşündürücüdür.
Neresinden bakılırsa bakılsın, Trump’ın dört yıl süren başkanlığının sonunda ülkeyi içine soktuğu kaotik durumu bundan daha çarpıcı bir şekilde anlatan bir final olamazdı.Ortak paydalarını kaybeden, kendi içinde bölünmüş, ciddi bir kutuplaşmaya sahne olan, demokrasinin temel kurumlarının saldırıya uğradığı, kural tanımazlığın yaygınlaştığı bir ülke var karşımızda. Siyasi amaçlarla bilinçli bir şekilde izlenen kutuplaştırıcı siyasetlerin, ABD gibi bir ülkeyi bile nasıl kendi içinden çatlatabileceğini göstermesi bakımından göz açıcıdır önceki gün yaşanan hadiseler.
Özetle, Amerika Birleşik Devletleri’nde “birliğin” hali iyi bir durumda görünmüyor. Bu yönüyle iki hafta sonra görevi devralacak olan yeni ABD Başkanı Joe Biden’ın en kritik sınavının öncelikle bu bölünme halini aşarak, “ruhen” ABD’nin birliğini yeniden sağlamak olacağını söylemek mümkün. Demokrat Biden bunu başarabilecek mi? Yoksa ABD toplumunda Trump’la belirginleşen bölünme hatları daha da mı derinleşecek? Bu soruların yanıtlarını bugünden bilmiyoruz.
*
Biden’ın vereceği sınav, önemli ölçüde Demokrat Parti ile birlikte ABD’nin iki büyük siyasi kurumundan biri olan Cumhuriyetçi Parti’nin kendi içinde nasıl bir yol izleyeceği sorusunun yanıtıyla da yakından ilgili. 2001-2008 yılları arasında iki dönem başkan olarak görev yapan Cumhuriyetçi George W. Bush’un bir açıklamayla Kongre’yi hedef alan saldırıyı “kınaması” ve Trump’ın adını geçirmeden “Bazı siyasi liderlerin seçim sonrasındaki pervasız davranışları ve bugün kurumlarımız ve geleneklerimize gösterilen saygısızlık karşısında dehşete düşmüş durumdayım” demesi, bu partinin geleneksel kadrolarının yaşanan olaylara bakışını yansıtması bakımından önemli.
Ancak Bush böyle konuşsa da, Cumhuriyetçi Parti bugün Trump’la birlikte merkezdeki doğrultusundan bir hayli uzaklaşan, kurumlara, kurallara meydan okuyan, ırkçılığa açık popülist bir rotaya kaymış bulunuyor.
Yine de Başkan Yardımcısı Mike Pence’in, Trump’ın Biden’ın Kongre’deki seçim onayının engellemesi yönündeki talimatına uymayacağını açıklayarak kendisine direnmesi, keza Senato’daki Cumhuriyetçilerin lideri Mitch McConnell’ın Trump’ın tutumuna karşı çıkması dikkat çekicidir.
Olayların bastırılmasından sonra 100 üyeli Senato’daki onay oylamalarında, toplam 50 Cumhuriyetçi senatör arasında Biden’a engelleme yapanların sayısının 6-7’yi geçmemesi, çoğunluğun onay vermesi, Senato tarafında sağduyu çizgisinin Trump’a rağmen baskın olduğunu gösteriyor. Buna karşılık, 435 üyenin bulunduğu Temsilciler Meclisi’nde 211 Cumhuriyetçi üyeden 121-138 aralığında engelleme yönünde oy çıkmış olması bir problemin varlığına işaret ediyor.
Muhtemelen önümüzdeki dönemde ABD iç siyasetinin en önemli konularından biri, Cumhuriyetçilerin kendi aralarında yaşayacakları çekişme olacaktır. Trump’ın parti üzerindeki nüfuzunu koruması halinde ABD’deki kutuplaşmanın sürmesi yabana atılmaması gereken bir ihtimaldir.
*
Hadisenin düşündürücü sonuçlarından biri, dünyanın dört bir tarafında demokrasiyi yaşam felsefesi olarak benimsemiş insanların üzerinde bıraktığı tatsız izdir. Tanıklık ettiğimiz saldırı, en güçlü görünen demokrasilerin bile aslında ne kadar kırılgan olduğunu ve korunmaları için özel bir çabanın, ihtimamın gerektiğini anlatıyor. ABD’de bu çapta bir kriz yaşanabiliyorsa, demokrasileri emekleme, gelişme aşamasında olan ülkelerde kırılganlığın ulaşabileceği boyutları insan düşünmek istemiyor.
Krizin temelinde seçilenlerin kazanıp iktidara geldikleri gibi, sandıkta kaybettiklerinde de koltuğu centilmence bırakabilme olgunluğunu gösterebilmeleri meselesi yatıyor. Trump, iktidarı bırakmamak için yalana, kural tanımazlığa ve zorlamaya başvurmuş, sahip olduğu iktidar gücünü kötüye kullanmıştır. Bu hadisenin altını çizdiği bir sonuç, demokrasilerde seçimlerden sonra iktidarın sandıkta barışçıl bir şekilde el değiştirmesi geleneğinin güçlendirilmesi ihtiyacıdır.
ABD’nin önümüzdeki dönemde bu krizden demokrasisindeki zafiyet noktalarını gidermek anlamında ne gibi dersler çıkartacağı, bu meydan okumanın üstesinden gelip gelemeyeceği bütün dünya tarafından yakından izlenecektir. Bu durumdaki ABD’nin geçmişte başka ülkelerde demokrasiden uzaklaşan uygulamalara ve darbelere kendi stratejik çıkarları için sıkça göz yumduğunu, hatta belli durumlarda teşvik ettiğini, başka ülkelerin parlamentolarının kapılarına mühür vurulmasına seyirci kaldığını da unutmayalım. ABD’nin kendi demokrasi sorunlarına odaklanırken bu alanda günahlarla dolu kendi geçmişi ile de hesaplaşması şarttır. Önceki gün ABD’nin kendisinin de demokrasiye dönük tehditlerden azade olmadığını gördük.
İçinde bulunduğumuz yüzyılda insanlığın ne kadar ileri gideceği, birçok faktörün yanı sıra, demokrasinin ulusal sınırları aşan evrensel bir kültür olarak yerleşmesi, bu çerçevede evrensel bir demokrasi dayanışmasının gerçekleştirmesine de bağlıdır.
Paylaş