Paylaş
Her seferinde, A) Diyaloğu koparmadan çözüm bekleyen kritik dosyaların önemli bir bölümünü ertelemek, B) Ancak aynı zamanda oldukça sınırlı alanlarda açılımlar yaparak olumlu bir gündemin de masada olduğunu göstermek, C) Hatta, ileride bazı yeni adımların da atılabileceği konusunda işaretler vermek, diye özetleyebileceğimiz bir egzersiz bu...
Tabii bunu yaparken, D) Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki davranışlarında ne kadar dikkatle gittiğini izlemeye alıp, E) Bu çizgiden sapma ihtimaline karşı “yaptırım kartı”nı elinde tuttuğunu hissettirmeyi de AB politikasının tamamlayıcı unsurları olarak saymalıyız.
Bu egzersiz, her zirveden bir sonrakine -biraz genişletilerek- aktarılmak suretiyle kurumsallaşıyor ve giderek Türkiye ile ilişkisinde AB’nin ana davranış kalıbına, hareket tarzına dönüşüyor.
İLERLEMEYE AÇIK, ORANTILI VE GERİ ÇEVRİLEBİLİR YAKLAŞIM
AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, önceki gün yapılan son zirve toplantısı için hazırladığı Türkiye hakkındaki raporunda, izlenecek yöntemle ilgili “ilerlemeye açık, orantılı ve geri çevrilebilir yaklaşım” nitelemesinde bulunuyor.
Borrell, bu yaklaşım hayata geçirilirken Türkiye’nin önüne iki seçeneğin konmasını öneriyor. Bunlardan birincisi, Türkiye yapıcı bir tutum izlediği takdirde, AB’nin bunun karşılığında yapacağı jestlere ilişkin teşvik unsurlarını masaya koymasıdır. Bu kapıdan girildiği takdirde, AB cephesinde olumlu adımlar söz konusu olacaktır.
Yok Türkiye bu çizgiden ayrılır ve (Doğu Akdeniz’de) yeniden tek taraflı “provokasyonlar”a girişirse, “siyasi ve ekonomik yaptırımlar” hemen devreye sokulacaktır. Yani olumlu gidiş, Borrell’in nitelemesiyle “geri çevrilecek”tir.
AB zirvesinde kabul edilen son kararların büyük ölçüde bu mantığa dayandığı söylenebilir. Zirve bildirisinde, Türkiye karşısında izlenecek politika için Borrell’in formülasyonundaki neredeyse aynı ifadeyle “kademeli, orantılı ve geri çevrilebilir” tanımlaması yapılıyor.
Zirve açıklamasına göre, gerilimin düşürüldüğü mevcut durum sürdürülür ve Türkiye yapıcı bir tutum sergilerse, -son dönemdeki daha olumlu dinamiği güçlendirmek üzere-haziran ayındaki AB Konseyi toplantısında işbirliğini güçlendiricek “ek kararlar” alınabilecektir. Bu arada, Türkiye ile ilgili sürecin daha önceki zirvelerde açıklanan koşullara (yani yaptırım kartı) bağlı olacağını hatırlatmayı da ihmal etmiyor AB liderleri.
Sonuçta AB’nin benimsediği yaklaşımı “yavaş tempoda koşullu, kontrollü bir ilerleme stratejisi” olarak da adlandırmak mümkün.
AB DOĞU AKDENİZ’E KİLİTLENDİ
Geçen yaz sonu ve sonbaharda Doğu Akdeniz’de yaşanan büyük gerilimin gölgesi altında gerçekleşen ekim ayındaki AB zirvesinde Türkiye’ye “yaptırım” kartı hissettirilerek ama “pozitif siyasi gündem”e de atıf yapılarak, top aralık zirvesine atılmıştı. Aralık zirvesinde ise aynı yaklaşım tekrarlanarak, bu kez AB Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisi Borrell’e mart zirvesi için Türkiye hakkında bir rapor hazırlama görevi verilmişti. Önceki günkü zirvede, Borrell’in özetlediğimiz yaklaşımını esas alan bir kararla Türkiye dosyası bu kez de haziran zirvesine havale edilmiştir. Ama bazı sınırlı açılımlar için kapı bir nebze aralanmıştır.
