Paylaş
Tabii, Avrupa’ya dair hayal kırıklıkları da...ABD’nin önemli orkestralarından Minnesota Senfoni’nin baş kontrbasçısı olduğunda henüz 23 yaşındaydı Fora Baltacıgil. Grup şefliğini yaptığı bölümde yanında duran 7 kontrbasçı içinde kendisinden sonra en genç olan çalgıcı 42 yaşındaydı. Çoğu 50’li, 60’lı yaşlarda olan müzisyenlerdi.
“Düşünebiliyor musunuz, arkanızda tam 7 kurt var” diyor Fora Baltacıgil ve ekliyor: “Sadece Türkiye’den gelmiş olmam da değil konu, Müslüman dünyadan gelip Hıristiyan aleminin ortasına 21-22 yaşında oturuyorsunuz. Tabii heyecanlandım. Ama onlar da çok içten karşıladılar beni. O kadar iyi insanlardı ki… İyi çalıyorsanız, dikkatliyseniz, saygılıysanız, sıcak kanlıysanız bir mesele yok; pek bir zorluk yaşamadım…”
İşte 2006 yılında Minnesota’nın baş kontrbasçılığını üstlenen Fora Baltacıgil, 2009-2012 arasında üç yıllık bir Berlin Filarmoni dönemini de başarıyla tamamladıktan sonra geçen kasım ayının ortasından bu yana dünyanın en seçkin orkestralarından biri olan New York Filarmoni’nin yine kontrbas grup şefi olarak sahne alıyor Manhattan’ın batı yakasındaki Lincoln Center’da. Başında bulunduğu grupta bu kez biri Japon, diğerleri Amerikalı olmak üzere ayrıca 8 kontrbasçı var. Bunlardan üçü 60 yaşın üzerinde. Diğerleri 30-40 yaş grubu aralığında.
Şimdi burada duralım ve New York Filarmoni’deki ilk Türk sanatçısı olmaya giden yaşam öyküsünün önemli karelerine kısaca göz gezdirelim. Bu öyküde 1983 yılında İstanbul’da doğan ve öğrenciliğe 1978 numarayla Bostancı İlkokulu’nda başlayan küçük bir çocuğun Devlet Konservatuarı’nın ardından dünyanın en saygın müzik okulları ve orkestralarına kadar uzanan parlak bir müzik yolculuğu, çok genç yaşta gelen burslar ve ödüllerle taçlanmış bir kariyer var.
Bu yolculuğunun çıkış noktası aslında Fora Baltacıgil’in ilk konservatuarı olarak görülmesi gereken Küçükyalı’da denize açılan bir sokaktaki apartman dairesidir. Baba Yaz Baltacıgil, İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nda kontrbas sanatçısıdır. Beden öğretmeni olan annesi Nilgün hanım hobi olarak kanun çalıp şarkı söyleyen bir gizli müzisyendir. Kendisine notaları öğreten ilk kişi olan baba tarafından dedesi avukat-müfettiş Faik Baltacıgil, kemençe ve keman ustasıdır. Halası Pınar Baltacıgil İstanbul Devlet Senfoni’de kontrbas sanatçısıdır.
Bu evde dünyaya gözünü açan üç çocuğun da müzisyen olmasına şaşırmamak gerekiyor. Fora kontrbas eğitimine yönelirken, kendisinden 5 yaş büyük olan ağabeyi Efe konservatuarın çello bölümünden mezun olur. Efe Baltacıgil, halen ABD’deki Seattle Orkestrasında solist çellist olarak çalışıyor. En küçük kardeş Poyraz (17) konservatuarda çello eğitimi görüyor.
“Benim yetiştiğim aile ortamında nasıl mal mülk araba sahibi olunur gibi sohbetler yerine insan, doğa, müzik sevgisi ile ilgili konular konuşulurdu. Bu tür sohbetler bir müzisyenin gelişiminde önemli bir yer alıyor. Bir de ailemin çağdaş yaşama ve Atatürk ilkelerine sonuna kadar bağlı vatansever insanlar olması da benim şansım olmuştur” diye konuşuyor Fora Baltacıgil.
