Paylaş
Kaya Türkmen’in anlattığı hadise, bir sanat eserinin Türkiye’de nasıl bir hoyratlığa, saygısızlığa maruz kalabileceğini göstermesi bakımından çok çarpıcı.
*
Hikâyeyi anlatmak için önce biraz geçmişe uzanmamız gerekiyor. Kaya Türkmen’in kendisi gibi diplomat olan babası 1950’li yılların ikinci yarısında Brüksel’de görevlidir ve 1958 yılında düzenlenen, o tarihte Resmi Gazete’deki tanımıyla “Cinahşumul ve Milletlerarası Brüksel Sergisi”nde Türkiye’nin temsilinde kilit bir rol oynar. Türk Pavyonu’nun Genel Komiseri Munis Faik Ozansoy’un yardımcısı olarak görevlendirilmiştir.
Bu fuarın 1967’den itibaren bugünkü adıyla “EXPO”ya dönüştüğünü hatırlatalım. O dönemde de her ülke Brüksel’deki fuarı kendi vitrini olarak kullanmak çabasındadır. Örneğin, Amerikalılar demokrasi temasını işleyen bir pavyonla katılırlar ve Coca Cola’yı da sembollerden biri olarak kullanırlar. Sovyetler Birliği’nin pavyonunda 1957’de uzaya fırlattıkları Sputnik uydusunun bir maketi ön plana çıkar.
Kaya Türkmen’in anlatımına göre, dönemin Demokrat Parti iktidarı, bu fuarı modern Türkiye’yi anlatmak bakımından değerli bir fırsat olarak görür ve çok iddialı bir şekilde katılmaya karar verir. Bu çerçevede Türk pavyonunun nasıl tasarlanacağı, Türkiye’nin burada nasıl anlatılacağı önemli bir soru olarak belirir.
Bunun için bir mimari proje yarışması düzenlenir. Yarışmayı her biri Türkiye’de mimarlık alanında seçkin çizgileriyle temayüz etmiş dört mimar Utarit İzgi, Muhlis Türkmen, Hamdi Şensoy ve İlhan Türegün’den oluşan ekibin projesi kazanır. Bu gruptan ilk üçü sonradan profesörlük unvanı da almış akademisyenlerdir.
*
Projede biri ahşap, diğeri cam olmak üzere iki bina vardır. Ahşap bina Osmanlı’nın başkenti İstanbul’u, Konstantiniyye’yi temsil eder. Cam bina ise yeni Türkiye’yi. Geçmiş ve gelecek yan yana duracaktır.
Bu iki bina aradaki mozaik kaplı bir duvarla birleşecektir. Bu duvar Asya ile Avrupa’yı, geçmiş ile geleceği birbirine bağlayacaktır. Duvar bir uçtan diğerine 60 metre uzunluğunda olacaktır.
Ve bu duvar ünlü ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun yapacağı boydan boya mozaik panolarla kaplanacaktır. Bütün bu panolar yekpare bir bütün oluşturacaktır.
Tam 200 panodan oluşur duvar. Bedri Rahmi’nin 12 öğrencisi bir yıl boyunca sanatçının Salıpazarı’ndaki stüdyosunda onunla birlikte çalışır. Mozaiğin renkli ve pahalı taşları İtalya’dan getirtilir. Hükümet, eseri Bedri Rahmi’den satın alır. Panolar daha sonra aynı öğrencilerden ulaşan ekip tarafından Brüksel’de fuardaki Türk Pavyonu’na yerleştirilir. Eserin bütünü 227 metrekaredir.
*
Bedri Rahmi’nin eseri Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat’ların başını çektiği Anadolu Hümanizması kültür anlayışını yansıtır. Duvarı kaplayan mozaik panolarda kapsayıcı, kucaklayıcı renkli bir Türkiye tablosu yer alır. Tepsilerle yemek veya ibriklerle su taşıyan köylü kızları, buğday başakları, hayat ağacı, Boğaziçi, Kız Kulesi, gemiler, balıklar, Ayasofya, Süleymaniye, Sultanahmet, Kapalıçarşı, horon tepen Karadenizliler, köy yaşamını temsil eden motifler...