Yürüyen süreçte AB’nin bakışında belirleyici olan iki dinamik var. Bunlardan birincisi, Türkiye’nin sismik araştırma ve sondaj gemilerinin Türk donanmasının kuvvetli gövde gösterisinin eşliğinde yürüttükleri faaliyetlere geçen sonbaharda aşamalı bir şekilde ara verilmiş olmasıdır. Bu gelişme, Türkiye ile Yunanistan’ın müzakere masasına oturmaları, yani diplomasinin devreye girmesiyle paralel bir zeminde şekillenmiştir. Önceki gün açıklanan zirve kararlarında da Doğu Akdeniz’de tansiyonun düşmüş olmasından “memnuniyet”le söz ediliyor.
SURİYELİ MÜLTECİLERE YENİ YARDIM PAKETİ GELİYOR
Kuşkusuz, Suriyeli sığınmacıların Avrupa’ya geçişlerinin önlenerek Türkiye’de kalmaları AB, özellikle de Almanya açısından meseleye bakıştaki en kritik faktörlerden biridir. Bu durumun devamı, göç konusunu da düzenleyen 18 Mart 2016 tarihli Türkiye-AB Mutabakatı’nın yürürlükte kalmasıyla mümkündür. Bu mutabakatın en önemli ayağı mülteci dalgasını durdurmak olsa da, Türkiye’nin taahhüdü karşılığında AB’nin de bir dizi adım atması kayda bağlanmıştı.
AB’nin üstlendiği taahhütlerin sınırlı bir bölümü yerine getirilmiştir. Bunlar arasında Suriyeli mülteciler için vaat edilen 6 milyar Euro tutarındaki yardımın tümü tahsis edilmiş olmakla birlikte, AB’nin kendine özgü ağır işleyen bürokratik yapısı nedeniyle bu miktarın henüz 4 milyar Euro kadar bir bölümü kullanılabilmiştir. Oysa mutabakata göre, yardımın tümü 2018 sonuna kadar devreye sokulacaktı. 2021 yılındayız.
Ankara’nın kuvvetli bir beklentisi, tam beş yılı doldurmuş olan bu anlaşmanın tüm unsurlarıyla güncellenmesidir. Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasına bakılırsa, bu beklenti karşısında zirve bildirisinde “seçici davranılmış” ve “muğlak ifadelere” yer verilmiştir. Zirvenin bu yönü Ankara’da hayal kırıklığı yaratan konular arasındadır.
Bu başlık altındaki dikkat çekici bir hareketlilik, Avrupa Komisyonu’nun Suriyeli mültecilere mali yardımın sürdürülmesi için yeni bir öneri hazırlamakla görevlendirilmesidir. Öneri, Ürdün ve Lübnan’daki mültecileri de kapsayacaktır. Muhtemeldir ki, haziran zirvesine doğru ciddi bir tartışma konusu hazırlanacak teklifin mali büyüklüğü olacaktır.
GÜMRÜK BİRLİĞİ’NİN YENİLENMESİ AĞIR GİDİYOR
Ankara, Türkiye ile AB arasındaki 1995 yılında imzalanmış olan Gümrük Birliği Anlaşması’nın güncellenmesini de yine 18 Mart Mutabakatı çerçevesinde AB açısından bir yükümlülük olarak görüyor. Zirve açıklamasına göre, AB liderleri, Komisyon’u gümrük birliğinin modernize edilmesine yönelik olarak yetki konusunda çalışmaya davet etmiştir.
Bu karar, müzakerelerin başlayabilmesi için bir ön hazırlık sürecinin başlamasına kapıyı açıyor. Zirvenin bu kararı olumlu görünmekle birlikte, kabul edelim ki, yine de söz konusu müzakerelerin başlamasına yakın bir noktada değiliz.
