Paylaş
Kendisine yöneltilen soruda konunun “Avrupa Birliği Bakanlar Komitesi kararları” şeklinde formüle edilmesine ve Erdoğan’ın da yanıtında bu kararların öznesini “Avrupa Birliği” şeklinde telaffuz etmesine karşılık, burada kastedilen organın Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi olduğunu anlıyoruz.
Bu arada, aynı açıklamasında “Bizim yargımızın vermiş olduğu kararlar üzerinde biz Avrupa Birliği kararı tanımıyoruz. Ne biliyorlarsa onu yapsınlar” şeklindeki ifadesiyle, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden (AİHM) çıkan kararları daha genel bir çerçevede tanımama şeklinde yorumlanabilecek bir tutum da ortaya koymuş bulunuyor Cumhurbaşkanı Erdoğan.
ÇATIŞMACI BİR SÖYLEM ÖN PLANA ÇIKABİLİR
Cumhurbaşkanı’nın bu açıklamaları, AİHM kararlarının uygulamasını denetleyen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Kavala ve Demirtaş ile ilgili son kararlarına duyduğu tepkinin kamuoyu karşısında sert bir şekilde ifade edildiği siyasi bir hamle midir? Yoksa Erdoğan, siyasi bir tepki koymanın bir adım ilerisine geçerek, Türkiye’nin Avrupa Konseyi sistemi içinde AİHM kararlarının uygulanmasıyla ilgili yükümlülüklerini gözden geçireceği bir noktaya kadar gidecek midir?
İkinci şıkkın seçilmesi, kuşkusuz Türkiye’nin genelde Batı dünyası ile ilişkileri bakımından çok hassas bir durum yaratacaktır. Çünkü Türkiye, öncelikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf bir ülke olarak AİHM kararlarını uygulama taahhüdü altındadır.
Ayrıca, bu tartışmanın Anayasa’nın 90’ıncı maddesini de ilgilendiren bir yönü var. AK Parti iktidarının ilk döneminde gerçekleştirdiği en önemli reformlardan biri, 2004 yılında Anayasa’nın 90’ıncı maddesinde yapılan değişiklik olmuştur. Bu değişiklikle, temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmeler ile Türkiye’deki yasaların aynı konuda farklı hüküm içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda -uluslararası antlaşma hükümlerinin uygulanması- benimsenmiştir.
Bu alandaki uluslararası antlaşmaların en önemlilerinden biri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’dir. AİHM’nin bu sözleşmeyi yorumlayan içtihatları da bu kapsamdadır. Söz konusu değişiklikle, Sözleşme ve AİHM kararları normlar hiyerarşisinde Türkiye’deki yasaların ve mahkeme kararlarının üstünde bir konum kazanmıştır. Bu durumda 2004 yılında yapılan değişiklik tersyüz mü edilecektir?
Bütün bu soruların yanıtlarını görebilmek açısından önümüzdeki dönemdeki uygulamayı beklemek en doğrusu olacaktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu dönemde siyasi söylem olarak Avrupa kurumları karşısında artan ölçüde çatışmacı bir çizgiyi sürdürmesi muhtemel görünüyor. İş uygulamaya geldiğinde ise köprülerin atılmadığı, ancak bazı hassas kararların uygulanmasında çıkan sorunların ve bu durumun tetiklediği tartışmaların sıkça ön plana çıktığı sancılı bir ilişki yapısı şekillenebilir Türkiye ile Konsey arasında.
DIŞİŞLERİ: ‘ÜLKEMİZ SORUMLULUKLARININ BİLİNCİNDEDİR’
Bu beklentiyi kısmen teyit eden bir işareti Dışişleri Bakanlığı’nın 2 Aralık tarihinde Bakanlar Komitesi’nin Osman Kavala kararı üzerine yaptığı açıklamada görebiliriz. Dışişleri, bu açıklamasında Bakanlar Komitesi’ni AİHM’nin Kavala kararından daha eski ve başka ülkeler hakkında da uygulanmayan kararları varken, Kavala kararını sürekli gündemde tuttuğu gerekçesiyle “tarafgir ve seçici davranmakla” eleştirmiştir.
Dışişleri, bununla birlikte “Avrupa Konseyi’nin kurucu üyesi olan ülkemizin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden kaynaklanan sorumluluklarının bilincinde olduğunu” da vurgulamıştır.
Dışişleri’nin açıklamasına göre, Türkiye bugüne dek 3 bin 674 AİHM kararını uygulamıştır. Aynı açıklamada sonuna yaklaşmakta olduğumuz 2021 yılında toplam 128 AİHM kararının uygulandığına da dikkat çekiliyor.