Daha kısa pantolonlu bir çocukken sahneye ilk adımını atar. Babası Yaz Baltacıgil, oğlunu daha küçük bir çocukken İstanbul Devlet Senfoni’nin provalarına götürmektedir. Provalar sırasında orkestranın içinde kontrbas grubunun yanında oturur ve çalışmaları izler Fora Baltacıgil. “Notaları okuyamasam da çalanları izlemek bana çok heyecan verirdi” diyor. Daha ilkokula giderken kontrbas çalmaya merak salar. Ama telli çalgılar içindeki en iri gövdeli enstrüman olan kontrbasa boyu yetmemektedir. Babası çareyi bulur. Üstüne çıkacağı bir sandık yapar oğlu için. Fora bu sandığın üstüne çıkarak ses çıkartmaya çalışır kontrbastan.
Bir sanatçı ile enstrümanı arasındaki aşk ilişkisi böyle kuruluyor. Fora Baltacıgil, bu ilişkiyi şöyle anlatıyor: “İnsan enstrümanına aşık olduktan sonra onu koruyup vücudunun bir parçası gibi görüp özenle çalmaya başlıyor. Hal böyle olunca enstrümanla hayatınızın çizgisi birleşiyor.”
Hayat çizgisindeki ilk dönemeç noktası, ilkokul dördüncü sınıftayken yarı zamanlı olarak İstanbul Devlet Konservatuarı’na kayıt yaptırmasıdır. Bostancı İlkokulu’ndan mezun olduktan sonra tam zamanlı olarak devam ettiği konservatuardan bir yıl sınıf da atlayarak 2002 yılında mezun olur.
Ancak tahsili devam ederken profesyonel müzik hayatı çoktan başlamıştır. Henüz 14 yaşında iken Milli Reasürans Oda Orkestrası’nda ilk konserine çıkar. Orkestrayı Gürer Aykal’ın yönettiği bu konserde İdil Biret, Mozart’ın do majör piyano konçertosunu icra eder. Daha sonra Cem Mansur’un yönettiği Akbank Oda Orkestrası’na katılır Baltacıgil ve 16 yaşından 19 yaşına kadar düzenli bir şekilde bu orkestrada çalar. Bu arada, zaman zaman İstanbul Senfoni’de de babasının yanında ücretli olarak çalmaya başlar. İlk resitalini 1998 yılında 16 yaşındayken İtalyan Kültür Merkezi’nde verir. İstanbul Senfoni’de solist olarak ilk kez seyircinin karşısına çıktığında da 17 yaşındadır.
Fora Baltacıgil, bugün 1990’lı yılların ikinci yarısına rastlayan ilk sahne tecrübelerini anlatırken, “Aslında bu deneyimim sayesindedir ki, sonradan gittiğim Amerika’da büyük orkestralarda rahat rahat çalabildim” diye konuşuyor.
Konservatuarı 19 yaşında bitirdiğinde artık İstanbul müzik çevrelerine kendisini kabul ettirmiş, gelecek için büyük iddialar taşıyan başarılı bir kontrbas sanatçısıdır. Ertesi yıl Amerika’nın en seçkin konservatuarlarından biri olan The Curtis Institute’a kabul edilir. Toplam öğrenci sayısı 150’yi geçmeyen Philadelhpia’daki bu okulda her öğrenci bursludur.
Fora Baltacıgil’in The Curtis’te yakaladığı en büyük imkan iki büyük hocanın öğrencisi olmasıdır. Bunlardan biri, bugün tartışmasız dünyanın en önemli kontrbas virtüözlerinden biri olarak kabul edilen Edgar Meyer’dir. Ondan solist yönünü geliştirmeye dönük bir eğitim alır. Okulun kontrbas bölüm başkanı, klasik müzikte kontrbasın efsane ismi Harold Robinson ise orkestra müzisyenliğine dönük bir eğitim verir. Baltacıgil, Türkiye’de aldığı konservatuar eğitimi sonrasındaki gelişiminde bu iki ismin kendisi üzerinde büyük etkisi olduğunu vurguluyor. İkisinin adını birlikte geçirse de, Meyer’i virtüozite anlamında ayrı bir yere koyduğu aşikar.
Fora Baltacıgil’e “Edger Meyer kontrbasta ne kadar aşağılara inebiliyor?” diye sorduğumda şu yanıtı alıyorum: “Sonsuz aşağı iniyor. Onun eli bir örümcek gibi, her türlü pozisyonu kullanabiliyor, her şekli alabiliyor, o kadar yumuşak… Ulaşılması çok zor şeyler yapıyor. Kedinin fareyle oynaması gibi oynuyor. Hayatımda görmediğim ve gördüğüm zaman da anlamadığım şeyler yapıyor ve sazdan inanılmaz sesler çıkartıyor. Ondan öğrendiğim şey, çalınamayacak şeylerin pekala çalınabileceğidir… Hep kısıtlı bir enstrüman olarak görülen kontrbasın sınırlarını aşan biri olarak benim de ufkumu çok genişletti.”
