ABD’nin en önemli gazetelerinden The Washington Post’ta önceki gün çıkan imzasız bir başyazı “Türkiye’nin Demokrasi ve Otoriterlik Konusunda Oluşturduğu Kötü Örnek” başlığını taşıyor.
Başyazı, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “kamu vicdanının kabul etmediği gelişmelerin, Türkiye’nin görüntüsünü gölgelediği” yolundaki sözlerini aktardıktan sonra 9 gazetecinin tutuklanmasına atıf yapıyor, “Türkiye’nin yanlış bir doğrultuda gittiğini” anlatıyor. KİMSE SİZE MODEL DİYE BAKMAZ The Washington Post, ardından sürmekte olan Ergenekon davası konusunda şu eleştirel gözlemleri aktarıyor: “Ergenekon soruşturmasını yürüten savcıların ölçüyü kaçırdıkları konusunda çok sayıda işaret mevcut. Sıraladıkları delillerin çoğu derme çatma, hatta sahte gözüküyor. Gazeteciler bu davadaki zayıflıklara dikkat çektiklerinde ya da meslektaşlarının tutuklanmalarını protesto ettiklerinde, savcılar bunu da varsayılan planda görev aldıklarının bir delili olarak değerlendiriyor.” Başyazı, “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın basın üzerindeki bu sert baskılardan bir rahatsızlık duymadığını” belirttikten sonra şöyle devam ediyor: “Obama yönetimi, Türkiye’deki yönelişlerden kaygı duymaktadır. Sayın Erdoğan da kaygı duymalıdır. Türkiye tartışmasız ölçülerde özgür bir basının var olduğu işleyen bir demokrasi olmaktan çıkarsa, ne Arap ülkeleri ne de bir başkası Türkiye’ye bir yol gösterici (mentor) olarak bakacaktır.” ABD’nin bir başka saygın gazetesi The Wall Street Journal ise geçenlerde İstanbul’daki muhabiri Marc Champion’un imzasıyla yayımladığı uzun bir yazıda, Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın tutuklanmasından hareket ederek, Ergenekon davasının Türkiye’de artan ölçüde sorgulanmaya başlandığını anlattı. ERGENEKON’UN İNANDIRICILIĞI ZAYIFLAYABİLİR Başkalarını da ekleyebileceğimiz bu gibi örneklerden, son gazeteci tutuklamalarının yalnızca basın özgürlüğü değil, Ergenekon davası konusunda da Batı dünyasında ciddi soru işaretlerine yol açtığını söyleyebiliriz. Bu soru işaretlerinin yansıdığı zeminlerden biri Avrupa Parlamentosu’nun geride bıraktığımız hafta kabul ettiği ve Başbakan Erdoğan’ın sert tepkisine yol açan Türkiye ile ilgili karar tasarısı oldu. Bakın Avrupa Parlamentosu’nun kararında bu konuda ne denildi: “1) Ergenekon ve Balyoz gibi iddia edilen darbe planlarına ilişkin soruşturmalar, Türkiye’de demokratik kurumlar ve yargının gücünü ve aynı zamanda düzgün, bağımsız ve şeffaf bir şekilde işlediklerini göstermelidir. 2) Avrupa Parlamentosu, bununla birlikte, yargılama öncesindeki tutukluluk sürelerinin aşırı derecede uzun olmasını kaygıyla karşılamakta ve bütün şüphelilerin yararlanması gereken etkili yargı güvencelerine olan ihtiyacı vurgulamaktadır. 3) Parlamento, bu soruşturmalarda ilerleme sağlanmamış olmasından da kaygılıdır ve Nedim Şener ve Ahmet Şık gibi tanınmış gazetecilerin geçenlerde tutuklanmasının, aslında demokrasiyi güçlendirmesi gereken bu davaların -tam tersi bir sonuçla- inandırıcılığının azalmasına yol açabileceğini not etmektedir.” ÇEKİNCELİ BAKIŞ ÖNE ÇIKIYOR Avrupa Parlamentosu’nun bu kararı, aslında AB’nin son iki yıldır Ergenekon konusunda geliştirdiği iki sacayağından oluşan politikanın biraz daha eleştirel hale getirilmiş bir versiyonudur. AB’nin politikası, geçen kasım ayında açıklanan İlerleme Raporu’nda da ifade edildiği gibi iki unsura dayanıyor. AB, darbe davalarını “demokratik kurumların düzgün işleyişine ve hukukun üstünlüğüne duyulan güvenin güçlendirilmesi bakımından Türkiye için bir fırsat” olarak değerlendirip, kuvvetli bir destek veriyor. AB, aynı zamanda “yüksek profilli soruşturmaların kalitesi kaygı yaratmaktadır” diyerek bu soruşturmalarda yapılan usul hataları ve uzun tutukluluk süreleri gibi sorunlardan duyduğu rahatsızlığı aktarıyordu. Destek ve çekincenin bir arada ifade edildiği bu ikili politika üzerinde Batı dünyasında büyük ölçüde bir konsensüs mevcuttu. Oysa geçen haftaki gazeteci tutuklamaları, buradaki dengeyi bozmuş, ikinci boyutta yer alan eleştirel boyutun ön plana çıkmasına yol açmıştır. Hatta Avrupa Parlamentosu kararında görülebileceği gibi artık “inandırıcılık sorunu”ndan söz edilmektedir. Bu haliyle son dalganın Ergenekon’un dış dünyadaki görüntüsüne ciddi derecede zarar verdiği aşikârdır.