Paylaş
Cumhurbaşkanı, bu çerçevede 2002’de Türkiye’de 76 olan üniversite sayısının, bugün 128 devlet, 72 vakıf üniversitesi ve 5 vakıf yüksekokulu olmak üzere toplam 205 yükseköğrenim kurumuna yükseldiğini, bu okullarda toplam 7 milyon 611 bin öğrencinin eğitim gördüğünü anlattı.
Erdoğan, daha sonra geçmişe döndü, Türkiye’nin 17 yıl önce 1 milyonu bulmayan yükseköğrenim kapasitesi nedeniyle “üniversite kapılarında yığılan öğrencilerin utancıyla yaşayan bir ülke olduğunu” belirtti.
Bunun gibi yurtların yatak kapasitesinin 640 bine çıkması, keza kredi, burs ve beslenme yardımlarındaki artışlar, Erdoğan’ın vurguladığı geçen dönemin diğer kayda değer gelişmeleri arasındaydı.
Açıklamaları, özellikle üniversite öğrencisi sayısındaki artışı, Cumhurbaşkanı’nın Türkiye açısından önemli bir üstünlük noktası olarak gördüğünü ortaya koydu. Hatta geçen hafta gittiği Almanya ile bir kıyaslama da yaptı: “Onların bizden 1 milyon fazla nüfusları var. Fakat şu anda onların üniversitelerindeki öğrenci sayısı 3 milyon, bizde ise hamdolsun 8 milyona yakın.”
Erdoğan’ın en kritik ifadesi bu cümlenin ardından geldi: “Keyfiyet-kemmiyet noktasında bir sıkıntımız var. Bizde dünyadaki ilk 500’ün içinde tabii iki üniversite değil, bu üniversitelerin sayısını çok daha arttırmamız lazım.”
“Keyfiyet-kemmiyet”, yani nitelik-nicelik sorununa vurgu yapan Cumhurbaşkanı ekledi: “Bundan sonra kaliteye odaklanmamız gerektiğini düşünüyorum...”
Cumhurbaşkanı, bu ifadeleriyle geçen 17 yılda niceliksel olarak elde edilen önemli sonuçlara karşılık, niteliğin niceliğin gerisinde kaldığını, artık kalitenin ön planda tutulması ihtiyacının bulunduğunu teslim ediyor.
Konuşması sırasında dünyadaki ilk 500 üniversite arasında Türkiye’den yalnızca iki üniversitenin girebilmiş olduğunu belirtmesi, zaten “keyfiyet-kemmiyet” meselesinin en açık kanıtıdır.
Almanya üniversite öğrenci sayısında Türkiye’nin gerisinde olmakla birlikte, dünyanın ilk 500 üniversitesi arasına toplam 44 yükseköğretim kurumunu sokabilmiştir ve bunların 23’ü ilk 200 içindedir.
Bu tür karşılaştırmalar gündeme gelince, ‘Türkiye bilimde küresel ligde nerede duruyor’ sorusuna da yakından bakabiliriz.
Bunu ölçebilmek için bilimsel yayınlardan yola çıktığımızda, uluslararası akademik dünyada kabul gören veri tabanlarına başvurabiliriz. Bu kuruluşlar, dünyada yayınlanan bütün akademik yayınları ve bunların aldığı atıfları izleyerek, belli ölçütler üzerinden değerlendirmeye tabi tutuyorlar. Özellikle SJR (Scimago Journal Rank) endeksi, ülkelerin durumunu bu veriler üzerinden karşılaştırmalı bir şekilde okuyabilme imkânı veriyor.
SJR endeksine baktığımızda, Türkiye’nin 1996-2017 arasındaki 22 yılı kapsayan dönemde küresel sıralamada dünya 20’ncisi olduğunu görüyoruz.
Türkiye’nin hemen önündeki kümede 16’ncı sırada İsviçre, 17’de Tayvan, 18’de İsveç, 19’da Polonya yer alıyor. Türkiye’nin arkasından gelen ülkeler grubunda Belçika 21, İran 22, Danimarka 23, Avusturya 24 ve İsrail 25’inci sırada geliyor.
Bu süre zarfında Türkiye’de toplam 531 bin 899 akademik belge yayımlanmış. Bunların 496 bin 582’si ‘atıf yapılabilir’ nitelikte yayın. Bütün bu yayınlar 5 milyon 48 bin 456 atıf almış. Yayın başına atıf sayısı 9.49.
Bir kıyaslama yapabilmek açısından aynı dönemde listenin birincisi ABD’nin atıf yapılabilen yayın sayısının 9 milyon 876 bin olduğunu belirtebiliriz. Yayın başına atıf sayısı ise 24.25. ABD’yi ilk 5’te Çin Halk Cumhuriyeti, Birleşik Krallık, Almanya ve Japonya izliyor.
Peki 2016-2017 toplamında 20’nci sırada duran Türkiye geçen yılki sıralamada kaçıncıydı?
Türkiye, 19’unculuğa yerleşmiş durumda. Yıllara göre dökümler, Türkiye’nin 2000 yılında 25’inciyken, 2005’te 20’nci sıraya yükseldiğini, 2010’da 18’e çıktığını, daha sonraki yıllarda büyük ölçüde bu bantta kilitlendiğini gösteriyor.
Bu arada, son yıllarda Türkiye’nin yeri sabit kalırken, bir komşumuz sürpriz yaparak önümüze geçmiş. Sizce kim olabilir? Bu soruya yarın yanıt arayalım.
Paylaş