Ve Bedri Rahmi ve arkadaşlarının mozaik duvarı Brüksel Uluslararası Fuarı’nın büyük ödülünü kazanır. Bu, bütün dünyanın yarıştığı bir uluslararası zeminde Türkiye’ye yüksek bir prestij getirir.
Duvar o kadar sükse yapar ki, fuar kapandıktan sonra Hollanda ve Fransa eseri satın almak ister. Dönemin NATO Genel Sekreteri Paul-Henri Spaak, o tarihte duvarı Paris’te olan NATO karargâhının bahçesi için ister. Ankara bu talebi kabul etmeyince, Bedri Rahmi NATO karargâhı için ayrı bir pano tasarlar.
Demokrat Parti hükümetinin mozaik duvarla, daha doğrusu pavyonun bütünüyle ilgili planları farklıdır. Niyet İstanbul’da kurulacak bir alanda sergilemektir pavyonun tümünü. Sonuçta, pavyon olduğu gibi paketlenip trene yüklenir ve Türkiye’ye doğru yola çıkar. En son 1960 yılı nisan ayında Sirkeci Garı’nda görülmüştür.
Sonra Bedri Rahmi’nin duvarı ortadan kaybolur.
Kaya Türkmen, kitabında daha çocukluğu sırasında fuarın organizasyonunda önemli rol oynayan babası Büyükelçi Doğan Türkmen’in konu her geçtiğinde “O canım mozaik pano ne oldu” deyip durduğunu anlatıyor.
Bedri Rahmi Eyüboğlu 12 öğrencisiyle bir yıl çalışarak hazırladığı mozaik duvarın önünde…
*
Peki ne olmuştur “o canım” mozaik panolara?
Türkmen’in aktardığına göre, eserlerin Sirkeci Garı’na gelmesinden sonra gümrük işlemleri yürütülürken, Türkiye’de 27 Mayıs darbesi gerçekleşir. Öncesinde panoların İstanbul Belediyesi’ne satılmış olduğu anlaşılıyor. Bu sırada darbeden sonra belediyenin yönetimi de askerlere geçmiştir. Askerler Bedri Rahmi’nin eseriyle pek ilgili değillerdir. Duvarın taşındığı kolilerin hepsi Gülhane Parkı’nın bir köşesine yığılmıştır.
Projenin mimarları Gülhane Parkı’nda istiflenen panoların durumunu bir dilekçeyle yetkili makamların dikkatine getirseler de bu girişimlerine yanıt alamazlar. Ardından 1963 yılında Milliyet gazetesinde bir haber çıkar. Haberde, “Dört milyonluk malzemenin çürümeye terk edildiği, Eyüboğlu’nun panosunun ahşap bir depoda tutulduğu, çürümeye terk edildiği, harap olduğu, her şeyin kırıldığı, buradan parçaların bir bölümünün çalındığı, ünlü bir sanat eserinin yok edildiği” yazılır.
Uzun bir zaman geçer. 1979 yılında dönemin İstanbul Belediye Başkanı CHP’li Aytekin Kotil, konunun dikkatine getirilmesi üzerine sanat danışmanı Atila Alpöge’yi Gülhane Parkı’ndaki eseri kurtarmakla görevlendirir.
Alpöge, konuya el attığında mozaiklerin talan edildiğini, büyük ölçüde yok edildiğini tespit eder.
Bu sırada Bedri Rahmi’nin mozaiklerinin bir kısmı bulunur. Nerede mi? Belediyenin Edirnekapı’daki cam-alüminyum binasında çöp arabalarının yıkanması için yaptırılan havuzda...
Aytekin Kotil, o eserlerin derhal sanatçının Kalamış’taki evine taşınması talimatını verir. Bu arada Eyüboğlu 1975 yılında vefat etmiştir.
*
Sonraki yıllarda panoların kalan bölümlerinin akıbeti bir sır perdesinin içinden parça parça ortaya çıkacaktır.
Önce Kıbrıs’ta...
Peki Kıbrıs’a nasıl gider mozaik panolar?