AB zirvesi, Türkiye ile üst düzey diyaloglar başlatmaya hazır olduğunu da duyurmuştur. Aslında geçmişte rutin olarak yürütülen bu diyaloglar, bugün AB tarafından bir jest olarak takdim ediliyor. Açıklamada siyasi diyaloğun gündemi kamu sağlığı, iklim, terörle mücadele ve bölgesel konular (Libya, Suriye gibi) Dışişleri ise sadece bu başlıklar değil, ekonomi, enerji, ulaştırma, göç yönetimi ve vize serbestisi gibi alanların da dahil edilmesi gerektiğini vurgulamıştır.
KADIN HAKLARINA NEDEN VURGU YAPILDI?
Bu arada son zirve açıklamasında Türkiye açısından en azından son zamanlar itibarıyla yeni olan bir durumun da altını çizmeliyiz. AB’nin geçen ekim ve aralık zirvelerinde Türkiye ile ilgili kabul edilen kararlarda, insan hakları, demokrasi, yargı bağımsızlığı gibi konulara hiç değinilmeyip ağırlıklı olarak Doğu Akdeniz meselesine odaklanılmıştı. Bu durum AB içinde de tartışma yaratmıştı. Bu kez fark, uzun bir aradan sonra bildiride “Temel haklar ve hukukun üstünlüğü konularındaki kaygılara” da yer verilmesidir.
Açıklamanın bu bölümünde, “Siyasi partiler ve medyanın hedef alınması ve yakın zamanda alınan diğer kararlar, insan hakları önünde ciddi birer engel ve Türkiye’nin demokrasi, hukukun üstünlüğü ve kadın haklarına saygı duyulması yükümlülüklerine aykırılık oluşturuyor. Bu meselelere ilişkin diyalog kurulması AB-Türkiye ilişkilerinin ayrılmaz bir parçasıdır” deniliyor. Partiye yapılan atıf ile öncelikle HDP’ye açılan kapatma davasını, kadın hakları atfıyla da İstanbul Sözleşmesi’ni anlamamız gerekiyor.
Zirve metninin bu boyutu, AB’nin yeni dönemde bu başlıklarda daha yüksek sesli bir çizgiye yöneleceği şeklinde değerlendirilebilir.
ZİRVE SONUÇLARINA İKİ FARKLI ŞEKİLDE BAKMAK
Sonuçta bir AB zirvesi daha, Türkiye AB ilişkisinde bir kaza olmadan ve mütevazı ilerlemelerle geride kalmış bulunuyor. Her iki tarafın da en azından ekim ayından bu yana yakaladıkları doğrultuyu korumak istedikleri anlaşılıyor. Zirve açıklaması, AB’nin önümüzdeki günlerde özellikle BM gözetiminde Kıbrıs konusunda yapılacak görüşmelere odaklanacağına işaret ediyor.
Dışişleri’nin zirve bildirisiyle ilgili açıklamasına baktığımızda, bir dizi çekince ve rahatsızlık ifadesine karşılık Ankara’nın yine de “Türkiye-AB ilişkisini olumlu gündem temelinde ilerletme konusunda ortaya konan çabayı memnuniyetle karşıladığına” dikkat çekmeliyiz.
Geçen ekim zirvesi öncesindeki atmosferle kıyaslarsak, Türkiye ile AB arasında gerilimin yerini diplomasiye bırakmış olması, en azından “olumlu gündem” üzerinden bir diyaloğun yavaş da olsa yürümekte oluşu, her şeye rağmen Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir iklimin belirdiğini gösteriyor. Ekim ayından çok daha iyi bir noktaya gelindiği aşikâr. Ancak kat edilen mesafeyi ölçmeye çalışırsak, hantal bir tankerin denizde ağır bir şekilde yol almasına benzer bir tablo var karşımızda.
“Ne kadar ağır gidiyor” da diyebilirsiniz, “Hiç olmazsa durmuyor, bir istikamette yol alıyor” diyerek iyimser de bakabilirsiniz. Nasıl baktığınıza bağlı...
Paylaş