Başkanlık sisteminde Osmanlı geleneğinden yararlanmak

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın partisinin 29 Nisan tarihinde Kızılcahamam’da düzenlenen il başkanları toplantısındaki konuşmasının metnini okurken, kamuoyunun yeterince dikkatine gelmediğini düşündüğüm bir ayrıntıya takıldım.

Haberin Devamı

Başbakan Erdoğan, başkanlık sisteminin yararlarını savunurken ilginç bir şekilde sözü Osmanlı’ya getirmiş. Bakın aynen ne demiş:
“Başkanlık sistemi tartışılıyor. Bunu geçmişte Allah rahmet eylesin Turgut Bey söyledi, Sayın Demirel söyledi. Kaldı ki bu bize yabancı bir anlayış da değil. Çünkü bizim ecdadımıza, tarihe baktığımız zaman bunun benzerini Osmanlı yaşamış...”
Erdoğan, “ecdadımız”a ve Osmanlı İmparatorluğu’na yaptığı atıftan sonra, aynı konuşmasında “Başkanlık sisteminde başkan bir kral değildir. Ama bizdeki bazı cahiller, başkanı bir kral olarak takdim etme cüretine girerek yalan söylüyorlar” diye konuşuyor. Yani, hem Osmanlı yönetim modelini sahiplenip, hem de krallık yetkilerine karşı çıkıyor.
Başbakan, konuşmasında daha sonra konunun kamuoyunda tartışılmasını isteyerek, “Toplum bunları tartıştıktan sonra nihai kararı yine millet vermeli” diye ekliyor.
Peki, o zaman tartışalım...

* * *

Haberin Devamı

Erdoğan, uzunca bir zamandır başkanlık sistemini arzuluyor ve kamuoyunu bu konuda ikna etmek için ciddi bir seferberlik yürütüyor. Her vesileyle neden başkanlığın gerekli olduğunu anlatıyor, bir dizi gerekçe getiriyor, dünyadaki muhtelif uygulamalardan örnekler veriyor.
Ancak başkanlığı tartışırken Erdoğan’ın Osmanlı tecrübesine atıf yaptığına ilk kez tanık oluyoruz. Bu açıdan üstünde durmamız, büyüteç altına yatırmamız gereken bir durum var.
Başbakan ne demek istiyor? Bunu anlayabilmek için önce Erdoğan’ın genel bakışını değerlendirmemiz gerekiyor. Özellikle son dönemde neredeyse her konuşmasında, Başbakan güncel bir konuyu açıklarken tarihi referanslara başvuruyor, bazen Selçuklu bazen de Osmanlı İmparatorluğu’na atıf yapıyor.
Bu atıflardan şunu anlıyoruz: Başbakan, tarihe kutsadığı bir yol gösterici olarak bakıyor, aynı zamanda “bugün”ü “dün” ile ilişkilendirerek, güncel olanı tarihsel bir bağlama oturtma çabasına giriyor. Bu anlamda kendisine ve iktidarına, tarihin çizgisini bugüne taşıyan bir misyon atfediyor.
Bu bakış, Başbakan’da ve onun konuşmalarını kaleme alan metin yazarlarında çok kuvvetli bir duygu olarak karşımıza çıkıyor.

* * *

Haberin Devamı

Kendisi böyle hissedebilir. Ancak burada somut tartışma konusu olan başkanlık meselesine eğildiğimizde, Başbakan’ın sahip çıktığı geleneğin bugünün gerçekleriyle ne ölçüde bağdaştırılabileceği sorusunda bizi bekleyen problemli bir durum var.
Ne kadar denge-fren mekanizmaları olsa da, Başkanlık, genelde yürütme yetkilerinin güçlü bir şekilde tek bir kişinin elinde toplandığı bir yönetim modelini anlatıyor. Ayrıca AK Parti’nin TBMM’deki Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na ilettiği önerilerde, Başkan’a TBMM’yi feshetme, yasa gücünde başkanlık kararnameleri yayımlama gibi pek denge-fren tanımayan çok geniş yetkiler talep ettiğini biliyoruz. Bu tür yetkilerin benzerlerine ancak sınırlı sayıda Latin Amerika ülkesinde rastlanıyor.
Bu modeli Erdoğan açısından cazip kılan da, sahip olmayı hedeflediği bu engin yetkilerdir. Tam bu noktada Osmanlı geleneğine atıf yaptığında, yetki kullanımında “sınırsız” bir alan içinde hareket eden padişahlık müessesesini tartışmanın içine çekmiş oluyor. Bu durumda Başkanlık ile Padişahlık arasında bir paralellik kurulması kaçınılmaz oluyor.
Türkiye’nin 21’inci yüzyılda meşruiyetini halktan alan bir demokrasi rejimi içinde yol alması hedeflenirken, meşruiyetini dini temellerden alan, iktidarın aile içinde babadan oğula geçtiği, bütün gücün tek bir hükümdarda toplandığı bir modelin esinti kaynağı olması düşünülebilir mi?

* * *

Haberin Devamı

AKP sözcüleri, burada Osmanlı’nın ilk anayasası olan İkinci Abdülhamid’in rızasıyla ilan edilen 1876 tarihli Kanuni Esasi’nin kastedildiğini ileri sürebilir. Burada iki kademeli bir meclisin kurulmuş olması bir tür fren ve denge mekanizması gibi takdim edilebilir. Ancak bu anayasa da aslında Padişah’ın var olan yetkilerini kâğıda döken, “Taraf-ı Şahane”ye Meclis üyeleri üzerinde muazzam yetkiler bahşeden bir metindir. Ayrıca Taraf-ı Şahaneleri, bu anayasanın uygulamasını da on yıllarca askıda tutmuştur.
Neresinden bakılırsa bakılsın, başkanlık tartışmasına Osmanlı üzerinden bir dayanak kazandırmaya çalışırken Erdoğan’ın çok kuvvetli bir zeminde durduğunu söyleyebilmek zordur.

Yazarın Tüm Yazıları