Kıbrıs’ta 1960 yılında Zürih ve Londra Antlaşmaları ile kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin fiilen işlediği, henüz krizin patlak vermediği bir dönemde, 1962 yılında “Yedinci Uluslararası Kıbrıs Fuarı” düzenlenir. Türkiye, bu fuarda bir gövde gösterisi yapmayı kararlaştırır. Organizasyonu gerçekleştirme görevi Dış Ticaret Bakanlığı bürokratlarından Edip Yeğiner’e verilir. Yeğiner, bir hafta içinde fuardaki Türkiye pavyonunu hazırlamak durumundadır. Kıbrıs olunca, konu bir milli meseleye dönüşür.
İstanbul’daki bir müteahhit arkadaşını arar Yeğiner ve pavyonun inşaatına yardımcı olmasını ister. Arkadaşı “Seve seve yaparım. Ayrıca merak etme, benim evin bodrumunda hazır bir pavyon var” diye konuşur. Gerçekten de panoların bir bölümü işadamının Mecidiyeköy’deki evinin bodrumundadır. Mozaik panolar hemen uçakla Kıbrıs’a taşınır.
Cumhurbaşkanı Makarios yapar fuarın açılışını. Türkiye pavyonunda Bedri Rahmi’nin horon, Ebabil kuşları, hayat ağacı gibi figürlerin bulunduğu panoları sergilenir. Bu arada, İstanbul Boğazı’nı temsil eden panonun altında “Bedri Rahmi 1958” imzası vardır.
1958 yılında Uluslararası Brüksel Fuarı’nda Türkiye bölümündeki duvarın önünde eserin yaratıcısı Bedri Rahmi Eyüboğlu, eşi Eren Eyüboğlu ve Türk Pavyonu’nun mimarlarından Muhlis Türkmen bir arada görülüyor.
*
Bundan sonrasında işler biraz çatallaşıyor. Fuar bitince Türk Büyükelçisi Emin Dirvana panoların Kıbrıs’ta kalması için ısrar eder. Mozaiklerin sahibi olan işadamı, bunun üzerine panoları büyükelçiliğe hediye eder.
Kaya Türkmen, kitabında söz konusu işadamının bu mozaiklere nasıl sahip olduğu sorusunun yanıtının “karanlık” olduğunu yazıyor.
Sonrasında panoların serüveni Kıbrıs’ta da ilginç bir seyir izler. Önce dönemin Kıbrıs Türk Alay Komutanı Albay Turgut Sunalp (sonradan orgeneral ve MDP lideri) panoları büyükelçiden rica eder. Kıbrıs’taki panoların önemli bir kısmı da askerlere gider ve alay gazinosunda asılır.
Ancak bunlar Kıbrıs’taki panoların tamamı değildir. Diğer parçalar ne olmuştur?
Bir kısmı Türk Büyükelçisi’nin “Villa Fırtına” diye bilinen, Akdeniz’e bakan yazlık konutunda ortaya çıkar. 1979-84 döneminde Lefkoşa Büyükelçisi olan İnal Batu’nun eşi Nevra Batu, bir gün villanın garajında mozaik panolar keşfeder. Bunların beşi villadaki asma kata yerleştirilir. Panolardan biri sert bir rüzgârın esmesi sonucu kırılır, kalan dördü daha sonra Lefkoşa’ya götürülerek büyükelçiliğin bekleme odasındaki duvara asılır.
*
Şimdi daha ilginç bir olaydan söz edelim. Kaya Türkmen 2010 yılında Lefkoşa Büyükelçiliği’ne atanır. Büyükelçiliğe ayak bastığında babasının organize ettiği fuardaki panolardan dördünü burada karşısında bulacaktır.
Ama onu bir başka sürpriz beklemektedir. Lefkoşa’da “Sidestreets” adlı bir kültür merkezinin yöneticisi ve KKTC’de öğretim üyesi olarak edebiyat okutmakta olan Johann Pillai ile karşılaşır. Pillai, bir süredir adada bir dedektif sabrı ile kayıp duvarın izini sürmektedir. Büyükelçiye, bazı panoları bulduklarını ve bunlarla bir kayıp duvar sergisi açacaklarını anlatır. Kaya Türkmen’in babasının uzun yıllardır akıbetini merak ettiği panoların bir kısmı da bu sergide gösterilir.