Fora Baltacıgil’in Curtis’e 5 aylık bir ara verip, Türkiye’de askerlik için gelmesi yeni bir müzik tecrübesinin kapısını açar. Kendisini Etimesgut’ta bando mızıka takımında, askerliğini yapan darbukacı, klarnetçi, kemancı Roman müzisyenlerle birlikte bulur. Burası daha önce bulunmadığı bir laboratuvar işlevi görür onun için: “Harikaydı, kendimi çok geliştirdim. Mesela ben koma seslere basamazdım, o sesleri Roman arkadaşlardan öğrendim. Bize tuvalet falan da temizletiyorlardı ama sonra helikoptere bindirip moral ekibi olarak doğuya yolluyorlardı. Gazinoda ertesi günü harekata gidecek çocuklara çalıyorduk. Berlin Filarmoni’de hangi müzisyen bunları tecrübe edebilir ki?”
Fora Baltacıgil, Curtis’te öğrenciyken, askerlik molası haricinde, biri Delawere Senfoni Konçerto Yarışması (2004), diğeri New York The Caprio Genç Yetenekler Yarışması (2006) olmak üzere iki birincilik ödülü alır, ayrıca ABD’nin prestijli McKnight Fellowship programına kabul edilir. Dünyanın en önemli çellistlerinden Yoyo Ma’nın 20 ayrı ülkeden müzisyenleri buluşturduğu “İpek Yolu Projesi”ne seçilmesi bu dönemin bir diğer başarısıdır. Ardından 2006 yılında Minnesota Senfoni Orkestrası’nın kontrbas kadrosu için açılan sınavı kazanır ve ABD’nin kuzeyindeki soğuk iklimli Minneapolis kentine yerleşir, burada kadrolu olarak çalışmaya başlar. Aynı yıl kontrbas grup şefi olur orkestranın.
Baltacıgil, 23 yaşında bir genç müzisyenin bir büyük orkestrada grup şefliğine gelebilmesini büyük ölçüde “Amerika’nın farkı” olarak açıklıyor, “Avrupa’da böyle bir şey olmaz, imkanı yok” diye konuşuyor. Minnesota’da çaldığı yıllar, özellikle çıktıkları turneler vesilesiyle Amerika’yı daha yakından keşfettiği bir dönemdir.
Fora Baltacıgil’in kariyer çizgisi, yetenek keşfi için yıllar önce The Curtis Institute’u ziyareti sırasında kendisini dinlemiş olan Berlin Filarmoni’nin İngiliz şefi “Sir” unvanlı Simon Rattle’ın 2009 yılında gönderdiği bir mesajla değişecektir. Rattle, Türk müzisyeni Berlin Filarmoni’nin boş bulunan kontrbasçı kadrosu için davet eder. Toplam 350 kişinin başvurduğu bu pozisyon için Baltacıgil yarışmaya 37 adayın kaldığı yarı final aşamasında alınır. Sınav tam iki gün sürer. Berlin Filarmoni’nin seçim sistemi, şefin veto hakkına sahip olduğu, orkestra içindeki gruplardan kıdemli müzisyenlerin yer aldığı Minnesota’daki geleneksel jüri yapısından tamamen farklıdır. Berlin Filarmoni’de bütün orkestra jüridir. Şef Rattle’ın da tek oy hakkı vardır. Ayrıca 100’ün üzerindeki jüri üyelerinin yüzde 80’inin oyunu alması gereklidir. Ve son derece demokratik bir şekilde yapılan seçimin galibi açıklanır: Fora Baltacıgil…
Ve Fora Baltacıgil’in bugün dünyanın tartışmasız en üstün orkestrası olarak kabul edilen Berlin Filarmoni günleri başlar. Rattle’in 1999’da şefliği üstlenmesinin ardından orkestranın bütün tarzı, konsepti değişmiştir. Yaşlı Alman üyelerin önemli bir bölümünü emekliliğe teşvik eden Rattle, sağladığı kan değişimi ile orkestrayı kısa zamanda genç ve 27 ayrı ülkeden gelen müzisyenlerin buluştuğu, yüzde 65’i yabancı olan bir uluslararası müzik platformuna dönüştürmüştür. Orkestranın ana felsefesi, mensuplarının iyi bir orkestra çalgıcısı değil, iyi bir solist olma kriterine göre seçilmesidir.
