Paylaş
Bu fark, kendisinin 28 Ağustos 2014 tarihinde Cumhurbaşkanlığı makamına adım attığı günden bu yana, önde gelen bir Batı Avrupa demokrasisine ilk ‘resmi devlet ziyareti’ni gerçekleştirmiş olmasıydı.
Erdoğan, Cumhurbaşkanı olarak geçen dört yıl içinde pek çok Avrupa ülkesine gitti. Örneğin, bu yılın başında ocak ayında Paris’e gidip, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile Elysee Sarayı’nda görüştü. Bu, bir ‘çalışma ziyareti’ydi.
Keza, geçen mayıs ayında Londra’ya gidip, burada Başbakan Theresa May ve Kraliçe Elizabeth ile de bir araya geldi. Cumhurbaşkanı, Londra’ya ‘Tatlı Dil Konferansı’na katılmak üzere gitmişti. Bu gezi vesilesiyle Başbakan May’in yanı sıra Buckingham Sarayı’nda kraliyet ailesi ile teması da organize edilmişti.
*
Batı Avrupa merkezlerine yapılan bu geziler, şekil olarak, protokolün en üst düzeyde uygulandığı, başkentlerin caddelerine konuk ülkenin bayraklarının çekildiği, bandolu tören kıtalarının eşliğinde resmi karşılama törenlerinin, gösterişli ziyafetlerin düzenlendiği devlet ziyaretlerinin gerisindeydi.
Gerçi geçen süre zarfında Batı Avrupa dışında dünyanın pek çok noktasına devlet ziyaretleri gerçekleştirmiştir Erdoğan. Ama önde gelen bir Batı Avrupa ülkesi yer almamıştı bu resmi ziyaret durakları arasında. Geçen hafta gerçekleşen Berlin seyahatiyle bu eksiklik tamamlanmış oldu.
Erdoğan, geçen cuma günü Berlin’de Cumhurbaşkanlığı’nın bulunduğu Bellevue Sarayı’na giderken, başkentin simgesi olan Brandenburg Kapısı’na çıkan Unter den Linden Bulvarı boyunca asılı Türk ve Alman bayrakları iki ülke arasındaki ilişkilerde beliren yeni bir iklimi haber veriyordu.
*
Evet, bir devlet ziyareti, konuk cumhurbaşkanı ve temsil ettiği ülkeyle olan bağlara en üst düzeyde değer verildiğini vurgulamak açısından önemli bir sembolizm taşıyor. Devlet misafiri, demokrasi ve insan hakları gibi konulardaki tartışmalar nedeniyle ilişkilerin siyasi düzeyde bir süredir iniş çıkışlı seyrettiği bir ülkeden geliyorsa, böyle bir gezinin yapılabilmiş olması başlı başına önem kazanıyor.
Unutmayalım ki, Almanya ile ilişkiler yakın zamana kadar sıkça gerilmişti. Merkel hükümetinin Türkiye’de 2017 anayasa referandumu öncesi AK Parti’nin bu ülkede miting düzenlemesini yasaklaması, Erdoğan’ın da buna “Nazi uygulaması” tepkisini vermesi hafızalardan çıkmış değil.
Bütün bunlara rağmen Almanya’nın Türkiye ile yeni bir başlangıç yapmak üzere Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı bir devlet ziyareti için Berlin’e davet etme jestinde bulunması, üzerinde durulması gereken bir açılımdır.
*
Ziyaretin ilginç bir yönü, hem işbirliğini her alanda ileri götürme iradesinin vurgulanmış, hem de siyasi düzeyde sorun yaratan dosyalara dönük eleştirilerin açıklık içinde kamuoyunun önünde kayda geçirilmiş olmasıdır.
Alman tarafı, bir yandan ilişkileri olabilecek en kuvvetli ifadelerle geliştirme arzusunu belirtirken, diğer yandan demokrasi, temel özgürlükler gibi alanlarda sorunlu gördüğü başlıklardaki beklentilerini sadece kapalı kapıların ardında değil, aynı zamanda gazetecilerin, televizyon kameralarının önünde de duyurmuştur.
Nitekim, bu bakışın sonucudur ki, Almanya Şansölyesi Angela Merkel, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanında, taraflar arasında “Tutuklamalar ve Türkiye’deki genel gelişmeler konularında büyük görüş ayrılıkları bulunduğunu” söyleyebilmiştir. Keza, Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier, resmi yemekte yaptığı konuşmanın azımsanmayacak bir bölümünde kendi ifadesiyle “Türkiye’deki sivil topluma uygulanan yoğun baskı ve hükümet muhaliflerinin tutuklanması” gibi konuları açmış, “Türkiye’de demokratik normalliğe dönülmesi” beklentisini ifade etmiştir.
Benzer şekilde Cumhurbaşkanı Erdoğan da özellikle PKK ve FETÖ başlıklarında Almanya’nın tutumundan duyduğu hayal kırıklığını ve eleştirilerini kuvvetli bir üslupla dile getirmiştir.
Bu açıdan bakıldığında, ilişkilerde “Hem işimizi yapalım, ilişkileri geliştirelim, hem de eleştiriyi esirgemeyelim” şeklinde yeni bir yöntemin yerleştiğini söyleyebiliriz. Yeni yöntemin tarafların karşılıklı olarak eleştiri konusu olan tutumlarında bir değişikliğe yol açıp açmayacağını bekleyip görmek gerekiyor.
Paylaş