BUGÜN 1 Nisan. AB Komisyonu’nun önerisi Ankara tarafından kabul edilmiş olsaydı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bugün Brüksel’de olacaktı.
Erdoğan’ın programında AB’nin en üst organı olan Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Herman Van Rompuy ile Komisyon Başkanı José Manuel Barroso ile görüşmeler yer alıyordu.
Brüksel’den gelen bu öneriye Ankara’dan olumlu yanıt gitmedi.
ELEŞTİRİ DALGASI YAYILIRKEN
Bu ziyaret aslında tam bir ay öncesinde 1 Mart tarihi için planlanmıştı. Başbakan, 27 Şubat tarihinde Almanya gezisine çıkıp, buradan Brüksel’e geçecekti. Ancak Prof. Necmettin Erbakan 27 Şubat günü vefat edince, Erdoğan 1 Mart tarihindeki cenaze törenine katılabilmek için gezisinin Brüksel bölümünü iptal etmek zorunda kaldı.
Ardından ziyaret için yeni bir tarih tespit etmek üzere temaslara başlanmıştı ki, hesapta olmayan gelişmeler meydana geldi. 2 Mart günü Nedim Şener ve Ahmet Şık Ergenekon terör örgütüne üye oldukları iddiasıyla gözaltına alındı ve 6 Mart’ta tutuklandılar.
AB Komisyonu’nun bu gelişmelere tepkisi bir hayli kuvvetli oldu. Komisyon, bu iki gazeteci ve Oda TV mensupları Soner Yalçın, Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan’ın tutuklanmalarını kaygıyla karşıladığını Genişleme Komiseri Stephan Fule tarafından yapılan bir açıklamayla duyurdu. Ardından Avrupa Parlamentosu, Şık ve Şener’in isimlerini de geçirdiği sert bir karar tasarısını kabul etti.
Bunu izleyen günlerde Brüksel’den Washington’a, Avrupa Konseyi’nden Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komiserliği’ne ve belli başlı bütün Batılı gazetelerin başyazılarına kadar uzanan büyük bir eleştiri dalgası ortalığı kapladı.
AB KARŞISINDA YENİ SÖYLEM
Bu dalga yayılırken, Erdoğan’ın Brüksel gezisi de Ankara’nın isteksizliği sonucu sessiz bir şekilde gündemden düştü. Gerçekleşmiş olsaydı, gezi kaçınılmaz olarak Türkiye’de ifade özgürlüğünün durumunu konu alan yoğun eleştirilerin gölgesi altında kalacaktı. Ziyaretin 12 Haziran seçimi sonrasına kaldığı anlaşılıyor. Erteleme, Erdoğan’ın AB’den gelen eleştirilere verdiği sert tepkilerle birlikte ilişkilerin girdiği belirsizlikte gelinen en son noktayı gösteriyor. Başbakan’ın Avrupa Parlamentosu’ndan çıkan karardan sonra 10 Mart’ta hem raporun içeriğini hem de hazırlayanı “dengeli bulmadığını” belirtip, “Onlar rapor hazırlamakla görevli, biz de bildiğimizi okumakla görevliyiz. Olay bu kadar basit” şeklindeki açıklaması, bu tepkilerin en yüksek noktasıydı.
Avrupa Parlamentosu’na gönderilen “Ben bildiğimi okuyacağım” mesajı, AB’ye tam üye adayı bir ülke açısından önemli bir zihniyet değişikliğinin de ifadesidir.
Özellikle 2002 sonrasında siyasi programını hayata geçirebilmek için dış destek olarak AB’ye yaslanan, 2008’de kapatılmanın eşiğine geldiğinde yardım için Brüksel’in kapısını çalan, hatta kapatılmamasını biraz da AB’nin çıkışlarına borçlu olan iktidar partisi, bugün farklı bir telden çalıyor.
Başbakan, Brüksel karşısındaki çatışmacı üslubunu geçen pazartesi günü bir adım daha ileri götürmüş, “AB üyesi ülkelerde neyin nasıl çalıştığını biz bugüne kadar gördük. AB lütfen Yunanistan ve Bulgaristan’daki uygulamaları görsün” diyerek, AB’nin Türkiye’ye söz söylemeye hakkının olmadığını ima etmiştir.
İRTİFA KAYBI BÜYÜK
Ama en ilginci, Erdoğan’ın “AB bu konuda şöyle bir beyanda bulunmuş, bir başka taraf şöyle bir beyanda bulunmuş... Biz bunları dinleriz ama her ülkenin kendine has şartları olduğunu da gayet iyi biliyoruz” demesidir.
Burada altı çizilmesi gereken bir nokta, Erdoğan’ın siyasi söylemine “ülkenin kendine has şartları” kavramını yerleştirmiş olmasıdır.
Başbakan’ın bu tutumu iki bakımdan düşündürücü gözüküyor. Birincisi, Türkiye’de geçmişte özellikle askerler tarafından demokratikleşme taleplerine karşı kullanılan “ama bizim özel şartlarımız var” tezi bu kez Erdoğan’ın söylemi olarak karşımıza çıkıyor.
İkinci nokta, her fırsatta AB’yi Türkiye’ye çifte standart uygulamakla suçlayan Erdoğan’ın bizzat kendisinin Türkiye’nin farklı koşulları olduğu tezinin arkasına çekilmesidir.
Son dönemde tam bir duraklama dönemine girmiş olan Türkiye-AB ilişkilerindeki irtifa kaybı, gazeteci tutuklamalarıyla birlikte daha da derinleşmiştir. Artık Brüksel’e başbakan düzeyinde bir ziyaret yapılmasına bile izin vermeyen bir türbülanstan söz ediyoruz.