2 ŞUBAT’A KADAR GEÇECEK KRİTİK DÖNEM
Erdoğan’ın son çıkışının ertesinde komitenin 2 Şubat 2022 tarihindeki toplantısına doğru kritik bir dizi dönemeçten geçilecektir. Çünkü, Bakanlar Komitesi son kararında Kavala dosyasında Türkiye hakkında Sözleşme’den kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmediği gerekçesiyle “ihlal prosedürü”nü uygulama niyetini açıkladıktan sonra Türkiye’yi bu konudaki görüşünü 19 Ocak 2022 tarihine kadar -özlü bir şekilde- bildirmeye davet etmiştir.
Türkiye, bu tarihe kadar komiteye bir görüş bildirmek durumundadır. Bu tarihten iki gün önce 17 Ocak’ta da Kavala’nın duruşması yapılacaktır. Dışişleri ve Adalet Bakanlıklarının dahil oldukları süreç içinde Strasbourg’daki komiteye gönderilecek yanıtın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Kararları tanımıyoruz” şeklindeki son çıkışından sonra nasıl formüle edileceği, herhalde Ankara’nın önündeki en kritik sorulardan biri olacaktır.
Ankara’nın göndereceği yanıtın tatmin edici bulunmadığı ve Kavala’nın tutukluluk durumunda da bir değişiklik olmadığı takdirde, Bakanlar Komitesi’nin 2 Şubat tarihinde Türkiye ile ilgili ikinci bir oylama yapması gündeme gelecektir. Bu kez alınacak muhtemel bir kararla Kavala dosyası komite tarafından yeniden AİHM’e gönderilerek, mahkemeden Türkiye’nin AİHM kararıyla ilgili uygulama yükümlülüğünü yerine getirip getirmediğini tespit etmesi istenecektir. AİHM Türkiye’nin sözleşmeyi ihlal ettiğine kanaat getirirse, bunu izleyen aşamada yaptırımlar konusu gündeme alınabilecektir.
Peki, ikinci bir kararda Bakanlar Komitesi’ndeki oy dengesi nasıl şekillenir?
BAKANLAR KOMİTESİ’NDE HANGİ ÜLKE NASIL OY KULLANDI?
Bu sorunun yanıtı için geçen haftaki kararın oylama kalıbına bakalım. Komitede ihlal prosedürünü bir adım ileri götürmek amacıyla yeni bir karar alınabilmesi için Avrupa Konseyi’ne üye 47 ülkeden üçte ikisinin oyu gerekiyor, yani 32 ülkenin... Geçen hafta yapılan oylamada toplam 35 ülke ihlal prosedürü yönünde irade belirterek, Türkiye’yi eleştiren bir çizgide buluşmuştur.
Uzun yıllardır Avrupa Konseyi’ni izlemekte olan Hürriyet’in Brüksel temsilcisi Güven Özalp’ın yaptığı bir paylaşım, komitede ilginç bir oy kalıbının şekillendiğini gösteriyor. Buna göre Kavala ile ilgili karara Türkiye dahil üç ülke karşı oy kullanmıştır. Türkiye ile birlikte hareket eden ülkeler Azerbaycan ve Macaristan’dır.
Buna karşılık şu yedi ülkenin çekimser kaldığı anlaşıyor: Rusya, Romanya, Ukrayna, Gürcistan, Arnavutluk, Sırbistan ve Moldova... İlginç bir husus, Polonya ve Bosna Hersek’in oylamaya katılmamış olmalarıdır.
Avrupa Birliği’ne (AB) üye 27 ülkeden 24’ü ihlal prosedürü yönünde oy kullanmıştır. Türkiye’nin yanında oy kullanan tek AB üyesi Macaristan’dır. AB üyesi Romanya çekimser kalırken, bir diğer AB üyesi Polonya oylamaya katılmamıştır.
AB grubunda yer almayan ve aralarında Birleşik Krallık, Norveç, İsviçre ve İzlanda’nın da bulunduğu 11 Avrupa Konseyi ülkesi de Türkiye için ihlal prosedürü seçeneğini desteklemiştir.
Türkiye ile birlikte karşı oy kullanan, çekimser kalan ya da oylamaya katılmayan ülkelerin ağırlıklı olarak Doğu Avrupa ve Balkan ülkeleri olduğu görülüyor. Genel bir saptama olarak, bu dosyada Avrupa Konseyi’nde AB ve Batı Avrupa ülkelerinin bir tarafta, Doğu Avrupa ve Balkan ülkelerinin ise diğer tarafta yer aldıkları bir kümelenmenin ortaya çıktığını söyleyebiliriz.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Osman Kavala’nın durumunda bir değişiklik olmadığı takdirde 2 Şubat’ta toplandığında, salondaki denge -geçen haftaki kalıp aynen tekrarlanırsa- bu şekilde belirecektir.
Paylaş