Paylaş
Bugünkü yazımda belgenin en sonunda yer verilmiş olan “Dış Politika, Savunma, Güvenlik ve Göç Politikaları” bölümünü değerlendireceğim.
Bu bölümdeki dış politika alt başlığına baktığımızda önce genel bir tespitle yola çıkmamız gerekiyor. Dış politika meseleleri, uzun bir zamandır söz konusu altı partinin çoğu, özellikle de CHP açısından bir belirsizlik alanını gösteriyordu. Açıklanan programın, en azından burada hissedilen boşluğu şimdilik -belli ölçülerde- doldurduğu söylenebilir.
Yapacağımız bir başka gözlem, dış politika bölümünde köşeli, vurucu beyanlardan kaçınılmış olmasıdır. Mutabakat belgesinin iç politika kısmında seçmenlerin hemen zihinlerinde yer edecek, dolaşıma girecek bazı çarpıcı başlıklar olmakla beraber, dış politika bölümü bu çizginin biraz dışında tutulmuş gibi görünüyor.
Ayrıca, metni yazanların dış politikada çatışmacı, meydan okuyucu, yüksek volümle konuşan bir üsluptan özellikle kaçındıkları da söylenebilir. Bunun yerine sorunların çözümünde yapıcı bir anlayışla diplomasiyi önceleyen bir dil belirgin bir şekilde kendisini hissettiriyor.
Bütününe bakıldığında, Türkiye’nin dış politikasının geleneksel çok yönlülüğünün dengeli bir çerçevede gözetileceği bir perspektif görüyoruz metinde. Türkiye’nin ulusal çıkarlarını, küresel ölçekte bütün coğrafyalarda, örneğin Afrika, Asya gibi farklı kıtalarda maksimize etmeye dönük hedeflerden söz ediliyor. Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) de bu perspektifin dışında tutulmamıştır. Ancak bu örgüt ile ilişkilerin “gerçekçi bir zeminde değerlendirileceği” kaydedilmiştir. Yani ŞİÖ stratejik bir hedef olarak görülmemektedir.
BAŞAT DOĞRULTU BATI’YA DÖNÜK
Çok yönlü bir bakış söz konusu olmakla beraber, Batı’ya dönüklüğün bu belgede başat bir doğrultu olarak kendisini gösterdiği söylenebilir.
Metnin Batı dünyasına dönük bölümünde öncelikle Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefinin vurgulandığını görüyoruz. Burada “tam üyelik hedefinin tamamlanması için çalışılacağı” belirtiliyor.
Bu bölümde vize serbestisi, gümrük birliğinin modernizasyonu gibi AB gündeminin değişmeyen hedefleri bir kez daha tekrarlanıyor. En dikkat çekici unsur, Türkiye’den AB’ye göçmen trafiğini frenleyen 18 Mart 2016 Mutabakatı’nın “gözden geçirileceğinin” kaydedilmiş olmasıdır.
AB’ye bakışı tamamlayan bir unsur, bölümün sonunda mültecilerle ilgili ifadelerde yer alıyor. Buradaki “Türkiye’ye bir tampon ülke muamelesi yapılmasına izin vermeyeceğiz” cümlesi en kuvvetli ifadelerden biridir. 2016 Mutabakatı’nın gözden geçirilmesi taahhüdüyle birlikte değerlendirilmesi gereken bu bölüm, AB ile ilişkileri son dönemde indirgendiği çerçevenin dışına çıkartma niyetini dışa vuruyor.
AVRUPA KONSEYİ VE AİHM’YE TAM TAAHHÜT
Batı’ya dönük bir diğer önemli mesaj, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) olan taahhüdün ve AİHM kararlarının uygulanacağının kararlı bir dille belirtilmesidir. Keza, basın ve ifade özgürlüğünün sınırlarının AİHS ve AİHM içtihatları çerçevesinde genişletileceğinin ifade edilmesi de bu taahhüt ile birlikte ele alınmalıdır.
Bu yönüyle bakıldığında Avrupa kurumları ve kamuoylarının son yıllarda Türkiye’ye bakışını olumsuz etkileyen ifade özgürlüğü, yargı bağımsızlığı gibi alanlardaki sorunların aşılmasına yönelik önemli bir irade sergilenmiş oluyor.
