Paylaş
Bugün bu seri içinde son bir yazıyla konuya yargı süreçlerinin son durağı olan Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin belirecek sorunlara karşılık veren muhtelif içtihatları açısından yaklaşmak istiyoruz.
Vatandaşların ortaya çıkan kayıplar, mağduriyetler, zararlar karşısında haklarını arama çabalarındaki nihai çerçeve, özellikle yürütülecek soruşturmaların dayanacağı esaslar açısından büyük ölçüde bu içtihatlar üzerinden şekillenecek.
Kuşkusuz, bu değerlendirmede ele alınacak örnekler, yaşanan hadiseler bakımından birebir aynı durumu göstermiyor olabilir. Ancak soruşturmalar açısından bu içtihatların yerleştirmiş olduğu ana ilkeler, izlenecek hareket tarzı bakımından hepsinde yol gösterici ortak bir nitelik taşıyor.
Bu yazıda meseleye öncelikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) ikinci maddesinde ve Anayasa’nın 17’nci maddesinde düzenlenen “Yaşam Hakkı” açısından yaklaşacağız.
***
Tabii buradan yola çıktığımızda, öncelikle bakmamız gereken bir dosya, İstanbul’da Ümraniye çöplüğünde 28 Nisan 1993 tarihinde yaşanan metan gazı patlaması hadisesi nedeniyle AİHM’den 30 Kasım 2004 tarihinde Türkiye hakkında çıkan ihlal kararıdır.
Bu patlamanın tetiklemesiyle çöp yığının kayması sonucu hemen yakındaki gecekondular bu yığının altında kalmış, hadisede 39 vatandaş hayatını kaybetmişti. Bu olayda İstanbul’un o dönemdeki CHP’li Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Nurettin Sözen ve Ümraniye Belediye Başkanı Şinasi Öktem soruşturma sürecinin sonunda üç ay hapis cezasına çarptırılmış, ancak aldıkları bu ceza para cezasına çevrilmiştir. Kazada dokuz yakınını kaybeden Maşallah Öneryıldız, bireysel başvuru yoluyla konuyu AİHM’e götürmüş, AİHS’nin “Herkesin yaşam hakkı yasanın koruması altındadır” şeklindeki ikinci maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
AİHM Büyük Daire, bu dosyada, kaza sırasında meydana gelen ölümlerin önlenmesinde gerekli tedbirlerin alınmaması nedeniyle AİHS’nin yaşam hakkına ilişkin ikinci maddesinin “esas itibarıyla” ihlal edildiğine oybirliğiyle karar vermiştir. Yaşama hakkının kanun tarafından yeterince korunmaması nedeniyle ikinci maddenin usul itibarıyla ihlal edildiğine de karar verilmiştir.
Bu karar alınırken mahkemedeki Türk yargıcı olarak görev yapan Rıza Türmen, “Bir AİHM Yargıcının Not Defterinden” başlıklı kitabında, söz konusu kararın “devlet bu konudaki raporlara, yaşama yönelik tehdit olduğunu bilmesine rağmen önlem almadığı için verildiğini” anlatıyor.
Kararda “Ulusal mahkemeler hiçbir şekilde hayatı tehlikeye atan suçları cezasız bırakmamalıdır. Halkın güvenliğini ve hukukun üstünlüğüne uyumu sağlamak, yasadışı fiillere hoşgörü ve katılımı engellemek için bu şarttır” deniliyor.
***
Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) 2012 yılından itibaren bireysel başvurulara bakmasıyla birlikte yaşam hakkıyla ilgili şikâyetler AİHM’den önce bu mahkemenin önüne gelmeye başlamıştır. Dikkat çekici bir nokta, AYM’nin bu alandaki ilk önemli içtihadının 2011 yılında meydana gelen Van depremiyle ilgili bir başvuru üzerine ortaya çıkmış olmasıdır.
Van’da 23 Ekim 2011 tarihindeki ilk depremden sonra 9 Kasım 2011 tarihinde ikinci bir deprem meydana gelmiş, il merkezindeki Bayram Otel’de bulunan 24 kişi otelin çökmesi sonucu vefat etmiştir. Bu hadisede otelde ölen Selman Kerimoğlu’nun yakınları iki deprem arasında gereken önlemler alınmadığı gerekçesiyle Van Belediye Başkanlığı, Van Valiliği, AFAD ve otel sahibi aleyhine maddi ve manevi tazminat davaları açmıştır.
Hukuki süreçte Van Valiliği ve AFAD hakkında soruşturma açılmamış, bunun üzerine Kerimoğlu’nun yakınları AYM’ye başvurarak, “devletin yaşam hakkından kaynaklanan pozitif yükümlülüğünün usul boyutunun ihlal edildiğini” öne sürmüştür. AYM’nin İkinci Dairesi, yaptığı inceleme sonucunda başvuruyu haklı bularak, soruşturma açılmasının engellenmesi nedeniyle yaşam hakkının usul boyutunun “ihlal edildiğine” karar vermiştir.
