Paylaş
Rusya’dan S-400 hava savunma sistemlerinin alması nedeniyle Türkiye’den “sözde müttefik” diye bahsetmesi, bu hareketin müttefiklikle bağdaşmadığını belirtmesi Ankara’da kaşların kalkmasına yol açtı.
Blinken’ın bu oturumun ardından senatörlerin gönderdikleri sorulara verdiği yazılı yanıtlar da Biden yönetiminin Türkiye’ye karşı izleyeceği politikanın ana parametrelerini göstermesi bakımından önemli bir çerçeve ortaya koyuyor.
ABD’nin yeni dışişleri bakanının Türkiye’ye bakışında şu noktalar öne çıkıyor:
S-400 DOSYASINDA KATI TUTUM
Birincisi, Blinken’ın öncelikle Türkiye’yi “zorlu bir müttefik” olarak nitelendirmesidir. Bu niteleme son dönemde Washington’da Türkiye ile ilgili bütün açıklamalarda yerleşik bir kalıp şeklinde karşımıza çıkıyor. Bu yönüyle, yönetim yola koyulurken, Türkiye cephesinde yönetilmesi pek kolay görünmeyen, çok sayıda problemle kaplı bir dosyanın kendisini beklediğini kabullenmiş oluyor.
İkincisi, Blinken’ın Başkan Biden'ın “Türkiye’nin NATO müttefiki olarak taahhütlerine ters düşen ya da uluslararası hukuku ihlal eden davranışları karşısında tavrını gösterme taahhüdünde bulunduğunu” hatırlatmasıdır.
Burada özellikle Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemleri almasına karşı Biden yönetiminin eleştirel bir tutum sergileyeceğini anlıyoruz. Nitekim Blinken komite toplantısı sırasında yönetimin bu tutumunu olabildiğince açık bir dille kayda geçirmişti.
İLİŞKİLERDE YENİ GÜNDEM: HUKUK VE İNSAN HAKLARI
Üçüncü önemli nokta, Blinken’ın “Yönetimin insan hakları ve hukukun üstünlüğü konularını ikili ilişkilerin gündemine yeniden getireceğini” belirtmiş olmasıdır.
Blinken’ın bu beyanı, yeni yönetimin insan hakları ve demokrasi konularının ABD dış politikasının merkezine konulacağı yolundaki taahhütleri ile paralel giden bir bakışı yansıtıyor. Bu durumda Biden yönetiminin Türkiye ile ilişkilerinde gerek ikili görüşmelerde gerek kamuoyuna yapacağı açıklamalarda bu konuların belli bir vurgu alacağını söylemek mümkün.
Bu meselelerin Trump döneminde ilişkilerin gündeminden tümüyle çıkmış olduğu hatırlandığında, Ankara-Washington diyaloğunda yeni bir durumdan söz ediyoruz. Ayrıca, ABD ile AB’nin Türkiye politikalarını belli bir koordinasyon içinde götürecekleri dikkate alındığında, ABD’nin bu yeni söylemi özellikle önem kazanıyor.
ORTAK ÇIKARLARLA GÖRÜŞ AYRILIKLARI BİR ARADA
Dördüncü olarak, Blinken şu perspektifi ortaya koyuyor: “Aynı zamanda terörizmle mücadele, Suriye’deki çatışmaya son verilmesi ve bölgesel istikrarın sağlanmasında ortak çıkarlarımız bulunmaktadır. Türkiye ile ortak önceliklerde işbirliği arayacak ve görüş ayrılıklarının ele alınıp giderilmesi için diyaloğa gireceğiz.”
Bu ifade, iki ülkenin bölgesel olarak hem ortak çıkarlarının hem de görüş ayrılıklarının birlikte var olduğunun kabulüdür. Bir başka anlatımla, birçok başlıkta çıkarların örtüştüğü, birçok başlıkta ise tarafların çatıştığı karmaşık bir ilişki yapısı ve bunun üzerinden yürüyecek zorlu bir diyalog bekliyor iki tarafı yeni dönemde. Bu diyaloğun gündemine girecek başlıklar Libya’dan Doğu Akdeniz’e, Suriye’den İran’a kadar çok geniş bir coğrafyaya yayılıyor.