Fora Baltacıgil, hala ayrı bir ligde gördüğü Berlin Filarmoni’yi “içinden” bir bakışla şöyle anlatıyor: “Berlin Filarmoni’de hatasız çalmak önemli değildir. Hatasız çalsanız bile sıkıcı bulunabilirsiniz. Solist gibi çalıp etkileyeceksiniz. Sizi risk almaya teşvik ederler. Berlin Filarmoni’de herkes solist gibi çalar ve uzağa deli gibi bir ses gider, bir tokat gibi gelir seyirciye orkestranın sesi, çok büyüktür… Çarpar insanı, canlı bir organizma gibidir. İliklerinize işler dinlediğiniz zaman. En arkasındaki adamdan en öndekine kadar büyük bir enerjisi vardır. Ve filarmoniyi filarmoni yapan odur.”
Gelgelelim Fora Baltacıgil, Berlin Filarmoni’de çalmaktan çok mutlu olmakla birlikte, Almanya’da yaşamaktan bir o kadar mutsuz olur. Almanya ile doku uyuşmazlığı vardır arasında. Alman devletinin eşi Derya’ya iki yıl vize vermemiş olması, bugün anlatırken kızgınlığını hala atamadığı bir konudur:
“Çok büyük zorluklar çektik Almanya’da. Fransa’da Sorbonnes’dan dilbilim mezunu eşime vize vermediler. Derya iki yıl boyunca yanıma gelemedi. O kadar avukat tuttuk, bir şey değişmedi. Bu Avrupa’nın gerçek yüzü yani… Sonra oradaki Türkler entegre olamıyor deniliyor. Her şey böyle güllük gülistanlık falan değildi. Sonra da zaten ayrıldık, yeter dedik.”
Almanya’da yaşama tecrübesinin Fora Baltacıgil’de bıraktığı nahoş tortunun izleri bugün de hala belirgin; “Ne yazık ki Avrupa’ya gidip yaşamasını sevmiyorum. Bana hitap etmiyor. Avrupa hala olduğu yerde duruyor aslında, babadan yiyor” diye konuşuyor. Bu izler, Avrupa Birliği’ne dönük bir hayli olumsuz bir bakışla tamamlanıyor. Türkiye’nin AB’ye tam üye olabileceğine ilişkin hiçbir inancı yok Baltacıgil’in : “Desteklemiyorum, inanmıyorum… Hiçbir şekilde Avrupa’yı tutmuyorum, AB’ye girelim diye bir düşüncem yok…”
“Neden New York Filarmoni, neden Amerika?” sorusunun içine girdik bile…
Öncelikle, Amerika’da yaşamayı Avrupa’ya kıyasla daha kolay buluyor Baltacıgil: “Bir kere Amerikalılar daha açık görüşlüler. Her şey ortada gözüküyor. Yaratıcılığı özendirme bunun içinde, seçenek bol. Seçtiğin insanlar da değişik yerlerden. Adı zaten birleşmiş devletler. Birleşmiş olduğu için bizim gibi Türklere çok daha kolay yaşam imkanı veriyor. Amerika’da Avrupa’ya kıyasla daha çok olanak var, en azından benim yaşım itibarıyla daha yapacaklarım var.”
Kuşkusuz, New York Filarmoni’de orkestranın birinci kontrbasçısı olması tercihindeki en önemli faktörlerden biri. “Birinci kontrbasçı olacağım için olanaklarım daha fazla. Daha çok solo konsere çıkabileceğim” diye konuşuyor.