***
Bu kararın önemli bir boyutu, “Devletin pozitif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunduğunu” vurgulamasıdır.
Devlet, bu yükümlülük çerçevesinde doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlayacak etkili bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu arada “Devletin kapsamlı ve etkin bir ceza soruşturması yürütmesi yükümlülüğüne ilişkin ilkelerin afet olayları nedeniyle yapılan başvurulara da uygulanabileceği” belirtiliyor.
Burada dikkat çekici bir husus, AYM’nin 17 Eylül 2013 tarihinde “Serpil Kerimoğlu ve Diğerleri Başvurusu”ndaki kararını verirken, AİHM’nin Ümraniye çöplüğündeki patlamayı konu alan 2004 yılındaki “Öneryıldız Kararı”na da geniş bir atıf yapmış olmasıdır.
AYM kararında muhtelif AİHM kararlarına atıfla şöyle deniliyor: “Bu gibi davalarda, yetkili makamlar büyük bir gayretle ve ivedilikle çalışmalı ve ilk olarak olayın meydana geliş koşulları ile denetim sisteminin işleyişindeki aksaklıkları, ikinci olarak da söz konusu olaylar zincirinde herhangi bir şekilde rol oynayan devlet görevlileri ya da makamlarını tespit etmek için resen soruşturma açmalıdır.”
***
Geride bıraktığımız dönemde AYM’den “yaşam hakkı”na ilişkin benzer içerikte bir dizi ihlal kararı çıkmıştır. Özellikle kamu görevlileri hakkında soruşturma açılmasının engellenmesi, usul boyutu açısından önemli bir ortak paydasını oluşturuyor bu kararların.
AYM’den 20 Ocak 2020 tarihinde çıkan, 13 Mayıs 2014’te Soma’da meydana gelen maden faciasıyla ilgili “Abdülkadir Yılmaz ve Diğerleri” başvurusundaki ihlal kararı bu çerçevede kayda değer bir örnektir.
Toplam 301 kişinin öldüğü bu kazadan sonra, olay öncesinde maden ocağının denetleyen Çalışma Bakanlığı iş müfettişleri hakkında Cumhuriyet Başsavcılığı’nca istenen soruşturma izni bu bakanlık tarafından reddedilmiştir. Ölenlerin yakınları da bunun üzerine AYM’ye başvurarak şüpheliler hakkında soruşturma izninin verilmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Dosyaya göre, bu konudaki bilirkişi raporu, bu madende denetlemelerde eksiklik ve aksaklıkları ortaya koymayan Çalışma Bakanlığı iş müfettişlerini de sorumlu tutmaktaydı.
AYM, 29 Ocak 2020 tarihinde aldığı kararda, soruşturma izinlerinin verilmeden adli sürecin sona erdirilmesinin etkili soruşturma ilkeleriyle bağdaşmadığını hükme bağlamıştır. Kararda “Bireylerin hayatının tehlikeye girmesine neden olan kişiler aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin yargılanmaması yaşam hakkının ihlaline neden olabilir” deniliyor.
Sonuçta yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmiştir mahkeme tarafından.
***
AYM’den 7 Ocak 2013 tarihinde Zonguldak Kozlu’da Türkiye Taşkömürü Kurumu’na (TTK) bağlı bir maden ocağındaki ani gaz ve kömür püskürtmesi ve metan gazı zehirlenmesi sonucu sekiz işçinin ölmesi hadisesiyle ilgili karar da aynı çerçevededir. Bu dosyada kusurlu oldukları yönünde haklarında bilirkişi raporu düzenlenen TTK yöneticileri hakkında Enerji Bakanlığı’na soruşturma izni talebinde bulunulmuş, ancak bu izin verilmemiş, yargı da bu tasarrufu onaylamıştır.
AYM, 9 Mayıs 2018 tarihinde “Naziker Onbaşı ve Diğerleri” başlıklı bu dosyada yine yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar vermiştir.
AYM’nin 15 Mart 2022 tarihinde aldığı “Necla Kara ve Diğerleri” kararı da benzer bir içeriktedir. Bu dosya 31 Ocak 2008 tarihinde meydana geldiğinde kamuoyunu uzun süre meşgul eden İstanbul Zeytinburnu’nda eğlence amaçlı patlayıcı imal edilen ruhsatsız bir işyerindeki patlamayla ilgilidir. Olayda 21 kişi ölmüştür. AYM burada “yaşam hakkı” açısından hem maddi hem de usul yönünden ihlal vermiştir.
Önemli bir nokta, AYM’nin birinci ve ikinci dairelerinden farklı tarihlerde çıkan bu kararların her seferinde oybirliğiyle alınmış olmasıdır. Başka konularda sıkça çekişmeli kararlara imza atabilen AYM üyeleri, yaşam hakkı ile ilgili benzer içerikteki bu dosyalarda ortak bir çizgide hareket etmektedirler.
Önümüzdeki günlerde 6 Şubat depremiyle ilgili soruşturmalar ilerlerken, aktardığımız bu kararları hatırda tutmak gerekiyor.
Paylaş