Paylaş
“Öteki” olarak gördüğümüz kimdir? Öteki olduğu için ayrımcılığa uğruyor mu? Boğaziçi Üniversitesi ve Açık Toplum Enstitüsü’nün ortaklaşa yürüttükleri bir araştırma bu sorulara yanıt ararken, Alevilerin haklarından Kürt sorununa, anayasal vatandaşlıktan mahalle baskısı tartışmalarına kadar Türkiye’nin gündeminde asılı duran bütün temel konular üzerinde önemli bulgular sunuyor.
Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bölümü’nden Prof. Hakan Yılmaz’ın yönettiği bu araştırma, Türk toplumunun kırılganlığa açık bütün bu konulara bakışının detaylı bir röntgenini çekiyor. Bu röntgende bazı olumlu yönelişler, ama aynı zamanda pek çok olumsuzluk da görüyoruz.
EŞCİNSEL VE ATEİSTLERİN HAKLARININ KISITLANMASINA DESTEK
Önce düşündürücü sonuçlarla başlayalım. Araştırma, Türk toplumunun azımsanmayacak bir bölümünün kendisi gibi görmediği grupların haklarının kısıtlanmasında bir sorun görmediğini gösteriyor.
“Kimlerin hakları tamamen kısıtlanabilir” sorusunun yanıtında farklı cinsel yönelimlerin, eşcinselliğin kısıtlanabilmesine yüzde 53 gibi bir oranda destek veriliyor. Eşcinsellerden sonra toplumun haklarının tümüyle kısıtlanmasına en kuvvetli şekilde onay verdiği ikinci grup ateistler. Halkın yüzde 37’si, ateist olma hakkının da kısıtlanabilmesine destek veriyor. Başka dine geçmenin kısıtlanmasını onaylayanlar ise yüzde 27 gibi bir oran tutuyor.
Buradaki çok rahatsız edici bir durum, toplumun yüzde 27’sinin “kimseye işkence yapılmaması” ilkesinin bile kısıtlanabileceğini belirtmiş olması. Üstelik 2005’e kıyasla bir artış söz konusu bu oranda. Anadili Türkçe olmayanların dil ve kültürlerini serbestçe kullanmalarının kısıtlanabilmesine verilen destek yüzde 19. Müslüman olmayanların kendi dinlerini serbestçe yaşayabilmelerinin kısıtlanabilmesine destek ise yüzde 18 dolayında.
ALEVİLERİN HAKLARINDA BÖLÜNME
“Kimlik baskısı”na ilişkin ölçümlerde, yüzde 59 oranındaki bir çoğunlukta kimliğin kabul görmeyeceği ortamlara girmeme ya da bu ortamlarda sessiz kalma tutumu tespit edilmiş. Bir başka anlatımla, toplumda belirgin bir baskıyı kabullenme eğilimi var. Keza, “Mensup olduğumuz grupların normlarına uyuyor muyuz?” sorusuna verilen yanıtlar din, mezhep ve etnik grup gibi kümelerde itaate çok yatkın bir toplum yapısına sahip olduğumuzu gösteriyor.
Araştırmanın ilginç bir sonucu, Aleviler konusunda karşımıza çıkıyor. Türkiye’de zorunlu din derslerini ayrımcılık olarak görenlerin oranı yüzde 44. Yüzde 42 ise ayrımcılık olarak görmüyor. “Diyanet’in Sünni yapısı ayrımcılık mıdır” sorusuna yüzde 43 “Evet”, yüzde 42 ise “Hayır” yanıtını veriyor. Görüleceği gibi, Alevilerin hedef oldukları ayrımcılığın algısında toplumda tam bir bölünme var. Buna karşılık, Prof. Yılmaz, “Bu soru 5 yıl önce yöneltilseydi, ayrımcılık olmadığını düşünenlerin sayısı fazla çıkardı. Ayrımcılık görenlerin az farkla da olsa öne geçmeleri toplumun bakışında önemli bir ilerleme olduğunu gösteriyor. Hak talebi barışçı bir şekilde ifade edildiği ve aynı zamanda kamusal tartışmaya açıldığında toplumsal kabulün de kolaylaştığı sonucuna ulaşıyoruz” diye konuşuyor.
TÜRK DİLİ VE KÜLTÜRÜNDE ORTAK PAYDA
Araştırmanın üzerinde en çok durulması gereken bir bölümü Türk kimliği ile etnik kimlikler arasında nasıl bir denge kurulabileceği başlığında karşımıza çıkıyor. Türk halkının yüzde 66’sı “Etnik bir dilim ve kültürüm yoktur, tamamen Türk dili ve kültürü içinde yaşıyorum” derken, yüzde 20.9 “Hayatımda birinci sırada Türk dili ve kültürü gelir, etnik dilim ve kültürüm benim için ikinci sıradadır” tutumunu öne çıkarıyor. Yalnızca yüzde 8’lik bir kitle hayatında birinci sırada etnik dili ve kültürü görüp, Türk kültürünü ikinci sıraya koyuyor. Yüzde 2’lik küçük bir grubun Türk dili ve kültürüyle hiçbir ilişkisi yok.
Bir diğer ilginç sonuç, “Tüm dinler, etnik kimlikler, mezhepler ve benzeri kimlikler anayasa ve yasalar tarafından tanınıp, güvence altına alınmalıdır” önermesine yüzde 74 gibi bir desteğin verilmesi. Yüzde 15 ise bu görüşe katılmadığını belirtiyor.
Prof. Yılmaz’a göre, bu bölümdeki bütün veriler birlikte değerlendirildiğinde, toplumda kuvvetli bir ortak bir payda bulunduğu ortaya çıkıyor. Çözüm, bu ortak paydadan çıkan varyasyonların, yani etnik kimliklerin kendilerini ifade edebilecekleri bir çerçevenin oluşturulmasından geçiyor. Prof. Yılmaz, bunu “Otoriter bir konsensüsten liberal bir konsensüse geçiş gereği” olarak tanımlıyor.
Paylaş