AİHM tutukluluk konusunda hükümetten reform bekliyor
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Tutuklu milletvekillerinin serbest bırakılmaması, Türkiye açısından Avrupa hukukunun yalnızca seçme ve seçilme hakkı değil, aynı zamanda tutuklulukla ilgili mevzuatı ve içtihadı çerçevesinde de çok problemli bir durum yaratıyor.
Kuşkusuz, bir yazının sınırları içinde bu sorunun ayrıntılı bir değerlendirmesini yapabilmek mümkün değil. Ancak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) muhtelif kararlarına bu açıdan baktığımızda şu genel gözlemleri ileri sürebiliriz: TUTUKLULUKTA TEAMÜL EN ÇOK İKİ YIL Gerek AİHS’de gerek AİHM kararlarında tutukluluk süresinin uzunluğuyla ilgili süre belirten bir sınırlama söz konusu değil. Bununla birlikte Avrupa hukukundaki uygulamada üzerinde genel mutabakat olan nokta, mahkumiyet olmadan tutuklulukta geçirilecek sürenin genelde iki yılı aşmamasıdır. Zaten Batı hukukunda yerleşmiş olan ilke, tutukluluğun istisna olması ve masumiyet karinesini gözetmek için yargılamaların mümkün olduğu ölçüde tutuksuz yapılmasıdır. Bu açıdan yaklaştığımızda, durumu halen tartışmalı olan seçilmiş 8 tutukludan 5’i (Balbay, Haberal, Irmak, Aktaş, Sarıyıldız) zaten iki yılı aşkın bir süredir cezaevindedir. Türkiye’de Avrupa hukukuna paralel bir uygulama söz konusu olsaydı, bu milletvekilleri muhtemelen tutuksuz yargılanacak, dolayısıyla sorun büyük ölçüde ortaya çıkmamış olacaktı. Bununla birlikte, “tutuklama” faslında dikkate alınması gereken bir dizi bağlayıcı sözleşme hükmü ve mahkeme kararını değerlendirmeye katmamız gerekiyor. BİR YILDA AYNI FASILDA 80 MAHKÛMİYET Türkiye’yi tutukluluk konusunda AİHS’nin özellikle iki hükmü ilgilendiriyor. Bunlardan birincisi, AİHS’nin “Özgürlük ve Güvenlik Hakkı”na ilişkin 5’inci maddesinin 3’üncü fıkrasıdır. Bu fıkra, “Yakalanan veya tutuklu durumda bulunan herkesin makul bir süre içinde yargılanmaya veya adli kovuşturma sırasında serbest bırakılmaya hakkı vardır. Salıverilme, ilgilinin duruşmada hazır bulunmasını sağlayacak bir teminata bağlanabilir” diyor. İkincisi, aynı maddenin itiraz hakkına ilişkin bir sonraki 4’üncü fıkrası. Bu fıkra, özetle “Yakalama veya tutuklu durumda bulunanların... yasaya aykırı görülmesi halinde kendilerini serbest bırakmaları için bir mahkemeye başvurma hakkına sahip olduklarını” belirtiyor. Türkiye geride bıraktığımız 10 yıl içinde AİHS’nin 5’inci maddesinin 3 ve 4’üncü fıkralarını ihlalden dolayı yüzlerce mahkumiyet kararına muhatap olmuştur. Bu iki fıkra Türkiye hakkındaki ihlal kararları içinde en kalabalık kategorilerden birini oluşturuyor. Yalnızca 2010 yılında Türkiye hakkında verilen 228 ihlal kararından 80’i bu fasıldan kaynaklanmıştır. ŞABLON GEREKÇEYLE TUTUKLAMA OLMAZ Özellikle 5/3’ten verilen ihlallere örnek olarak 24 Ekim 2007 tarihli Mehmet Yavuz/Türkiye kararını gösterebiliriz. AİHM, bu kararında Yavuz’un 5 yıl 4 ay süren tutukluluk süresinin “geçerli ve yeterli nedenlere