İki ülke ilkesel olarak terörizme karşı işbirliği ana hedefinde buluşurken, ABD’nin PKK’nın Suriye’deki uzantısı YPG ile Fırat’ın doğusunda askeri ittifak içinde olması kuşkusuz Ankara açısından bu alandaki en ciddi görüş ayrılığını oluşturuyor.
TÜRKİYE, RUSYA’YA YAKLAŞMASIN, YÜZÜ BATI’YA BAKSIN
Blinken’ın bunun gibi kayda değer bir diğer şu ifadesi doğrudan Rusya’yı konu alıyor: “Daha geniş bir çerçevede, Türkiye’yi Rusya’ya ya da diğer hasımlara yaklaştıracak adımlar atmak yerine, Türkiye’nin yüzünün Batı’ya dönük bir şekilde tutulması önemlidir.”
Rusya’dan S-400 sistemleri almak gibi bir hamle yapmış olsa da, Türkiye’nin yönünün Batı’ya dönük kalması, en azından daha fazla Rusya’ya yakınlaşmaması düşüncesinin Biden yönetiminin Türkiye’ye bakışında baskın bir stratejik mülahaza olacağı anlaşılıyor.
Ayrıca, Biden yönetiminin Rusya’ya karşı Trump dönemine kıyasla daha sorgulayıcı, daha çatışmacı bir çizgiye yöneleceği hesaba katıldığında, ABD’nin bu politikasının bir parçası olarak Türkiye’yi bu doğrultu içinde tutmayı hedeflemesi anlaşılabilir bir durumdur.
ÇIKARLARLA İLKELER ARASINDA DENGE ARAYIŞI
Son olarak Blinken şunları söylüyor: “İnsan hakları konusundaki ilkeli bir duruş ile bölgesel meselelerdeki görüş ayrılıkları ve Türkiye’yi en azından geniş çerçevede Transatlantik ittifakına bağlı tutma çabalarını dengelemeyi hedefleyeceğiz.”
Bu cümle aslında öncesinde kayda geçirilen değişik hedeflerin ABD’nin Türkiye karşısında izleyeceği siyasetin ana doğrultusu açısından farklı çekim alanları yaratabileceği, dolayısıyla bu amaçların ABD’li karar vericiler tarafından bir şekilde dengelenmesi gereğinin ortaya çıkacağını gösteriyor.
Geçmişte ABD’nin Türkiye’ye bakışında genellikle bölgesel ve stratejik çıkarların oluşturduğu öncelikler, insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü gibi başlıklara her zaman baskın gelmiştir. ABD, kendi çıkarları ağır bastığında diğer başlıkları ikili ilişkilerin gündeminde çoğunluk görmezlikten gelebilmiştir. Bu kez yeni olan unsur, ABD çıkarlarıyla insan hakları ve hukukun üstünlüğü konusundaki ilkeler arasında bir denge kurma arayışının telaffuz edilmekte oluşudur.
Bu dengenin nasıl bir noktada şekilleneceğini bugünden kestirebilmek güçtür.
TARAFLARI ÇETİN BİR MÜZAKERE SÜRECİ BEKLİYOR
Bütün bu açıklamalar, Türkiye ile ABD’yi önümüzdeki dönemde ortak çıkarların, anlaşmazlıkların ve ilişkinin gündemine yeni girecek konuların belirdiği bir hayli çetin, karmaşık bir müzakere sürecinin beklediğini gösteriyor.
Bununla birlikte, iş dönüp dolaşıyor öncelikle S-400’ler konusunda düğümleniyor. Blinken’ın vurguladığı gibi, Türkiye’nin yüzünün Batı’ya dönük olması, Rusya’ya yaklaşmaması, Transatlantik ittifakı içinde kalması gibi hedefler, ister istemez S-400 dosyasını bu müzakere sürecinde merkezi bir yere oturtuyor.
Terörle mücadele gibi başlıklar açıldığında da kuşkusuz Türkiye’nin ABD’nin PKK’nın Suriye’deki uzantısı YPG ile olan işbirliğini masaya koyması yine bu müzakere sürecinin bir diğer zorlu başlığını oluşturacaktır.
Her halükârda ABD ile yürütülecek bu müzakere sürecinin Türkiye’nin son yıllarda yakınlaşma içinde olduğu Rusya ile ilişkilerine nasıl yansıyacağı Türk dış politikasının hassas dengelerini yakından ilgilendiriyor.
Paylaş