Paylaş
Bu yöndeki iyimser beklentiler bir düzlemde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarından kaynaklanıyor. Örneğin, “Kendimizi başka yerlerde değil, Avrupa’da görüyor, geleceğimizi Avrupa ile birlikte kurmayı düşünüyoruz” diye konuşuyor Cumhurbaşkanı Erdoğan. (21 Kasım)
Son AB Zirvesi’nden çıkan kararların Ankara’da resmi düzeyde genellikle -bardağın dolu tarafından- görülüp olumlu tepki alması bu havayı destekliyor. Erdoğan’ın zirveden sonra AB liderleriyle yaptığı telefon görüşmelerindeki mesajlar da yine bu tonu yansıttı.
Cumhurbaşkanı, AB Konseyi Başkanı Charles Michel ile 15 Aralık’taki telefon görüşmesinde kendisine “Türkiye’nin geleceğini AB ile birlikte kurma tasavvurunu” anlatarak, “Türkiye-AB ilişkilerinde atılan her olumlu adımı yeni bir fırsat penceresi olarak değerlendirdiklerini” ifade etti.
Erdoğan, 18 Aralık’ta Almanya Şansölyesi Angela Merkel ile görüştükten sonra da “Türkiye’nin AB ile ilişkilerde yeni bir sayfa açmak istediğini” belirtti.
AVRUPA İLE YENİ BİR iKLİM Mİ?
Bütün bu işaretleri tamamlayan bir çerçeve içinde bugünlerde Ankara’da Avrupa’ya dönük uzantıları da olan bazı reform hazırlıkları yürütülüyor bir taraftan, demokratikleşme ve yargı alanlarını da içerecek şekilde...
Bu arada, Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, “Hâkimlerin vermiş olduğu kararlarda, Anayasa Mahkemesi ve AİHM’nin vermiş olduğu kararlara yönelik bir ihlal söz konusuysa, (durumun) bu ihlali yapan hâkim ve savcıların terfilerinde dikkate alınacağını” söylüyor. (9 Aralık, TBMM Bütçe konuşması)
Hepsini yan yana getirdiğimizde, Avrupa ile ilişkilerde bazı şeylerin değişebileceği yolunda bir görüntü beliriyor.
Bütün bu olumlu mesajların gerisinde, ocak sonunda ABD’de demokrat yönetimin işbaşına gelecek olması ve ardından mart ayında düzenlenecek bir sonraki AB zirvesi öncesinde Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinde yeni bir ayarlama yapma düşüncesinin rol oynadığı ileri sürülebilir. Nitekim Erdoğan, partisinin dünkü grup toplantısında “Yeni yılda, Amerika ve Avrupa’yla olan münasebetlerimizde yeni bir sayfa açmayı arzu ediyoruz” diyerek Batı dünyasına sıcak bir mesaj vermiştir.
Bu gibi düşüncelerin ne kadar zemin kazanacağı, ne ölçüde hayata geçirilebileceği, ayrıca Türkiye’de hayatın akışının son söylemlerle ne kadar paralel gideceği tabii önümüzdeki dönemin kritik sorularıdır.
Erdoğan’ın son dönemde Avrupa karşısında genelde uyumlu bir çizgide giden açıklamalarına istisna oluşturan tek çıkışı, yine dünkü grup konuşmasında Selahattin Demirtaş’ın dosyasında ihlal kararı veren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) konusunda geldi.
AVRUPA’DA BÜTÜN YOLLAR STRASBOURG’A ÇIKIYOR
Her halukârda, Avrupa ile ortak bir gelecek tasavvuru vurgulandığına göre, Avrupa’yı kurumları ve bu kurumların temsil ettikleri geleneklerle bir bütün olarak görmek gerekiyor. Avrupa’nın bir ucunda merkezi Brüksel’de olan Avrupa Birliği var ise bir başka kutbunda merkezi Strasbourg’da bulunan Avrupa Konseyi var. Üstelik, ülkemiz AB’ye ‘tam üye adayı’ ama Avrupa Konseyi’nin 1949’dan bu yana ‘kurucu üyesi’.
Avrupa Konseyi, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu kıtada demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi ideallerin korunması, güçlendirilmesi hedefiyle kurulmuş olan bir örgüt.
