Paylaş
Herhangi bir ülke ya da yabancı lider hakkında şekillenen bir algı, bir süre sonra herkesin itibar ettiği, içeriğini sorgulamadan kullandığı bir “anlatı”ya dönüşür. Amerikan yönetimi de bir noktadan sonra bu konsensüsü dikkate almak durumundadır.
AK Parti iktidarı, geçen on yılı aşkın süre içinde Amerika cephesinde büyük ölçüde kendi lehine işleyen kuvvetli bir algıdan yararlanmıştır. Bu anlatıda, yerleşik düzen tarafından hep dışlanmış bir kesimin demokrasi içinde yürüttüğü mücadele ile iktidara gelerek ortaya çıkardığı bir başarı öyküsü yer alıyordu. Bu öykünün içinde AK Parti “reformcu” bir kimlikle ortaya çıkıyordu.
AK Parti’nin ikinci dönemiyle birlikte Washington cephesinde bu bakışa dönük itirazlar yükselmeye başlasa da hükümetin ilk dönem kendisine açılan sınırsız krediden yararlanmaya büyük ölçüde devam ettiği söylenebilir. Türkiye’de beliren olumsuzlukların yönetim tarafından mesele yapılması yolundaki çabalar da her seferinde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile ilişkisine özel bir değer veren Başkan Barack Obama’nın direncine takılmıştır.
* * *
Gezi Parkı direnişinin yol açtığı öngörülmeyen sonuçlardan biri, AK Parti hakkındaki yerleşik algıya karşı çıkan ikinci görüşün Washington’da ağırlık kazanması, hatta birden yönetimin resmi söylemine de yansıması olmuştur. Biri Demokrat, diğeri Cumhuriyetçi kimlikte Ankara’da büyükelçi olarak görev yapmış iki emekli büyükelçinin hazırlamış oldukları son rapor, Washington’da yeni dönemde Türkiye ve AK Parti hakkında yerleşmekte olan bu yeni “anlatı”nın parametrelerini çiziyor.
Morton Abramowitz ve Eric Edelman’ın, “Partiler Üstü Politika Merkezi” adlı düşünce kuruluşu için hazırladıkları raporu yalnızca yazarlarının görüşlerini yansıtan münferit bir çalışma gibi görmek yanıltıcı olabilir. Çünkü bu metnin içeriği son dönemde ABD’deki diğer saygın düşünce kuruluşlarında hazırlanan raporlarda karşımıza çıkan bakış ile büyük bir uyum gösteriyor.
Keza Taksim Gezi Parkı protestoları sonrasında Amerikan basınında çıkan, yönetim tarafından da birçok kez seslendirilen eleştirel çizgiyle de uyumludur.
* * *
Büyükelçilerin raporu, hükümetin yönetim tarzına, Başbakan Erdoğan’ın üslubuna dönük kuvvetli eleştiriler getiriyor. Aslında bir hayal kırıklığı da var raporda. AK Parti’nin ilk döneminde “Türkiye tarihinin en kapsamlı ekonomik, siyasi ve ekonomik reformlarının bir bölümünü gerçekleştirdiği” övgü ifadeleriyle belirtildikten sonra “Ama ilk dönemin kazanımları bugün tehlikededir” deniliyor. Raporun bu bölümünün havasını yalnızca iki anahtar kavram üzerinden özetleyebilmek mümkün. Erdoğan ve hükümetinin politikaları için “otoriter” sözcüğü tam 11 kez kullanılmış. Basın ve ifade özgürlüğünün durumuna ise 14 kez atıf yapılmış. Demokrasinin giderek artan sorunlarla karşılaştığı, Erdoğan’ın “çoğunlukçu” bir yönetim modeline kaydığı, “İslamcı” bir gündem izlemeye başladığı yolunda kuvvetli saptamalar yer alıyor raporda.
Raporda bu başlıklarda ifade edilen kaygıların bir nedeni, otoriterliğe kayan bir Türkiye’nin Ortadoğu’da demokrasi ve istikrar açısından bir model oluşturma vasfıyla ilgili soru işaretlerinin belirecek olmasıdır.
Başbakan Erdoğan’ın nasıl anlaşılması gerektiği konusunda Türkiye’deki tartışmalardan yola çıkarak iki görüş üzerinde duruyor yazarlar. Birinci görüşe göre, Erdoğan otoriter kişilik özellikleri gösteren, “kibri”yle hareket eden bir siyasetçidir. İkinci görüşe göre, başarısı için siyasi dinamiklerin gerektirdiği esneklikleri sergileyip değişebilen bir liderdir.
Yazarlar, ikinci görüş geçerliyse, Erdoğan’ın mevcut yönelişini değiştirerek ilk dönemindeki reformcu çizgisine dönebileceği savını öne sürmekle birlikte, yine de bu yönde bir belirti görmediklerini ifade ediyorlar.
* * *
Raporun galiba en çok eleştirel olduğu bölümlerden biri basın özgürlüğüyle ilgili. Burada Türkiye’nin ikinci büyük basın grubunun (Sabah) ihaleyle satış şeklinden Doğan Grubu’na kesilen vergi cezasına, hükümeti eleştiren gazetecilerin işlerini kaybetmelerinden yaygın bir otosansür uygulamasına kadar uzanan pek çok alanda hükümet müdahalesi ve baskısı altında bir basın ortamı tarif ediliyor.
Başkan Obama’ya dönük raporun en kuvvetli eleştirilerden biri de tam bu noktada geliyor. Başkan’ın basın özgürlüğü alanında yaşanan sorunları Başbakan Erdoğan ile diyaloğunda gündeme getirmekten kaçınmasını Beyaz Saray’ın Türkiye politikasındaki önemli bir kusuru olarak görüyor yazarlar.
Türkiye’de basın özgürlüğü alanında elle tutulur bir düzelme yaşanmadan Amerika cephesinde beliren bu yeni algının değişmesini beklemek gerçekçi görünmüyor.
Paylaş