Paylaş
Bu kararların önemi, siyasi sonuçlarından, kamuoyunda yarattığı büyük yankıdan ve aynı zamanda mahkemenin içtihatlarının şekillenmeye başlamakta oluşundan kaynaklanıyor.
* * *
2010 anayasa referandumunun en kritik düzenlemelerden biri, Türk vatandaşları açısından bireysel başvuru hakkının AİHM’den önce AYM’de kullanılması zorunluluğunu getirmesi olmuştur. Bunun sonucu vatandaşlar, “Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından haklarının ihlal edildiği iddiasıyla” artık doğrudan AYM’ye başvuruyorlar.
AYM, başvuruları kabul etmeye 24 Eylül 2012 tarihinde başlamıştır. Geçen 14 ay içinde 10 bini aşkın başvuru yapılmıştır.
Bireysel başvuru hakkının önce AYM adresine yönlendirilmesi, AİHM’nin en son itiraz yolu olarak bundan sonraki aşamaya bırakılması, bu adımın iyi mi, yoksa kötü mü olduğu konusundaki bir tartışmayı da beraberinde getirmiştir.
Kötümserler, Türk kamuoyunda yargı hakkındaki yerleşik olumsuz kanaati AYM’ye teşmil ederek, buradan adil kararlar beklenmemesi gerektiğini, düzenlemenin sonuçta Strasbourg’a başvuru sürecinin gecikmesine, dolayısıyla vatandaşların AİHM’de hak arama yolunun ötelenmesine yol açacağını ileri sürmüştür.
İyimserler ise AYM’ye bireysel başvuru hakkının tanınmasını Türkiye’de bir büyük “hukuk devrimi” olarak nitelendirerek, mahkemeye güven duyulması gerektiğini, hak ihlallerine ilişkin şikâyetlerin AİHM’ye ihtiyaç duyulmadan Türkiye içinde çözüme kavuşturulmasının vatandaşların lehine bir düzenleme olacağını savunmuştur.
* * *
Bu tartışmada hangi tarafın haklı çıkacağı, toplumda AYM’nin uygulaması hakkında belirecek kanaatin ışığında belli olacaktır. Kuşkusuz mahkemenin kararlarının ne ölçüde AİHM içtihatlarıyla uyum göstereceği de burada belirleyici bir faktör olacaktır. AYM, bu yönüyle bir anlamda AİHM’yi de ikna etmek durumundadır.
Mahkeme, bu yeni görevinde daha yolun başındadır; başvuruları incelemeye aldıktan sonra kararlarını vermeye yeni başlamıştır. AYM’nin web sitesinde yayımladığı istatistiklere göre, yalnızca 24 Eylül 2012-23 Eylül 2013 tarihleri arasındaki bir yıllık dönemde mevzuata uygun bulunarak “kayda alınan”, yani işleme konan başvuru sayısı 8 bin 486’dır. Bunlardan AYM’deki komisyonlardan geçip karar alınmak üzere bölümlere gönderilen, yani karar alma menziline sokulan başvuru dosyalarının sayısı 413’tür.
Bu yönüyle bakıldığında AYM içtihatları henüz şekillenmektedir. İçtihatların oluşması ile birlikte, mahkemenin muhtelif ihlal kategorilerindeki bakışı da yerleşeceğinden, bundan sonraki dönemde kararların süratli bir biçimde sonuçlandırılabilmesi de mümkün olabilecektir.
* * *
AYM’nin Prof. Haberal ve Balbay hakkında açıkladığı kararların “tutukluluk süresi” ve “seçilme hakkı” olmak üzere iki boyutu bulunuyor. AYM’nin “tutukluluk” başlığında geçen temmuz ayından bu yana aldığı başka kararlar da var. Bu yönüyle Haberal-Balbay kararları bir ilk değil ama en azından AYM’nin bu kategoride kendi içtihadını yerleştirmekte olduğu söylenebilir.
Daha önemlisi, AYM’nin ayrıca“seçilme hakkı”ndan ihlal vermiş olmasıdır. Bu, AYM açısından bir ilktir. AYM, bu ihlali Anayasa’nın “Vatandaşlar kanunda gösterilen şartlara uygun olarak, seçme, seçilme... hakkına sahiptir” şeklindeki 67’inci maddesine
dayandırıyor.
* * *
Kuşkusuz, AYM’nin gerekçeli kararları açıklandığında konuya bakışını daha detaylı bir şekilde görmek mümkün olacaktır.Ancak uzman çevrelerde beliren kanaat, Haberal-Balbay kararlarının genel hatlarıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve AİHM’nin içtihatlarıyla uyumlu bir yönelişi göstermekte olduğudur.
Nitekim, AİHM’de dokuz yıl süreyle yargıçlık yapmış olan bugünkü İzmir CHP Milletvekili Rıza Türmen’in değerlendirmesi de bu yöndedir.
AYM’deki mevcut yönelişin önümüzdeki dönemde daha da belirginleşmesi, kamuoyunda mahkemenin bireysel başvuruları inceleme sorumluluğunu üstlenmesiyle ilgili tartışmanın olumlu bir şekilde sonuçlanmasının önünü açacaktır.
Paylaş