ABD VE NATO’YE MESAJLAR
ABD’ye gelelim. Belgede bu ülke ile ilişkilerin “eşitler arası bir anlayışla kurumsal bir temele oturtulacağı, müttefiklik ilişkisinin güvene dayalı olarak ilerletileceği” söyleniyor. “Kurumsal temel” ile ilişkilerin yönetiminin başkanlar arası bir diyalogla sınırlanmadığı, kurumsal çerçevede işlediği bir anlayış herhalde kastediliyor.
Burada F-35 projesine dönüleceğinin belirtilmiş olması metnin en dikkat çekici yönlerinden biridir. Şöyle ki, bu programa dönebilmesinin Türkiye’nin Rusya’dan aldığı S-400’ler konusunda atılacak bir adımdan, buna ilişkin bir formülün bulunmasından geçeceği tartışma götürmez. Ancak metinde meselenin S-400 boyutuna girilmemiştir.
Keza, ABD ile ilişkileri bugün olumsuz yönde etkileyen, yönetimin PKK’nın Suriye’deki uzantısı olan YPG/SDG’ye destek vermesi ve aynı zamanda Fetullah Gülen’in bu ülkede gördüğü himaye gibi dikenli başlıklara değinilmemiştir. Yalnızca, terörle mücadele bölümünde “terör örgütlerinin taşeron olarak kullanılmasına karşı” hareket edileceği söylenmiştir. Buradan ABD’nin Suriye’de DEAŞ’a karşı PKK uzantısı YPG/SDG’yi kullanmakta oluşunu anlamamız gerekiyor.
Ayrıca, NATO’nun Türkiye’nin ulusal güvenliği bakımından sağladığı caydırıcılığın “kritik önem” taşıdığı belirtilerek, ittifaka dönük kuvvetli bir taahhüt ifade edilmiş oluyor.
DOĞU AKDENİZ’DE YALNIZLAŞMA SORUNU
Kıbrıs sorununda “adil ve kalıcı bir çözüm bulunması, KKTC’nin kazanılmış haklarının korunması, iki toplumun siyasi eşitliğinin sağlanması” gibi zaten üzerinde genel mutabakat olan hedefler telaffuz ediliyor. Ancak bugün geldiğimiz noktada gerek KKTC gerek Ankara, bir süredir artık “iki devletli bir çözümü” vurgulamaktadır. Buna karşılık, altı parti arasındaki mutabakatının iki devletli çözüme uzanmadığı anlaşılıyor.
Altılı belgede Yunanistan karşısında diyaloğu, diplomasiyi önceleyen barışçı bir dil, kuvvetli vurgu alıyor. Bununla birlikte, “Ege Denizi’ndeki egemenlik alanlarımıza zarar verebilecek hiçbir gelişmeye müsaade etmeyeceğiz” denilerek, Ege’de Yunanistan’ın kalkışabileceği karasularını 12 mile çıkartma gibi emrivakilere izin verilmeyeceği hissettiriliyor.
Metinde AK Parti iktidarına dönük önemli bir eleştiri, bugün “Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de yalnızlaştırılmış olması” tespitidir. Burada da “yalnızlaşmanın önüne geçme” hedefi vurgulanarak, Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının sınırlanmasında ve hidrokarbon kaynaklarının hakça paylaşımında “çoklu müzakere süreci” ön plana çıkartılıyor.
PUTİN’İN KAŞINI KALDIRACAĞI PASAJLAR
Şimdi Rusya ile ilişkilere geçelim. İlginçtir ki, ABD karşısında kullanılan ilişkileri “eşitler arası bir anlayışla kurumsal düzeyde” götürme hedefi, aynı şablon halinde Rusya ile ilişkilerde de tekrarlanıyor. Rusya kısmında, buna ek olarak ilişkilerin “dengeli ve yapıcı diyalog ile güçlendirerek sürdürüleceği” belirtiliyor.
Bundan Rusya ile ilişkilerin güçlendirileceği, ancak karar alma sürecinin kurumsal bir düzeyde işleyeceği duyurulmuş oluyor. Bununla, ilişkilerin bugün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Lideri Vladimir Putin arasında yaşandığı gibi doğrudan liderler arasında işleyen bir kanaldan yürütülmesi yerine daha kurumsal bir çerçevenin hedeflendiği söylenebilir.