Ve bir faktörü daha ekliyor: “Derya da daha kolay iş bulabilecek…”
Fora Baltacıgil yurtdışında yaşasa da zihinsel ve duygusal olarak Türkiye’den pek uzaklaşamayan biri. Türkiye olunca heyecanla konuşmaya başlıyor. Ve konu Türkiye’ye gelince, onu en çok mutsuz eden konulardan biri devletin sanata ayırdığı imkanların azalmakta oluşu. Konuşurken bu nedenle yaşadığı kaygıların yoğunluğunu hissetmemek mümkün değil. “Çok üzülüyorum” diye konuşuyor: “Şimdi devletin sanat ve kültür alanındaki kadrolarının hepsi küçülüyor. Emekli olanların yerine hiç kadro verilmiyor. Kadrolar dondurulmuş durumda. Öyle bitirip kurutmaya çalışıyorlar. Bu sadece klasik müzik değil, devletin içinde olduğu sanat kültürün her alanında böyle…”
Fora Baltacıgil, sanat ve kültürün toplum hayatında çok belirleyici bir rol oynadığı görüşünde. Bu bağlamda sanat ve kültür olunca devletin merkezi bir rol oynaması gerektiğine inanıyor: “Hepimiz bir yerlere geldiysek, bu memleketin, devletin sağladığı imkanlarla geldik, bu topraklarda yetiştik. Devletin bu imkanları çekmesi olmaz. Mutlaka orkestraların kadroları genişletilmeli, konservatuarlara olanaklar sağlanmalı, yetenekli çocuklar, gençler için geniş burs imkanları yaratılmalı. Kültür özelleşmez, öyle bir şey yok. Devlet desteği olmadan kültür mültür olmaz. “
Peki Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’la karşılaşsaydı bu konuda kendisine ne derdi? “Ben Ertuğrul beye şöyle derdim: Kadroları kapatmayın, genişletin. Halktan bunu kesemezsiniz. Bu Avrupa’da da böyle. İspanya da devlet çökmüş durumda ama devlet kültürden kesmiyor. Kültür sanat kar-zarar hesabı yapılacak bir alan değildir. Bu hesabı yapmak, bebek süt içmesin zarar ediyoruz gibi düşünmekten farksızdır.”
Peki çok genç yaşta bu başarıyı yakalayan Fora Baltacıgil’in müzik ve eşi dışında hayatını dolduran ne? Yanıtlayalım: O bir kaptan. Hatta “Ehliyetim yok ama eminim çok kaptandan…” diye söze girecek kadar iddialı bir kaptan. Zaten adı bir denizcilik deyişi olan “yelkenler fora” dan geliyor. Ailede Bahriye geleneği de var. Babaannesinin babası bir Bahriye albayı olan Çarşambalı Tahsin Bey. Ailede deniz ve yelkencilik hep bir tutku olmuş. O da denizcilik eğitimine, daha çocukken babasının yanında küçük tekneleri Azavedo ile başlamış. Bu arada zıpkınla balık vurmayı bırakmış: “Yaklaşık 10 senedir filan balığa dalma hiç hoşuma gitmiyor. Zavallı güzel hayvanları durup dururken bir anda vurmak hiç hoşuma gitmiyor.”
Deniz ve tekne, Fora Baltacıgil’in gelecek planlarında da çok önemli bir yer tutuyor. Geleceğe dönük en büyük hedefi, bugünkünden biraz daha büyük bir tekne ve orada zaman geçirmek: “İçinde adım atabileceğim direkli bir teknede, istediğim zaman çalacağım, öğretmenlik yapabileceğim bir ortamda, kendime ve sevdiklerimle doğanın içinde ve kendi ülkemin sularında hayatımı geçirmeyi isterim. Kıyılarımızda çok büyük pislikler, kirlilik var. Dernek oluşturup bunları temizlemek gibi bir işe de girişebilirim.”
Fora Baltacıgil’in Bodrum Turgutreis’te demirleyen ve Youtube’da kendi adıyla girildiğinde görüntüleri çıkan Orfala adlı minik bir yelkenlisi var. Kendisiyle bu yazı için uzun bir sohbet yaptığımız geçen ekim ayındaki buluşmamızın ardından teknesiyle denize açılmak üzere Bodrum’a gitti, “eşimle biraz dolaşacağız, adalar falan… Hava müsaitse belki Knidos’a gideriz” dedi veda ederken.
Peki “teknede yemekleri kim yapıyor” diye sorduğumda, “ben teknede de grup şefiyim, bu durumda tabii ki yemekleri de ben yapıyorum” diye konuştu.
Her ne kadar grup şefliği ön planda olsa da Baltacıgil’in kariyeri önümüzdeki dönemde daha çok solistliğe doğru kayacak gibi gözüküyor. Özellikle son on yıllarda kontrbasın artık keman ve çello gibi bir solo enstrümanı olarak kabul görmeye başlaması ve bu çalgı için yazılan konçertolarda bir patlamanın yaşanıyor olması, galiba Fora Baltacıgil’in gelecek perspektifini de çiziyor.
Önümüzdeki dönemde onu uluslararası alanda kabul gören dünya çapında bir kontrbas virtüözü olarak alkışlamaya şimdiden hazırlanmalıyız. Aslında zaten öyle de, galiba pek farkında değiliz.
Paylaş