dayanmadığına” hükmederken, “sürekli uzatılan tutukluluk yerine teminat gibi koruyucu önlemlere başvurulmamış olmasını” ihlal nedeni olarak görmüştür. Bu kararın kilit cümlesi “Mahkemenin görüşüne göre, ne delillerin durumu ne de ciddiyeti tek başına, yargılamayla birlikte uzun tutukluluk süresini haklı gösteremez” ifadesidir. AİHM, kararlarında sıkça bu hususu vurgulayıp, tutukluluk yerine daha çok “diğer koruyucu önlemler”in tercih edilmesini talep ediyor. AİHM’nin 5/3’ten verdiği ihlallerde özellikle özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin tutuklama süresini uzatırken kararların “şablon gerekçelere” dayandırması da geniş bir yer tutuyor. AİHM, hakimlerin sıkça “suçun niteliği, delil durumu, dosyanın içeriği” gibi her seferinde tekrarlanan genel şablonlar kullanmasını, tutuklama gerekçelerini detaylandırmamasını bir ihlal nedeni olarak görüyor. AİHM’in itiraz hakkına ilişkin 5/4’ten verdiği ihlallerin ana nedeni ise hakimlerin tutuklamaya yapılan itirazlarda duruşma yapmadan karar vermesidir. AİHM, bütün itiraz dilekçeleri görüşülürken “silahların eşitliği” ilkesine saygı gösteren “çekişmeli duruşma” yapılmasını talep ediyor. Yaşadığımız son krizde de milletvekillerinin tutukluluk hallerinin kaldırılması için yapılan başvurular hakimler tarafından duruşma yapılmadan dosya üzerinden veriliyor. ÇÖZÜM AVRUPA HUKUKUNA UYUM Özellikle AİHM’nin 7 Temmuz 2009 tarihindeki Cahit Demirel/Türkiye kararı, 5’inci maddedeki sorunları (tutuklama süresi/şablonlar/itirazda sorun gibi) sıralayıp hepsinde ihlal verdikten sonra Türk hükümetine açık bir uyarıya dönüşmüştür. Mahkeme, bu konuda Türkiye’de AİHS’nin 5’inci maddesinin 3’üncü ve 4’üncü maddeleri çerçevesindeki ihlallerin “yaygın ve sistematik sorunlar yarattığını” vurgulamıştır. Mahkemeye göre, bu sorunlar “Türkiye’deki yasal mevzuatın ve ceza yargılama sisteminin kusurlarından/iyi çalışmamasından (malfunctioning) kaynaklanmaktadır.” Mahkeme, Türk üye Prof. Işıl Karakaş’ın da imza attığı bu kararında, söz konusu ihlallerin yaygınlığına dikkat çektikten sonra Türk hükümetinin bu ihlallere bir son vermek üzere hukuk düzeninde gerekli önlemleri alması gerektiğini belirterek, bunun Türkiye açısından yasal bir yükümlülük olduğunu da hatırlatmıştır. AİHM, aldığı kararlarının uygulanmasını denetleyen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin bu alandaki görevine de dikkat çekmiştir. Görüleceği gibi, uzun tutukluluk sürelerinin aşağı çekilmesi ve tutuklulukla ilgili uygulamaların AİHM kriterleriyle uyumlu hale getirilmesi Avrupa hukuk sisteminin Türkiye’den açık bir talebidir. Türkiye, Avrupa kurumlarına üye olarak kalmaya kararlıysa bu talebin gereğini yerine getirmekle yükümlüdür. Türkiye Avrupa hukuk sistemine uyumlu bir yörüngede olsaydı, bugün TBMM’de karşılaştığımız krize yol açan koşulların büyük bir bölümü zaten kendiliğinden aşılmış olacaktı. Bu tablo, bize bir kez daha çözümün Avrupa hukukuna uyumdan geçtiğini gösteriyor.