Paylaş
Bu başlıkta Başbakan’ın iki önemli açıklamasını hatırlatmak istiyoruz. Bunlardan birincisi, geçen pazar günü demokratik açılımı konuşmak üzere sivil toplum örgütlerinin kadın yöneticileriyle yaptığı toplantının kapalı bölümünde sarf ettiği “Kadın-erkek eşitliğine inanmıyorum, onun için fırsat eşitliği demeyi tercih ediyorum” şeklindeki sözleridir.
İkincisi, Erdoğan’ın hafta başında vatandaşlara içki içmemeleri, onun yerine meyve yemeleri yolunda yaptığı çağrıdır.
MUHAFAZAKÂR DÜNYA GÖRÜŞÜNÜN YANSIMASI
Kadın-erkek eşitsizliği kabulünden yola çıkan alan sözlerinin, Erdoğan’ın muhafazakâr dünya görüşünü dışa vuran samimi kanaatleri olduğu konusunda şüphe yok. İlginç tarafı, Erdoğan’ın bu kanaatini başbakanlığının sekizinci yılında ilk kez kayda geçiriyor olmasıdır.
Keza, içki içilmemesinin isabetli olacağı yolundaki sözleri de yine Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde belli aralıklarla alevlenen yaşam tarzlarıyla ilgili tartışma bağlamındaki en önemli çıkışlardan biri olarak kayda geçecektir.
Hatırlayalım, Başbakan Erdoğan, geçen pazartesi günü yaptığı bir konuşmada “Direksiyonda alkollü olmayacaksın” dedikten sonra eklemişti:
“Bu işin sulusu da kurusu da zarar. Onun için bunlardan kaçınmamız lazım. Bu alkolü siz nereden elde ediyorsunuz? Bu meyvelerden falan elde edilmiyor mu bunlar? Üzümden elde etmiyor musun, ediyorsun. Diğer meyvelerde belli oranda yok mu, var... Onları ye...”
Herkesin doğru anlayacağı şekilde, “Alkol alma, onun yerine meyve ye” mesajı veriyor Başbakan.
BAŞBAKAN KENDİSİNİ YETKİLİ GÖRÜYOR
Gazeteci olarak görev yaptığımız son 35 yıl içinde bir başka Başbakan’ın içkiyle ilgili benzer bir çağrısını hatırlamıyoruz.
İçki meselesi, kadının toplumda erkek karşısında eşit statüde olup olmadığı sorusu gibi, muhafazakârlarla modern yaşam tarzını savunanlar arasındaki ezeli çekişmenin üzerinde kristalize olduğu en önemli sembollerden birisidir.
Türkiye’de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidarda olduğu 2002 yılından bu yana içki konusunda patlak vermiş olan tartışmaların sayısı meçhuldür.
Belediyelerin içkili lokantaları kırmızı noktalı mahallelerde toplamalarıyla ilgili 2006 yılındaki tartışma bu çerçevede hatırlatılabilir.
Konunun bir diğer yönü, modernite-muhafazakârlık çekişmesi bir tarafa, Başbakan’ın bulunduğu makamın kendisine vermiş olduğu yetkileri nasıl algıladığı ve buna dayanarak nasıl kullandığı meselesidir.
Erdoğan’ın 8 yıllık pratiği, bulunduğu konumu kendi doğrularını, muhafazakâr yaşam tarzını, bunun dayattığı tercihleri topluma benimsetmek, topluma şekil vermek için kullanmakta bir beis görmediğini gösteriyor. Bu tutumunun uç noktası, 2004 yılında Türk Ceza Kanunu’nda zina fiiline ceza getirilmesi için harekete geçmesiydi. Erdoğan, AB’nin ağır bir uyarısı üzerine bu konuda geri adım atmak zorunda kalmıştı.
LİBERAL ANLAYIŞIN TOPLUM HEDEFİ
İşin püf noktası, Türkiye’nin başbakanının, Batı’nın modernite anlayışı içinde bireylerin özel yaşam tercihlerine bırakılmış olan alanlarda kendisini pekala yetkili addetmesi ve bu alanlara girmesidir. Her ailenin en az üç çocuk sahibi olması gerektiği konusunda açıkça kampanya yürütmesi Başbakan’ın bu müdahil zihniyetinin en açık göstergesidir.
Son tahlilde gerek üç çocuk gerek alkollü içki gibi tercihler, bir demokraside devletin, yürütmenin vatandaşla ilişkisinde yetki sınırlarının nereden geçeceği sorusuyla ilgili bir konudur.
Liberal anlayış, devletin vatandaşın kaç çocuk yapacağına ve içki içip içmeyeceğine karışmayacağı, bu kararları insanların özel alanları içinde değerlendireceği ve bu gibi bireysel tercihleri saygıyla karşılayacağı bir toplumsal düzeni öngörür. Ayrıca devlet, kadın erkek eşitliğinin mutlak güvencesi olmak durumundadır.
Bütün bu gelişmeler, aslında Türkiye’nin bu hedeflerin aksi istikametinde gitmekte olduğunu ve iktidardaki partinin kendi muhafazakâr dünya görüşünü Türk toplumunun üzerine örtmekte olduğunu göstermiyor mu?
Paylaş