Aslında bir büyük sistemin adı Avrupa Konseyi. Bu sistemin içinde üye ülkelerin parlamenterlerinin bir araya geldiği Parlamenter Assamblesi, dışişleri bakanlarının ya da onların temsilcilerinin toplandığı Bakanlar Komitesi ve hepsinin üstünde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve bu metne uygunluğu denetleyen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) faaliyet gösteriyor.
Avrupa Konseyi’ne üye ülkeler, aynı zamanda ‘bireysel başvuru’ mekanizması üzerinden hak ve özgürlükler alanında AİHM’nin gözetimini kabul etmek, bu çerçevede mahkemenin vereceği kararları uygulamak yükümlülüğü altındalar.
Türkiye, 2004 yılında yaptığı bir Anayasa değişikliği ile temel hak ve özgürlükleri ilgilendiren konularda uluslararası sözleşmelerle ulusal yasaların farklılık göstermesi durumunda uluslararası sözleşme hükümlerini esas alacağını ayrıca taahhüt etti. AK Parti ve CHP’nin Anayasa’nın 90’ıncı maddesinde ortaklaşa yaptıkları bu düzenlemeyle, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve bunun yorumlarını içeren AİHM içtihatları ulusal yasaların üstünde bir konum kazandı.
UYGULAMANIN DENETİMİ BAKANLAR KOMİTESİ’NDE
Avrupa Konseyi sistemi bünyesindeki kurumların işlevleri birbirinin içine geçen bir bütünlük gösteriyor. Örneğin, AİHM’de görev alacak yargıçlar Parlamenter Assamble’nin onayından geçmek zorunda. Yargıçların AİHM’de verdikleri ihlal kararlarının bu ihlallere yol açan ülkelerde uygulanıp uygulanmadığını da Konsey’in siyasi kanadını temsil eden Bakanlar Komitesi denetliyor.
Denetleme aşamasında AİHM’nin verdiği her ihlal kararının uygulanması yakından izleniyor. Karar icra edilmediği sürece bu konudaki dosya Bakanlar Komitesi’nde açık tutuluyor. Komite, belli aralıklarla toplanarak uygulamayı gözden geçiriyor. Kararlar yerine getirilmediğinde bu kez uygulamayı sağlamak üzere muhtelif eşikler üzerinden kademe kademe yükselen bir uyarı ve önlemler mekanizması devreye sokuluyor.
Örnek olarak, AİHM’nin Osman Kavala dosyasında geçen yıl aralık ayında ‘ihlal’ vermesi ve bu kararın geçen mayıs ayında kesinleşmesinden sonraki süreç, Avrupa Konseyi içindeki denetim sisteminin işleyişini göstermesi bakımından önemlidir.
Bu çerçevede Bakanlar Komitesi adına toplanan Delegeler Komitesi, Kavala dosyasını geçen eylül ayında iki kez ele almıştır. Komite, önce 3 Eylül, ardından 29 Eylül tarihlerinde olmak üzere AİHM kararında öngörüldüğü şekilde Kavala’nın tutukluluğunun ivedilikle sona erdirilmesi ve ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin Kavala’nın durumuna bir an önce bakması çağrısının yer aldığı iki ayrı karar almıştır. Bu kararlar uygulanmayınca bundan 20 gün kadar önce 3 Aralık tarihinde üçüncü kez aldığı genişletilmiş bir kararla bu taleplerini yeniden tekrarlamıştır.
Görüleceği gibi, Osman Kavala örneğinde AİHM kararının uygulanmaması bu kez Türkiye ile Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi arasında bir siyasi meseleye dönüşmüştür. AİHM Büyük Daire’den önceki gün HDP’nin eski eşbaşkanı Selahattin Demirtaş konusunda çıkan ihlal kararının da önümüzdeki dönemde benzer bir seyir izlemesi hiç şaşırtıcı olmayacaktır.
Sonuçta, AİHM kararlarının uygulanması faslının Türkiye’nin Avrupa ile ilişkileri bağlamındaki büyük fotoğraf içinde çok önemli bir yer tuttuğunu göz ardı etmemek gerekiyor.
Paylaş