Aslında belgede Rusya ile ilişkilerin asıl şifrelerini dış politikadan önce enerji bölümünde görüyoruz. Çünkü bu bölümde “Doğalgaz ithalatında belli ülkelere/şirketlere bağımlılık riskinin azaltılacağı, doğalgaz ithalat maliyetini düşürmek için yeni kaynak ülkelerle anlaşmalar yapılacağı, yüksek fiyatlı mevcut doğalgaz anlaşmalarının yeniden müzakere edileceği” hedefi kayda geçiriliyor.
Burada kastedilen Türkiye’nin Rusya’ya bağımlılığının azaltılmasıdır. Bir bu kadar göze çarpan bir nokta, “Akkuyu Nükleer Santral Projesi’nin mevcut durumunu ve sözleşme detaylarını, anlaşma dışında verilmiş olan hakları veya üstlenilen yükümlülükleri gözden geçireceğiz” taahhüdünün de yapılmış olmasıdır.
Gerek doğalgaz anlaşmalarını yeniden müzakere etme gerek Akkuyu Anlaşması’nı gözden geçirme yönündeki beyanlar karşısında, Rusya Lideri Putin’in kaşlarını kaldırmış olduğunu tahmin etmek hiç güç değildir.
DIŞİŞLERİ’NE YENİDEN MERKEZİ ROL
Gördüğüm kadarıyla dış politika bölümünde yer alan en kuvvetli, en net taahhütlerinden biri Dışişleri Bakanlığı’na karar alma mekanizmasındaki “rol ve görevinin yeniden kazandırılacağının” belirtilmiş olmasıdır.
Dışişleri’nin hem konumunun ön plana çıkartılması hem de kurumsal olarak güçlendirilmesiyle ilgili hedeflere oldukça geniş bir şekilde yer veriliyor ortak belgede. Büyükelçi pozisyonlarında liyakat ve aynı zamanda kariyerin esas alınacağı beyanı, son dönemde Dışişleri’nde bir hayli yaygınlaşan siyasi atamalara kapının kapatılacağına işaret ediyor.
SURİYE’DE ESAD İLE YOĞUN TEMAS
Mutabakat belgesinde en geniş yer alan dış politika meselelerinden biri sığınmacılar sorunuyla bütünlük içinde karşımıza çıkan Suriye konusudur.
Belgeye göre öncelikle Şam yönetimiyle, yani Beşar Esad ile “yoğun bir temas ve diyalog” başlatılacaktır. Burada önemli bir nokta, bu yoğun temas ve diyaloğun adreslerinin aynı zamanda terörist gruplar hariç Suriye halkının farklı kesimlerini temsil eden bütün taraflara da teşmil edilmesidir. Bu ifadeden PKK uzantısı YPG/SDG’nin diyaloğun dışında tutulacağını anlıyoruz. Bununla birlikte, Suriye’de PKK bağlantısı olmayan diğer Kürt gruplara kapı açık tutuluyor.
Suriye’nin yeniden imarında Türk özel sektörüne önemli bir rol biçilmesi geleceğe dönük bir diğer kayda değer perspektif olarak görülebilir.
RUSYA’NIN UKRAYNA’YI İŞGALİNE NEDEN DEĞİNİLMEDİ?
Altı partinin ortak dış politika programında gördüğüm en büyük eksiklik, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali konusunun tek bir satır dahi geçmemiş olmasıdır.
Bugün Avrupa toprakları Bosna’da yaşananlar hariç tutulursa, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki en şiddetli ve kanlı savaşa sahne olurken ve bu savaşın bütün serpintileri Türkiye’ye de uzanırken, Millet İttifakı’nın aktörleri bu konuda herhangi bir görüş belirtmekten kaçınmış bulunuyorlar. Bu konuda BM Genel Kurulu’nun aldığı Rusya’nın işgalini kınayan kararlarına atıf yapma ihtiyacı da duyulmamıştır.
Ortak Politikalar Mutabakat Metni’nde halen dünya politikasının en önemli konusu olan Ukrayna savaşı karşısında neden bir tutum alınmadığı her bakımdan izaha muhtaç bir sorudur.
Paylaş