BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın önümüzdeki hafta Washington’a yapacağı ziyaret öncesinde ABD’nin kalbur üstü düşünce-araştırma kuruluşları (think tank) tarafından geride bıraktığımız günlerde açıklanan raporlar, Türkiye ile Obama yönetimi arasında Suriye konusunda özellikle El Kaide yanlısı “cihatçı” unsurlara verilen destek konusunda belirgin görüş ayrılıkları bulunduğunu ortaya koyuyor.
Bu raporlardan biri, “Washington Near East Institute” adlı kuruluş tarafından hafta başında açıklandı. Rapor, Büyükelçi James Jeffrey ile bu kuruluşun Türkiye direktörü Soner Çağaptay tarafından ortaklaşa kaleme alınmış. Jeffrey 2008-2010 yılları arasında Ankara’da ABD büyükelçisi olarak görev yapmış, ardından 2012’deki emekliliği öncesinde iki yıl Bağdat Büyükelçiliği gibi çok kritik bir pozisyonda bulunmuş bir isim. Jeffrey’nin Amerikan sisteminin içinden gelen bir isim olması, rapordaki analizleri özellikle önemli kılıyor. Bu raporun en çok dikkat çeken yönü, Türkiye’nin Suriye’deki muhalefet hareketi içinde giderek güçlenen El Kaide çizgisindeki El Nusra gruplarına sağladığı desteğin gelecekte Türkiye’nin aleyhine dönebileceği konusunda oldukça kuvvetli bir uyarıda bulunulması. Çağaptay-Jeffrey ikilisinin raporunun “Niyet edilmeyen sonuçlar” başlıklı bölümünde, Ankara’nın Esad rejimini zayıflatmak için başka ülkelerden gelen savaşçıların kendi topraklarından Suriye’ye geçmelerine izin verdiği, buna karşılık bu grupların Türkiye’den geçişleriyle birlikte burada kuracakları ilişkiler üzerinden kendi örgütlenmelerini ve lojistik altyapılarını oluşturacakları ileri sürülüyor. “Bu cihatçıların günün birinde Türkiye’yi hedef almayacaklarının garantisi yoktur” denilen raporda, “Türk güvenlik makamlarının bu gruplar konusundaki tecrübelerinin çok sınırlı olduğuna” da dikkat çekiliyor.
Bir diğer çalışma, Washington’daki “Partilerüstü Politika Merkezi” (Bipartisan Policy Center) adlı bir düşünce kuruluşunun Türkiye ile ABD arasında Suriye konusundaki işbirliğinin geleceğini incelemek üzere hazırladığı rapor. Bu merkez, söz konusu çalışma için ABD yönetiminde Dışişleri, Savunma, Beyaz Saray’da üst kademelerde görev yapmış, ayrıca think tank ve akademi dünyasında Türkiye üzerinde çalışmış uzman şahsiyetlerden bir çalışma grubu oluşturmuş. Grubun eşbaşkanlığını iki eski ABD Büyükelçisi yapmış. Bunlar Cumhuriyetçi Eric Edelman ile Demokrat Morton Abramowitz. Bu raporun önemi, Beşar Esad’ın gitmesi ana hedefi üzerinde iki ülke arasında bir mutabakat olduğunu vurgulamakla birlikte, iş izlenen politikalara geldiğinde ciddi farklılıkların belirdiğine dikkat çekmesi. Örneğin, Türkiye’nin Suriye muhalefeti içinde daha çok Müslüman Kardeşler’e ağırlık veren bir politika izlediğini, buna karşılık ABD’nin “daha kapsayıcı” bir Suriye muhalefeti oluşturmaya çalıştığı vurgulanıyor. Rapor, bu durumu önemli ölçüde iki ülkenin geleceğe dönük Suriye tasavvurlarındaki farklılığın bir yansıması olarak değerlendiriyor. Bu rapor da cihatçı grupların sakıncalarına dikkat çekiyor: “Türkiye’nin topraklarının Suriye’ye geçmek isteyen El Nusra gibi köktendinci gruplar tarafından kullanılması, bu grupların kolaylıkla Türkiye’de yerleşmelerine yol açabilir. Bu durum gerilimlere yol açabileceği gibi, söz konusu grupların sıkça yaptıkları gibi, kendi dini fikirlerini yaymaları ve Türk makamlarına kafa tutmalarıyla da sonuçlanabilir”.
Bu arada, kısmen “çok taraflı” bir yapısı olan ve saygınlığıyla tanınan “Uluslararası Kriz Grubu”nun (International Crisis Group-ICG) Türkiye’nin Suriye krizi karşısındaki tutumunu değerlendirmek üzere hazırladığı 47 sayfa tutan “Buharlaşan Sınırlar: Suriye Krizinin Türkiye’ye Sıçrayan Riskleri” raporunda da benzer görüşlere rastlamak mümkün. Raporun “Düşmanımın Düşmanı Tehlikeli Bir Dost Olabilir” başlığı altındaki bölümünde, Türkiye’nin Suriye muhalefetine kapılarını açtığı, savaşçıların dinlenmek amacıyla Türkiye’yi kullandıkları, muhalefete giden silah ve paranın bir bölümünün Türkiye üzerinden geçtiği de vurgulandıktan sonra şöyle deniliyor: “Arapça konuşan, sakallı, sırt çantalarıyla askeri giysili adamlar Hatay havaalanında sıkça karşılaşılan bir görüntüdür. Türkiye gözüktüğü kadarıyla yabancı savaşçıların geçişini durdurmak konusunda fazla bir çaba sarf etmemektedir”. ICG, Türkiye’nin Şam’a karşı vekâleten” yürüttüğü bu savaşın günün birinde “kendi savaşına” dönüşebileceği uyarısını yapıyor. Raporun sonunda “Suriyeli muhalif savaşçıların sınır geçişlerinin en aza indirilmesi, mülteci kamplarını üs olarak kullanmalarına izin verilmemesi” gibi önerilere yer veriliyor.
Aslında bütün bu görüşleri, Amerika’nın prestijli gazetecilerinden David Ignatius’un geçenlerde Washington Post’taki köşesinde çıkan ilginç yazısıyla birlikte değerlendirmek gerekiyor. Ignatius, yazısında Özgür Suriye Ordusu’nun komutanlarının El Nusra gruplarıyla işbirliği yapmak istemediklerini, Suriye’de güçlenen El Kaide ağırlığının ABD için de artan bir kaygı konusu haline geldiği belirterek, şöyle diyor: “Suriyeli cihatçı savaşçılar, zengin Arap ülkelerinden gelen para ve malzemeyi almak için her gün Türkiye sınırından gelip geçmekteler. ABD yönetimi Türkiye’nin sınır üzerinde yürüyen bu trafiği kuvvetli bir şekilde durduracağını ümit ediyor. Konu, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan mayıs ortasında Washington’a geldiğinde en önemli gündem maddelerinden biri olacak”. Erdoğan’ın önümüzdeki hafta Washington’a yapacağı ziyaretin bu boyutunu dikkatle izlemek gerekiyor.