Bu arada Pillai, Büyükelçi Türkmen’e “Sizin Villa Fırtına’da bir parça daha varmış” der ve ekler “Sehpa yapılmış...”
Kaya Türkmen villaya gittiğinde gerçekten 80x40 ebatlarında çok hantal, çirkin, beyaza boyanmış, demir ayaklar üstüne oturtulmuş, bir mozaik parçasından dönüştürülmüş bir sehpayı fark eder.
Türkmen “Ben villanın terasında Anadolu’yu seyrederek viskimi yudumlarken ayaklarımı koyuyordum üstüne. Meğer babamın canım panosundan bir parçaymış. Kötü oldum” diye yazıyor kitabında.
*
Anlaşılır ki, askerler bazılarını kesip biçip çeşitli amaçlarla kullanmıştır. Bir kısmı mutfak tezgâhına dönüştürülmüştür. Bazılarından mobilya yapılmıştır. Türkmen, “Villa Fırtına’daki sehpa da askeri üretim olsa gerek” diye not düşüyor.
Kıbrıs’ta mevzileri gezerken bulunan parçalardan da söz ediyor Türkmen. Hatta bir tanesinin halen Gönyeli’de Hatice Hanım’ın bahçesinde bulunduğunu anlatıyor. Hatice Hanım, mozaikleri bir rüyasıyla ilişkilendirip mukaddes görüyormuş.
Kaya Türkmen, Johann Pillai’nin Eyüboğlu’nun panolarının Kıbrıs’ta ortaya çıkartılması ve daha sonra sergilenmesinde önemli bir rol oynadığını belirterek kendisinin rolünü övüyor. Zaten kitabının kayıp mozaiklere ilişkin bölümünü büyük ölçüde Pillai’nin bu konuda verdiği muhtelif konferanslarda kullandığı konuşma notlarından derleyerek yazdığını anlatıyor.
Sonuçta Kaya Türkmen, Ada’dan çocukluğundan itibaren babasından duyduğu kayıp duvar muammasının birçok bilinmezini çözerek Türkiye’ye dönmüştür. O sırada hayatta olan babasına bütün öyküyü anlattığında, Büyükelçi Doğan Türkmen, “O Johann’a benden selam söyle ve alnından öp” demiştir.
*
Bu metni kaleme alırken Hürriyet’in Lefkoşa temsilcisi Ömer Bilge’nin 23 Ekim 2010 tarihinde Lefkoşa’daki serginin açıldığı sırada bu konuda kaleme aldığı ve 23 Ekim 2010 tarihinde yayımlanmış ilginç bir yazısını okudum.
Bilge, bu yazısında sergi projesinin bir önceki Türk Büyükelçisi Şakir Fakılı’nın, Pillai ve eşi Kıbrıslı Türk sanatçı Anber Onar’dan (büyükelçilikteki) mozaiklerin sanat merkezlerinde Kıbrıs Türk halkına sergilenmesi için destek istemesiyle başladığını anlatıyor. 2010 yılının ortasında Fakılı’nın yerine gelen halefi Kaya Türkmen de projeyi kaldığı yerden sürdürmüştür.
Pillai ve eşi, sergiyi hazırlarken Kıbrıs’ta yaptıkları araştırmalar sırasında mozaik panolara ait çoğu kırık dökük durumda 40-45 parça daha bulmuş ve bunlar da 2010 yılında Lefkoşa’da sergilenmiştir. Bu parçalar serginin bitiminden sonra Büyükelçiliğe teslim edilmiştir.
Öyle anlaşılıyor ki, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Brüksel’deki duvarından keşfedilmeyi bekleyen daha başka mozaik parçaları da var önümüzdeki dönemde. Özetle, Eyüboğlu’nun kayıp mozaikleri dosyası henüz kapanmış değil.
Paylaş